18 Kasım 2010 Perşembe

GECEDE TEDİRGİN SESLER

Üst kattaki soluk ışığa baktı yeniden kararsızlıkla. Olabilir mi? Üç gecedir hiç ışık görmemişti bu evde. Birkaç kez de gündüz geçmişti önünden herhangi bir hareket görebilmek amacıyla. Tek görebildiği kapının önündeki paspasın üzerinde uyuyan tuhaf bakışlı kedi olmuştu. Bu geceye göre ayarlamıştı kendini ve şimdi o soluk sarı ışık. Önünde durduğu ağaca sırtını yaslayıp, saatine baktı: 01: 15. Girecek miydi? İçindeki sıkıntı büyüdükçe büyüyordu. Vazgeç, dedi iç sesi, belli ki geri dönmüş. Kararsızlık onu olduğu yere mıhlamış gibiydi. Tek yapması gerekenin oradan uzaklaşmak ve başka bir fırsatı beklemek üzere, eylemini ertelemek olduğunu biliyordu. Yine de kıpırdamadı olduğu yerden ve önündeki en büyük engel olarak gördüğü ışığa bakmayı sürdürdü. Beş dakika sonra kararını verdi ve eve doğru yürüdü.

YUKARIDAKİ

Yatakta uzanmış elinde tuttuğu kitaba bakıyordu. Kitabın kapağını açıp bir an önce okumaya başlamayı istediğini biliyordu; onu durduran tek şey, romanı bitirene kadar elinden bırakmayacağının bilgisiydi. Bu, sabahı bulmak demekti. Sonunda kararını verdi ve kitabı açtı.

AŞAĞIDAKİ

Çok kolay oldu girişi. Gerçi bunu tahmin ediyordu, kilidi ve kapıyı defalarca incelemişti. Yukarıdakinin uyumuş olduğuna da aynı güvenle inanmaktaydı ama yine de sessiz olmalıydı. Evin içini anımsıyordu, girişten sağa döner dönmez, mutfağa geçeceğini, oradan kolaylıkla salona ve üst kata çıkan merdivenlere ulaşabileceğini biliyordu. Merdivenlere ulaşmak bir şey değildi de, o ahşap basamaklar sorun olacaktı. Basamaklara her basışta tahtaya özgü o sesin çıktığını anımsıyordu. Bu yüzden yukarıdakinin uyuduğundan emin olmadan o basamaklara ayak basmaya hiç niyeti yoktu. Merdivenin başında durup nefesini tuttu ve yukarıdan gelecek herhangi bir sesi işitebilmek için kulaklarını iyice açtı. Hayal kırıklığı sesi duymasından daha önce geldi. Çevrilen bir sayfanın sesiydi bu, kağıt hışırtısı. Biliyordu, girmemeliydi; yine aklın sesini hiçe saymış, evdeki varlığı, uyanık olduğu gün gibi ortadayken içeri dalıvermişti. Şimdi ne olacaktı? Çıkıp gidecekti tabii geldiği gibi sessizce. Kıpırdamadı ama yerinden, hiç de gidecekmiş gibi görünmüyordu. Gözü salondaki geniş, rahat görünümlü kanepeye takıldı. Kahverengi olduğunu anımsıyordu. O kanepede hiç oturmamıştı, şimdi oturabilir ve yukarıdaki uyuyana kadar sessizce bekleyebilirdi. Ya su içmek için aşağı ineceği tutarsa? Geldiğini işitirdi, tahta basamaklar alarm gibiydi nasılsa. Neden inat ettiğini sorsanız verecek cevabı yoktu, ama bu gece almaya kararlıydıalmaya geldiğini. Yavaşça salona inen basamaklara yöneldi, iki adım sonra gözüne kestirdiği kanepenin yanındaydı. Belli belirsiz gülümsedi ve kanepe oturdu, oturma esnasında çıkan sesi işittiğinde artık çok geçti. Nefesini tuttu.

YUKARIDAKİ

Sesi işittiğinde, romanın seri katili yeni belirmişti sayfada. İlk kez, yıllardır takip ettiği yazarın bu kadar sert bir katil profili yazdığına rastlıyordu. Bunu düşünmesiyle sesi işitmesi aynı ana rastladı ne yazık ki. Öyle korktu ki, zihni bu sesi tanıdığını söylese de yaşadığı panikten sesi tanımlama işlemini bir türlü gerçekleştiremiyordu beyni. En sonunda nefes alabilmeyi başardığında, zihni de başarmıştı: Kanepe. Kanepenin sesi bu, diye düşündü. Biri kanepeye oturmuştu, çok saçmaydı, kimse onun kanepesine oturamazdı gecenin bir yarısı. Ama kanepeye biri oturmuştu, bundan emindi. Eskimiş kanepe bir süredir oturur ya da üzerinde kımıldanırken kulak tırmalayan bir ses çıkarıyordu. Yaylarından biri çıkmış olmalı, demişti arkadaşlarından biri, hatta birkaç yay çıkmış olmalı. Kalabalık vardı o akşam evde, gelenlerden bir kaçını kendi de tanımıyordu. Bir şeyi kutlamak için toplanmışlardı bunu anımsıyordu ama şu anda neyin kutlandığını düşünecek durumda değildi, düşünebilse de hatırlayabileceğini hiç sanmıyordu. Sakinleşmeye çalışarak yatağın içinde iyice doğruldu. Aşağıda biri vardı ve o kimse, çoktan çöpü boylamış olması gereken kanepeye oturmuştu. 
Bu saçma değil miydi, evet saçmaydı. Eve girmiş bir hırsızın, hırsız olmalıydı, gidip kanepe oturmuş ya da uzanmış olması akıl dışı değil miydi? Gülecekti neredeyse, aşağıda kimse yoktu elbette, kendini kitaba kaptırmış ve o sesi duyduğunu hayal etmiş olmalıydı. O anda aklına kedi geldi ve rahat bir nefes aldı. Yukarı çıkmadan önce kedi camı tırmalamış, o da aldığı kararı bozarak içeri girmesine izin vermişti. Soğukta dışarıda kalmasına gönlü razı olmamıştı, o olmalıydı sesin sahibi. Muhtemelen kanepeye hızlı bir atlayış gerçekleştirmişti. Eee, o zaman neden inip bakmıyorsun, diye sordu kendine alayla. Buna bir cevap vermeye fırsat kalmadan kedinin yatağın ayakucunda uyumakta olduğunu görüverdi; kalp atışları yeniden hızlandı. Bu kadar saçmalık yeterdi, aşağı inip bakacak ve kimsenin olmadığını görerek rahatlayacak sonra da bunun için kendisiyle dalga geçecekti. Yavaşça yataktan 
indi, terliklerini arandı. Saçmalama, dedi yine iç sesi, aşağıda biri varsa terlik giymemelisin, geldiğini işitebilir. Aşağıda biri varsa, hiç inmemeliyim, diye karşılık verdi o da bu itiraza. Kapıya kadar yürüdü, yatak odasının kapısını kapatmamış olması da şanstı hani, çünkü o da açılıp kapanma sırasında korkunç bir ses çıkarıyordu. Bu evin yayı çıkmış, diye düşündü. Sessizce kapıya yaslandı ve dinledi. Hiç ses yoktu, durdu tekrar dinledi. Garip şey, hem korkuyor hem korkmuyordu. Ne demek şimdi bu, diye düşündü, ya korkarsın ya korkmazsın. Aşağıda biri varsa gerçekten bu korkutucu bir durumdu, aşağıdaki oradaysa ve yukarı çıkmıyorsa bu neydi peki? Garip bir durumdu. Belki de uyanık olduğunu fark etmiş, o da aşağıda durum değerlendirmesi yapıyor olabilirdi. Bu daha akla yakın bir açıklamaydı. Neyi değerlendiriyordu ki, çıkıp gitse ya geldiği gibi. Yok, ben iyice saçmalamaya başladım, dedi ve geri geri yatağına doğru gitti. Yavaşça yatağın içine girip, yorganı burnuna kadar çekti ve düşünmeye devam etti. Aşağı inemezdi, gerçekten biri olduğunu sanmıyordu orada ama inemezdi işte. O yukarı gelsindi, gelecekse. Kimse gelmiyordu, hiç kimse gelmeyecekti çünkü hiç kimse yoktu alt katta. Kitabına uzandı yeniden, okumaya devam edebilir miydi, evet ederdi. Saçma bir korkunun gecesini mahvetmesine izin verecek değildi. Hırsla sayfaları çevirip, sesi işittiğinde kaldığı sayfayı bulmaya çalıştı, bunu yaparken olabildiğince gürültü çıkartmakta olduğunun farkındaydı, ne tuhaf bir geceydi bu.

AŞAĞIDAKİ

Çevrilen sayfaların sesini duydu oturduğu yerden, uzunca bir süre hiç ses gelmemiş, o da umutlanmıştı uyuduğunu düşünerek. Ama hala uyanık olduğu aşikârdı. Kanepe otururken yaptığı gürültü yüzünden epeyce tedirgin olmuş, aşağı koşarak inme ihtimaline karşı saklanacak yer aramıştı panikle. Ama korktuğu olmamış, uzun süren bir sessizliğin ardından yeniden kitap sayfalarının çevrilmesine işaret eden sesi işitmiş ve rahatlamıştı. Ama hala soğuk ter akıyordu sırtından. Aşağı inmesi ve kendisini görmesi halinde ne yapacağını, ne söyleyeceğini, evdeki varlığını nasıl açıklayacağını hiç bilmiyordu. Tam bir felaket olabilirdi. Onu görse hatırlar mıydı acaba? Hatırlamama ihtimalini düşünüp öfkelendi, içini sıkıntı bastı. Çıkıp gitse ya artık, ne bekliyordu; onun aşağı inmesini ve her şeyin bir felakete dönüşmesini mi istiyordu? Hayır, ama artık gidemezdi: çok geç. Kanepe muhtemelen otururken çıkardığı sesi kalkarken de çıkarırdı, hem kapıdan çıkarken gürültü yapmaması olanaklı değildi. Beklemek zorundaydı, yukarıdakinin uyumasını beklemeliydi. Saatine baktı, karanlıkta bir 
şey görünmüyordu. Cebindeki küçük el fenerini çıkarıp yaktı: 02: 02 . Neredeyse kırk dakikadır evdeydi ve bu kanepe çakılıp kalmıştı. Yukarıdaki hafifçe öksürdü ve ardından bir çakmak çakıldı. Sigara içiyor. O gece baca gibi sigara tüttürdüğünü anımsadı yukarıdakinin. Ne 
zaman uyuyacaktı? Hem ne okuyordu, böyle gecenin bir saati? O sırada kanepenin 
yanındaki sehpanın üzerindeki kitabı gördü. Ani hareket etmemeye özen göstererek uzanıp aldı. El fenerini yeniden yaktı, yukarıdakinin fenerin ışığını görme şansı yoktu, kitaba baktı: Azizler ve Alimler. İnce bir kitaptı ve sayfaların kalitesi onun korsan yayın olduğunu düşündürüyordu. Başını kaldırıp yukarı baktı, gözlerinde yukarıdakine yönelmiş hayali bir kınama vardı. İlk sayfayı okumaya başladı fenerin ışığında. Dakikalar sonra kitaba dalıp gitmişti. Uzanabilir miydi?

YUKARIDAKİ

Sayfalar ilerliyor, saat ilerliyor uykusu gelmeye başlıyordu. Ama uyumayacaktı, uyuyamazdı. O, aşağıda kanepesine oturmuş, kim bilir ne yapıyorken uyuması imkânlı değildi. Bu artık bir savaştı, aşağıdakinin kim olduğu hakkında hiç bir fikri olmamasına karşın kendisine zarar vermeye niyetli olmadığını biliyor; bir şey istediğini ama onu alabilmek için uyumasını beklediğini anlıyordu. Bu yüzden uykuya direnmeye kararlıydı. O pes edip evinden çıkıp gidene kadar uyumayacaktı. Cep telefonunu aşağıda bırakmış olmasına küfredip duruyordu içinden. Korku geçmiş, yerini öfke ve merak almıştı. Kim ve ne istiyor? “uyumayacağım işte, çok beklersin” diye seslenmeyi bile düşündü bir ara. Yapamadı tabii; keşke yapabilse. Keyifle sırıtıyor, ne şaşırır kim bilir? Belki palas pandıras kaçar evden.

AŞAĞIDAKİ

Gün ağarmaya başlarken, yukarıdan gelebilecek herhangi bir ses için kulak kesilmekten çoktan vazgeçmiş, elindeki kitap yavaşça göğsüne doğru düşerken gözlerinin kapanmasına engel olamamıştı. Uykunun derinliklerine dalmadan az önce, yaptığının anlamsızlığını söylemekte olan aklına sırt çevirdi.

YUKARIDAKİ

Kapanan dış kapının sesiyle gözlerini açtı. Uyumuş olduğuna şaşırmayı erteleyerek pencereye koştu. Bahçe kapısından çıkarken de, sokak boyunca ağır ağır ilerlerken de yüzünü göremediği adam, bir elinde ince bir kitap, diğerinde ise minik bir çantayla uzaklaşıyordu. Gözden kaybolana kadar izledi. Olan bitene anlam vermeye çalışmaktan yorgun düşmüş zihnini susturmayı deneyerek aşağı indi. Mutfak masasında kendisini bekleyen kahvaltı sofrasını süzdü bir süre. Çay bardağını doldururken, o küçük çantada ne vardı acaba, diye düşündü.

ÜçRenk Kırmızı

                                                               Lal