24 Aralık 2013 Salı

HALLENMELER - XIII

Tavanlardan başlayalım.
Tanıdığımız ya da bilmediğimiz her şeyi
birer birer düzen tavanlardan.
Karanlığın inciten yanlarını söylemiyorum
hatırladığımız şeylerin pürüzsüz bir hali var. 
Bırak göz çatlağından aksın
bırakalım.
Biz her yerimizi bırakalım sırtımızın üstünde.
Sahiplenirsek karahindiba şarkıları okunsun
Korkarsak bir daha incinsin dünya.
Kapının ağırlığını boş ver
hüznün ve heyecanın aşkına
Biri aralarsa körfeze dolacak sesi
ve tavrıyla bir beyaz daha olacak kendi.
Tavanlar diyorum -hadi diyelim
Sustuğumuz ve içimize sinmeyen yanlışlıklarla.
Dur...
Fazla uzaklaşma duvarlardan bahsetmiyorum
o kıvrak atlarla dökülen kanlardan da.
Bak, kaybolmaya el verdiğimiz bir nefes var tende
ve yok sayılmamak içindir kaçan tüm uykular.
                   Hissedersek dökülecek bu tavanlar
                   Düşünürsek, bir tavanın eksik yanlarından

Kemik






20 Aralık 2013 Cuma

bir gün, bir saat, bir ay; hepsi birbirine çok benziyor ...

öfke ve sevinç; --sevecen kaldığı sürece—sözcükler kalabalığa dönüşmeden bir gerçek aramaz mı?.. ola ki aramıyor ve sözcükler kalabalığa dönüşüyorsa gerçek nasıl bulunacak ya da bilinecek…

hayatlarımızı, düşlerimizi ya da aşklarımızı birilerine kabul ettirebilmek için töresel konuşmalar yapmak zorunda mıyız?..

iyi ve dil arasında kurduğumuz ilişki ya da bağ ikna yöntemlerimizden biri olabilir mi?..
ihmal edilen soruların tamamlayıcısı olan yanıtlar insanda neyin / nelerin sınanmasıdır?..  hazır tutulan yanıtların gerçeği hedef almadığını ve bu yüzden olumsuz çağrışımlarla duyulan hayranlık gösterilerine neler demeli?..
            alan yaratmak ve alanı genişletmek böyle bir şey galiba…
           
emredilen törelerin yaşamı ne kadarı günceldir?.. gündelik hayatın güncellik adı altında hayret uyandırıcı karşıtlar yaratmadıkça törenin bir nokta gibi sürekli çoğalması ve çoğaldıkça kategoriler oluşturması anlaşılabilir mi?

            tutku ne tür bir mekân kavramıyla oturur / yerleşir şiire?..

            ne tür olasılıklarla?..

Akıl Karası



                                               

12 Aralık 2013 Perşembe

PULSUZ MEKTUPLAR



Sevgili,

Son mektubumu aldın mı? Bilemiyorum. Postaneye doğru gidiyordum. Pul istediğimi
hatırlıyorum - Pulsuz mektuplar ulaşmıyor sahiplerine- görevli ısrarla pula gerek yok diyor…
Birden kendimi postanenin penceresinden denize bakarken buluyorum. Hızla oradan
ayrıldığımı anımsıyorum sonra…


Büyük bir meydanda buluyorum kendimi, üzerinde tebeşirle çizilmiş kareler. Üç kız çocuğu neşeyle karelerin üzerinde, tek ayaklarıyla sekiyorlar. İçlerinden en küçük olanı, kocaman kahverengi gözleri var, elleri küçücük, elinde tuttuğu taş, parmaklarının arasından taşıyor. Saçlarını yatıştıramamış, belli ki inatçı. Büyük bir ciddiyetle sekiyor karelerin üstünden, dengesi hiç bozulmuyor. Ufak tefek olan görüntüsünün acısını, oyundaki hırsı ile kapatmaya çalışıyor sanki. Gözlerimi alamıyorum ondan, oysa hızlı hızlı denize doğru yürüdüğümü hatırlıyorum. Şimdi iki karenin üstünden atlaması gerekiyor, küçük bedeniyle geriye doğru gidip, hızla atlıyor, minik ayakları ikinci karenin çizgisine değiyor. İri yarı kız yandığını söylüyor ona, gözleri doluyor ufak kızın, sanki gözlerinden taşıverecekmiş gibi damlalar, izin vermiyor zorlukla yutkunup içine doğru ağlıyor. Ama henüz pes etmiş değil, kendine sıranın gelmesini bekliyor heyecanla. Gözleri daha bir büyüyor..

Denize doğru çeviriyorum gözlerimi. ‘Neden sevgili her denize baktığımda sen gelirsin 
aklıma?’ Bulutlar denize doğru yaklaşmış, dağların eteklerinde sisten olma bir örtü.
Tanımlayabileceğim bir mavi değil bu, buruk bir mavi ya da kederli bir mavi; ikisinin arası…

Yaşlı bir kadın, elinde örgüsüyle bankta oturmuş. Yavaşça yanına doğru ilişiyorum. O kadar kendiyle ki sessizliğini bozmak istemiyorum. Oturduğum anda elindeki lifi gösteriyor. ‘Gelinime örüyorum’ diyor. Pembeyi çok severmiş gelini ve başlıyor anlatmaya. Dinliyormuş gibi yapamamam bir sorun… Onun sessizliğini bozmayayım derken, o benimle deniz arasına giriyor. İlk gördükleri kişiye hallerini, özelini açanları anlamak epeyce zor; yaşamlarını ayrıntılarıyla anlatıveren insanlar, ne de tuhaf. Gözlerinin kenarı çizgilerle dolu, ne çok acı biriktirmiş yaşlı yüzüne kadın. İkide bir gülüyor, sanki kahkahalarının ardına acılarını saklamak ister gibi gülüyor. Birden olduğum yere çakılıyorum. “Bak” diyor “Şu oynayan kızlardan ufak olanı benim torun, işte onun annesine örüyorum bu lifi. Tutturdu anneme öreceksin diye, annesi artık yıkanamaz ki…” Soluklanıyor. “Anlamıyor işte yavrucak. Ve İlle de pembe olacakmış. Pembe güller götürürüz annene yavrum diyorum, dinlemiyor. İlla ki pembe, motifleri de kalplisinden olacakmış. Kıramadım işte, yavrumun yavrusu ne de olsa. Toprakta kaybolup gidecek emeğim, anlamaz ki, inattır. Bakma öyle ufak tefek olduğuna.” Yutkunuyorum, oradan kaçıp gitmek istiyorum, kımıldayamıyorum. Kadının anlattıklarını duyamıyorum artik. O kadar olağan ve aynı ses tonuyla konuşuyor ki, sözcükler boğazıma düğümleniyor. Bir şeyler geveleyip uzaklaşıyorum oradan.

Sevgili, hikâyeleri sevmiyorum artık. Hızlı adımlarla yürüyorum, bu bana iyi geliyor. Hızla uzaklaşırken, gözlerimde kareler, çizgiler, kocaman gözler, mavi, pembe hepsi birbirine
karışıyor. Sanırım bir omuz istiyorum, tüm hikâyeleri unutacağım bir sıcaklık. Bir mavi olsun
gözlerimi dolduran...

Sahi neden her denize baktığımda sen geliyorsun aklıma?

ÜçRenk Mavi



8 Aralık 2013 Pazar

PRİZMA

Bir sokak hayal ettik
                        alacalı yeşil


Turuncu tek evde
                        kıpkırmızı bir kadın
Acıları var
                      rengârenk


Mutluluğuysa siyah ve daimi

Şehvet sarıdır diyor
                   Yıllar önce unutmuş
Ve dışlanmış.


                                                            -Çocuklar
                                        Dışlanmak şeffaftır.
Her erk kendince dışlar
             Masmavi dinini vurur kimi
             Kimi tozpembe dilini üfler

Yine bir gün bu kadın
Saat 1’i vurduğunda
Çarmıha germişken kendini

                                    Önünde gri şarap şişesi yarım
            Ağzında bembeyaz bir sigara
Mosmor ağlar kadın.


Lotus Yeşili






2 Aralık 2013 Pazartesi

deplasman fakiri...

ne zaman kalkıp sana gelsem
ardımda belki geri dönerim diye iştahla bekleyen bir uçurum
ve yağmurun darmadağın ettiği çiğdem tarlaları

sen bilmezdin ama
yıldızlı gecelerde gökyüzünü süpüren saçların
rüzgâra yamalı bir çarşaf gibi açtığım göğsüme batardı
sen sanıp sarılırdın gördüğüm ilk ağaca
uzak doğu köylerine yağan ilk kar gibi kokardı saçların

yukarıda birbirine bakıp duran iki ay gibiydik seninle
karnında unutmuştum denize bakmaktan henüz dönen ellerimi
parmaklarım çoktan kurumuş bir ırmağı çizmişti gövdene
ilk aşk, ilk aşıdır demiştin
kötü yanlarını da göze almaktır batının
ayaklanıp içimize yürümüştü bir sabah vakti
ağacın ve taşın sırtından geçinen yosunlar

ateş tenekeleri duruyordu seni beklediğim duvarın önünde
ellerimi daldırıp çıkarmıştım bana dokunduğun ilk günü

şimdi bir bacağı kırık bir köprü var seninle aramızda
kucağımızda dağlardan yeni dönmüş yorgun bir aşkın ölüsü
senin kalbinde şarkılarla çoğalan kalabalık bir yalnızlık

ne zaman kalkıp sana gelsem
kapısını aralardın şehvetini esirgemeyen boşluğun
ve boynuma uğurlardın kendini kesmekten yorulmuş bir bıçağı

güzelliğini hatırlıyorum; güzelliğin nabzıma sürten şeytantırnağı


Kahverengi