26 Şubat 2016 Cuma

ÇAĞLAR ÖNCESİNDE KIRMIZI

Kocaman dağınıklığın ortasına,
Adın Çağlar öncesinde yazılmıştı, kazınmıştı.
Müziğin içinde eriyen şarkı sözleri gibi.
Biri diğerini geçmiyordu.
Zamanı yoktu adının.
Her mevsimin başlangıcıydı.
Her şehir senin adınla yazılıyordu.
Bütün şehirler yalnız.
Içine sıkıştırdığın ikizin ara sıra tekme atıp ruhunu kışkırtıyordu.
Sanrılar görüp, sancılar çekiyordun.
Uyanıyordu gece.
Aşk yalnızlığa soyunuyordu.
Yağmur yağıyor, sen çiçeklere su veriyordun çingene mezarlığında,
                        ölüler baş gösteriyor.
Göğe uzanıyorum, yıldızlar kayıyor.
Dileğinin gerçek olmasını diliyorum, adını sayıklayarak.

Tanrı adından önce yoktu.

Seni konuşuyorum, seni susuyorum.
Coşkun bir nehir gibi geliyorum sana,
gün kızıllığında.
Adın dudaklarımı boyuyor.
Bütün şehirler kırmızı.

Kırmızı tek renk değildir.


Siyah Eskisi



15 Şubat 2016 Pazartesi

GECEYDİ

Geceydi. Zaman dişlisinden kopmuş, acımasızca vuruyordu karanlığın boşluğuna. Sınırlarından dönüyorduk her duygunun.  Issız kelimelerin gölgesinde sonsuz gibi duran gecenin içinde tek gerçek sigaradan çıkan duman, plastik bardağın içinde karışan kimyanın bileşenleriydi. Bizi incitecek bütün araçları kaldırmıştık.  İsimsizdik, zikredilen tek şey, gizlice rehin bırakılmış acılardı.  Dört duvarın içinde, bir perdenin arkasına gizlenen radyodan, içeriye doğru yayılan ses dalgası bölücüydü.
Neden başka bir sese ihtiyaç duymuştuk ki?

Kadının yüzünde anlamlar arıyordum. Her baktığımda beni, kendi derinliğine çeken gözleri, bir tünelin içinden geçiyormuşum hissini uyandırıyordu. İri gözleri, dudağının kenarına yerleştirdiği, derin çizgileri bir miladın ifadesinden çok bilmenin vakurluğuydu sanki.  Ona sorular sormak istiyordum ama kafamı bir türlü toparlayamıyordum. Ya gözlerine takılıyordum ya da radyodaki spikerin sinir bozucu sesine. Cesaretimi uygun bir ses tonuna büründürerek  ‘’Radyoyu siz mi açtınız?’’ Dedim.

’Ben açtım’’ dedikten sonra. İnsana huzur veren sesiyle devam etti.’’ Kafanın içindeki ses derinleşir ve sadece kendini dinlemeye koyulursan, dışarıdan gelen her ses gücünü kaybederek silikleşir. Ben de bu sesle kendimi; bölmeye, unutmaya, saklamaya çalışarak soluk alıyorum. Bazen nefesim bir melodiye dönüşürken, suskunluğumla da meydan okurum yalnızlığıma…’’

Demek ki senin de acıların var? Sen de yalnızsın? Yüzündeki çizgilerin derinliğinden okunuyor her halin.  

‘’Yüzümdeki çizgilerden anlamlar arama! Aradığın orada değil çünkü. Onlara morfin vurdum. Birazdan felce uğrayacak ve derinliklerini göremeyeceksin.’’dedi

Öfkelendi mi yoksa söylediklerimden huzursuz mu kızmışımıydı anlayamadım. Kurduğu cümlelerden sonra, gecenin sınırlarını onun belirleyeceğinden artık emindim.

 Demek yüzümdeki çizgilerden yola çıkarak, beni anlamaya çalışıyorsun. Bak sana ne söyleyeceğim:

Beden de tıpkı bir mektup gibidir. Nasıl okuduğun ve nasıl anladığın önemlidir. .Kolay olsaydı, gizleme ihtiyacı duymazdık. Kapalı olan bu bedeni açmak, içindekilerin okumak, yani insanın iç dünyasına varmak kolay değil.  
Aklın sınırlarını aşmak, başka dünyalardan süzdürdüğümüz her söz ve anlam sadece bu davarların içinde hükmünü sürdürebilir. Sen şimdi beni anlamayı bırak zamanın varken duyduğun bu sesi, kulağının çeperlerine yerleştir, muhtemelen yarın bu ritmik sesi bir daha duymayacaksın.’’

Dedikten sonra, bakışlarını hızla yüzüme doğru çevirerek söylediklerinin, üzerimde nasıl bir etki yaratmış olabileceğini kestirmeye çalıştı. Söylediklerini aklımda tutmaya çalışıyordum. Ama başaramıyordum bir türlü. İçten içe huzursuz olmaya başlamıştım.
Bunu anlamış olmalı ki, yüzüne sıcak bir tebessüm yerleştirerek daha sıcak bir ses tonuyla devam etti.

Sadece sezgilerini uyanık tut.  Düşünceden uzaklaş.  Sezgilerine güvenmelisin çünkü orada da bilinç var.  Yoksa yorulursun, aldanırsın oysa hayat sonsuz değildir düşünceler gibi.  Başkalarını anlamaya çalışma! Anlayamazsın… Bunu yaparsan aldanırsın kendine yalan söylemeye başlarsın ki, bu en tehlikeli şeydir. Kendini anlamaya çalış,  varlık nedenini anlamlandır. Sorularını insanlara değil; önce kendine, sonrada doğaya sor.’’ Mutlak doğru ‘’gelmese de, mutlaka bir cevap gelecektir.’’ 
Dedikten sonra, yerinden kalkarak cama doğru yöneldi.  Sol eliyle kanlın perdeyi aralayarak derin bir soluk aldı. Söyledikleri beni sarsmıştı. Soruları ise zihnimde birbirlerine çarpıp duruyordu.

Oysa ben hep düşüncelerin peşinden koşmuştum. Sezgilerin dayanıksız oluşları beni, önyargıya götürecek düşüncesiyle hep uzak durmuştum. Bir kadının sezgileri kadar güçlü değildi sezgilerim. Her durumu akılla açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu biliyor olsam da; akla dayanmayan duyular dünyasının karmaşıklığında kurtulmanın bir yolunu hep aramıştım. Kadının söyledikleri beni zamandan koparmış, algılarım hızlı ve sürekli yön değiştirmeye başlamıştı bile.
Kendimi anlamak adına bu güne kadar ne yapmıştım?  Kaç saatti mi, günü mü, yılı mı yalandan uzak tutabilmiştim? Hayat korunaklı bir yer değil ki. Tamamen özgür olmadığın bir yerde yalansız yaşamanın da mümkün olmadığını düşünmüştüm hep. Bu yüzden de insan unuttukça, yaşamaz mı zaten. Hangimiz yalanlarımızın şeceresini tutarız ki.

‘’Şimdide bahaneler uyduruyorsun kendine ‘’dedi.
 İrkildim. Çünkü düşüncelerimi sese dönüştürmemiştim henüz.  Zihnimden geçenleri nasıl bilebilirdi?  Sorularım çoğaldıkça korkularımda artıyordu.  Savunmasızdım bu kadının karşısında. Sesinin tınısı ve vurgusu insanı eziyordu. Artık bütün kontrolü eline almıştı. Ben devinimsizdim her anlamıyla onun karşısında. Camdan uzaklaşarak masanın üzerinde duran kitabı eline alarak .’’Bak sana ne okuyacağım’’ dedi.

‘’Hiçbir konuda kıblesi olmayanın, düşüncesinin de bir hükmü olmaz.  Ateşe yazı yazanlar vardır bir de ateşe dilini sürenler. Yazan kalemine tüm harfleri sığdıramazsa, dilinin gölgesinde yaşar.  Nasıl ki saçlar, sevgilinin yüzünde ki güzelliği perdelerse harfler de sözün özünü örter. Yüzünü saklarsan pusula seni doğru yere götürmez.’’ Kısa bir sessizlikten sonra.

‘’Ne düşünüyorsun bu konuda’’ dedi. 
—Kim yazmış ki bunu? Ayrıca ben sadece iktisat kitaplarını okumayı seviyorum. Bir de bir kaç yazarın özlü sözlerini bilirim. Senin okuduğun bu satırları daha önce hiç duymadım. Derin şeyler beni ürkütür her zaman. Geçek hayatta böyle derinlikler olmaz. Zaten kitaplar kurgu değil mi? Hatta biraz da yalanla beslenmezler mi?

 Mesleğinle ilgili kitapları tercih etmeni anlıyor dahası önemsiyorum da. Ama kendini sınırlamanı ve bilmediğin konular hakkında fikir beyan etmeni de doğru bulmuyorum. Sorularıma kaçamak cevaplar veriyorsun. Oysa biz bu gece sorularımıza yeni cevaplar bulmak için değil farklı sorularla yeni cevapların izinden giderek zamana dokunabilmeyi seçmiştik. Büyülü bir varlık değiliz. Bütün korkularımız türümüze karşı duyduğumuz güvensizlikten geliyor. Oysa doğa öyle mi? bak etrafına hangi ağaç, hangi bitki kendi türüne zara veriyor. Bizim dışımızda.

Radyonun sesini artık duymuyordum. Kulaklarımda sadece kadının sesi, beynimin kıvrımlarından ise kelimeleri dolaşıyordu. Gecenin sonun doğru teslim bayrağını çekmiştim. Tek istediğim şey bunun bir düş olmasıydı.
Ama değildi. Kadının sesiyle bir kez daha irkildim.

‘’ Sana bu kitaptan bir öykü okumak istiyorum. İstersen tabii’’. Başımla onayladıktan sonra: Gecenin gölgesinde derin bir uykuya dalacağız seninle birazdan ’’.dedi ve devam etti.

Söğüt Ağacı suyu çok sever. Sever sevmesine ama bizim acemi çiftçi, üç fideyi de sudan ırak bir yere diker.   Acemi olduğu kadar da sabırsız çiftçi her gün gider kontrol eder.  Gel zaman git zaman söğüt ağaçları fidelerinin tepelerinde yumrularını önce kahverengine sonrada yeşile doğru tomurcuklandırmaya başlar. Kolay olmamıştır bu gelişme hali. Ama inatçıdır da söğüt ağacı. Öyle pes etmez hemen.  Önce köklerinden damarlarını oluşturur.  Sonra damarlarını suya ulaştırmaya çalışır, yönünden sapmaz. Topraktan aldığı güçle yoluna devam eder. Bilir ki gövdeleri kalınlaştıkça, dalları serpildikçe gölgeleri biri birine karışarak doğadaki yerini alır. Ve bunu yaparken hiçbir çıkar gözetmez. Kendini kandırmaz, yalan söylemez, ne istediğini bildiği gibi ne vereceğini de bilir.’’ 
Yorgunum biraz dinlenmeliyim. Dedikten sonra  yatağa uzandı.

Neden ona baktığımda çizgileri eksik sayıyordum.   Nasıl oluyor da yüzünü bu kadar hızlı değiştirirken, bedenin bu kadar sabit tutabiliyordu. Sözcükleri gibi bedeni de şaşkınlık uyandırıyordu bende.
Geceyi sabaha kavuşturmuştum yine.  Sesim bir perdenin arkasından geliyordu sanki. Soğuk renksizdi sabahın ilk ışıkları. Yalnızdım ve korkuyordum.  Kucağıma bırakılan sorularla ne yapacağımı bilemiyordum. Kafamda bu sorularla odanın içinde dönüp dururken gözüm, masanın üzerinde duran kırmızı kâğıda ilişti.

‘’ DIŞARI ÇIK VE İLK KARŞILAŞTIĞIN KİŞİYE ÖLÜMCÜL BİR YALAN SÖYLE’’



Soluksuz Gri







4 Şubat 2016 Perşembe

serçenin gör dediği


                                               ilkim derin’e

geceydi.aydı .yokluğunuzda görünür

parmak uçlarımda gezinirdi .

gökkuşağıydı .sesindeydi  serçelerin 

şöylelemesine bişey. kuzeyde bi yıldız kümesi 

 olur olmaz bi yerde eskimonun evinde.

üşüyen bi yağmur tanesi .güneyde

gece doğan güneşti.yosununda o taşın

salyangozun izinde yürüyen o hayalet

hasreti  neşesiydi kuşların balıkların.

sesiydi o  yıldızın kayıp giden  gölgesi.

çocuktum.parmak izimi arıyordum.

sabun köpüklerine karıştım.


                                            eceayhankarası