25 Eylül 2013 Çarşamba

YARAŞAN SANA



Çok mu sevdin sen?

Yaraşan sana, patlamadı; dur daha!

Durulmadı seni ürküten-derinliğine-

Eşeleme istersen! Terine bulanan

tatlansa da

eriş değil

henüz sana.



Yanak yanağa çatlayan

dudak değil

hükmün daha.



Gün sökünce kaçışan, etme tasa!

Sevgin senin bilinmez;

çiğdir kovalayan, yeğni bakışlıdır,

ağılıyı sezmez daha.



Oylumlanır ışığın,

hisleri sendeleyen;

görkemini çekemez senin.

Hem, duyunca sen;

var mı işitebilen?



Yalımısın onların

hoşgör.

Erişmedi dediklerin -duyuncusun yine de-

hoşgör!

Sendeleyen; hislerin.

Gri






16 Eylül 2013 Pazartesi

HİKAYECİ

                                             

Yaprakların hışırtısıyla irkildi...


Hızlı adımlarla yürüyordu. Burnunun üzerine düşen gözlüğünü kaldırdı. Yüzüne büyük gelen siyah çerçeveleri, kendisini olduğundan yaşlı gösteriyordu. Dudakları kımıldıyor, anlaşılmayan bir şeyler mırıldanıyordu. Elleri tedirginliğini ele veriyordu. İşaret parmağı ile baş parmağının köşesini didikliyordu ara ara. Bu sonbahar akşamında gezintiye çıkmış bir hali yoktu. Bir an yavaşladı, çıkmaz sokağa gelmişti. İrkildi, korkmuş olmalıydı.

Yola çıkmak sürprizlerle doludur...

Bugüne kadar yazmak için hiç yola çıktığımı hatırlamıyorum. Onun için hazırlandığım, kahramanlarımı aradığım, elimde dokümanlar boğulduğum hiç olmadı. Ben yazıya gitmedim o beni ara ara ziyaret etti. Yazar iddiam hiç olmadı, yazma iddiam .. Benim değil ama kalemimin inatçı olduğu anlar oldu. Bu kez farklıydı. Bu Sonbahar akşamında - evet evet tahmin ettiğiniz gibi Eylül ayı biz romantiklerin vazgeçilmezi-  yürüyüşe çıktım. Hızlı adımlarla yürümek, düşüncelerimi düzene koymamda hep yardımcı oldu. Düşüncelerim akarken, adımlarım sözcüklerimi takip etti. Kendi kendime mırıldanıyor bir yandan da etrafıma bakıyordum, deli diyecekler diye. Ha desinler...diye düşünemedim, başkalarının ne dediğini hep önemsedim. Yazmak için mi yola çıkmıştım, her zaman olduğu gibi düşüncelerim dağıldı. Bir yandan baş parmağımda çıkan şeytan tırnağını oynuyor, bir yandan geçici olarak taktığım yüzümden düşen gözlüğümü düzeltiyordum. Sonbahar yapraklarının hışırtısı sessizliği bozduğunda, çıkmaz bir sokağa geldiğimi farkettim. Gülümseyerek arkamı döndüğümde; sıska, ufacık suratında kocaman gözleriyle bir kadın arkamdan bakıyordu.  Gözleri , bakışları insanı mıh gibi sokağın ortasında kalmasına neden olacak cinstendi. Hey, diye seslendim ardından. Eve dönüş yolunda neşeyle gülümsedim ve daha da hızlı yola koyuldum. Kalemim beni ziyarete gelmiş olmalıydı.

Kimi zaman kurgu sizi takip eder...


Hey, diye seslendiğini duyduğumda telaşlandım. Sesi umduğumdan kalın çıkmıştı. Hızla görüş alanından çıktım. Uzun süredir takip ettiğim hikayemin kahramanı beni farketmişti.  Bu, siyah çerçeveli adamı son görüşüm oldu. 

ÜçRenk Mavi


12 Eylül 2013 Perşembe

k eşittir ğ


ç

ve toplama kampında dudaklar et paçalıysa ve postmodern kadastronun yürüyen botox meridyenleridir ve tıklım tıklım tinsiz siz ve kazı alanı sakkallıyken ve memeler simetrik asılı ve gözlerini kör ve tiynet abiler ile ablalar ve gözlerini yok ve soluduğu an unutuyor tiradını ve sırlı camlara, hep ve lirik düzmecelerle paralel konumlanmış pusulaları yedirdiler ve cepler hiç kapalı ve varlığın çoğul biyolojik haritasındasınız ve kussaydın korktun, hep ve iç içe gizlendiniz, yok ve sanrılı kuyularda duvarlar ördü ve zincirledim harla, düş tü yok tu ve kanınızı negatiflere astı..

üzerine abanan karabasan iç gıcırdar.

bir ben, bir de ben..


ö

gözlerin amberinde yüzbin ırk balık uçuşuyor saçları kızıl, saçları atların aşkına sürtünen
tepe noktasına ulaşırken yanaklarından süzülen tutkunun dili ile
direncini özensizce saklamış uç noktalarının şuursuzluğuna kenetli tırnaklarıyla.
yel çekimine hükümran dudak kıvrımlarıyla ve tuzlu, nefis bir metamorfozla
ve hadım edilmek istenen gözenekleri kararlı bir plazmayla, RA.
bir terkediş masalıyla iğnelenmiş sırılsıklam yapışkan bir kan
bir takım varoluş hasadıyla pek bir plasenta.

haykırmaktan halsiz, kendine olasılı elektroşok dalgalarıyla
reçeteli, ölçütlü, kiremitli gömleklere tıkıştırılmış
sığınma talebinden tiksinmeli bedenine yenik bir algoritma!

yıkıla döküle ile yıka saça gelip konuyor, enzim yitiyor, doku başkalaşıyor..
parçalanmış kozaların dar koridorlarında sivri dişleriyle sağaltım söylemlerine
kemirgen kayışlar bileniyor
sıfatsız kuyular sıra beklerken çelik iplerin silüetinde
dokunmak üzre mühre metalik cadı saçmaları yağıyor gökyüzüne hengame
bulut pilav, bulut kara, bulut uykulu birkaç pıhtıya tonhane bir darphane..

kırıklarla dolu bir paçavranın kök hücrelerini iştahla yiyen ben sen bir ben, bir de ben..
sarmalın arka odacığındaki mağaranın asit-baz kadınımını karanlıkla pışpışlar
derken..

ba

egom kanaya kanaya seni saçlarım uzar çok renkli bayrağın ucuna
haykırdığım tenlerde ara sokaklarım, kanla, bir de
tek seferde can yakan kahküllerimi saymaya yürek bir pi sayısı olmalı bu
ekşidikçe başkan dediğim şey go tahtasında zig zag..
onurun tutumluluğundan duyduğum kafa karışıklığıyla kararan dilimin içi, içi

libidoyu tek başına eldesiz toplamana değil
oy pusulana bıraktığın parmak uçlarına inanıyorum

hiç bir şey neden siz değil..
bir de ben..
diren

üç ton kara

4 Eylül 2013 Çarşamba

GÖKKUZGUN NOTLARI



ben ölüyorum sanırken, içimden çıkanın içinde kaldım sanırım... bir hafta önceydi, şimdi tuhaf bir boşluktayım. kiminle değiştirdim içimi, şimdi kimin boşluğundayım? sessizliğimin çocukluğuma saklanmış dili sobeledi beni, sanki susamış suskunluğuna… başım dönüyordu, uzandığım kanepeye yığılır gibi bıraktım kendimi. Günün her zamanını kapsayan sendeki yanımın etkisiyle sürekli aklımda ve yüreğim olan ve beni acıtan varlığının yokmuş gibi gölgesine sığındığım, zaman zaman arayıp bulamadığım ve yine hep kendi içime kaçmış bir tılsım gibi aniden çoğalan ağırlığın altında, tek yürekde taşımanın sancısıyla soluksuz, gözlerimin önünden durmaksızın geçişen renklere bezenmiş sahnelerden hayallerin, plan plan akışıyla bir el tuttu çekti içimden seni. Kurtulmuş muydun benden, yoksa ben mi çıkmıştım senden, ne olduğunu anlayamıyordum, bir parçamın benden koptuğunu sanarak üzülürken, ‘’çık içimden’’ dediğimi hatırlıyorum. Birkaç kez, bunu usulca, yarı üzgün, yarı sevinç nidası içinde çığlıkla… söylemiştim; sen duymuş muydun bilmiyorum. Sakladıklarımın içimden çıkmasının zor olduğunu.

Peki şimdi sen iyi misin..?

Bu değişim yeni beyaz sayfalardan ölümlere yürüyen ve yeni derlenen göz ıslıkları… çığlıktan beter.

Gökkuzgun