16 Eylül 2010 Perşembe

Roxan RP

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN ÜÇ RENK

Söyleyecek hiçbir şeyi olmadığını anladıktan sonra, insan bunu söylemenin bir yolunu arıyor. Üç Renk, bu arayışın bir ürünü olarak doğdu. İnsanların birer isim olarak ve ismin arkasından tutunarak önemli olmaya çalıştıkları edebi toplumsallıkta, sahip olduğumuz ad’larla var olmaya çalışmanın yoruculuğu yanında; “ ama burada bir yanlış var” fikri Üç Renk’i bir ad’a sahip olmaktan vazgeçmeye; kimliklerimizi, bir paltoyu üstümüzden sıyırır gibi çıkararak, kapının dışında bırakabileceğimiz bir alan yaratabilme çabasına yöneltti.

İsimlerimizi terk edip, birer renk giyinmemizin temelindeki fikirlerden biri de, “ yazara değil esere inan” cümlesinin altına birer renk olarak imza atabileceğimizi düşünmemizdi. Renklerden yola çıkarak başka renklere gidebileceğimize inandık, aklımızda Virginia Woolf’un son sözlerinden bir bölüm vardı:

“… Arkamda erkek egemen bir düzen, çürümüşlük, boşluk, yalanlar, boyun eğmişlik var…Önümde ise toplumsal yaşam, ve bütün etkenlere açık bir alan, kıskançlıklar, savurganlıklar, hırs ve asabiyet gözüküyor…Birisi harem kadınlarına kapanan kapı gibi kapanıyor, öteki ise kendi çevremizde turlamayı ve kendi kuyruğuna kafasını saklayan kurtçuklar gibi saklanmayı öneriyor…”

Woolf’un tedirginliğini, iç daralmasını anlıyor ve ondan farklı olarak üçüncü bir seçeneğin imkanına inanıyoruz. “ Edebi statü”nün gizli bir güç olarak yön verdiği yazınsal yaşama kimliksizliğimizle arkamızı dönüyor; kişisel hoşa gitme çabaları sonucu elde edilen rantların kibrini ufalamak istiyoruz.

Üç Renk; mavi, kırmızı ve beyaz ile başlayan birlikteliğini, çıplaklığına bir renk giydirerek yazmayı, üretmeyi, tartışmayı, rengarenk karışmayı arzu eden başkalarına da bol bol yer bırakan bir alan kurguladı. O alanda birbirimize karışmayı beklerken, dünyanın tüm renklerini selamlarız.

ÜçRenk

                                                                     Roxan Rp