26 Mayıs 2014 Pazartesi

umut paranoyaları ve acıklı teneffüsler


alıştırıyorum ellerimi kimsesiz yaşamaya 
buna değer mi ucundan kırılıp kırpılmış hayat
örtünmüş herkes bir şeyler geçirip üzerine 
bir kabuğumuz var diyorum ki hepimiz bir yarayız 
dünya denilen bu klinikte çeşitli sebepler ve renklerde kanayan

terlemiş ellerimle buruş buruş mektuplar yazıyorum 
mektuplar tanıktır 
ölü bir yaz burası neresinden bakarsan bak ölü  
bir yanda aynaya dönüşen yeşil sular 

sana konuşuyorum salaş bir barın çok sarhoş tenha çıkışından
bir bir tekmeliyorum kaldırımdaki boş şişeleri 
aşk katliamdır! aşk katliamdır!
ki ne kullandığın önemli değildir ayrılığı anlatırken   

birileri geziniyor karanlıkta geceyi kim açık bıraktı!?
kim açık bıraktı herkes çıkıp giderken bu kapıyı 
gözlerin kör bir aşka bakıyor, aldanıyorsun 
ve bazı sarhoşluklar mühürsüz birer mektuba dönüşüyor  

ben mi yoldan çıktım yol mu benden
nereden düştüğünü unuttuğum hayli çizilmiş bir şeyi ovuyorsun   
ve yorgun bir ses ayak basıyor boşluğun kımıltısız avlusuna

kapansın ve bir daha açılmasın günlükler 
çünkü senin el yazında okunmaz olmuş adım
dağılmış mürekkep aklının yağmurları üzerinden geçmiş dargın kağıdın
ne yapsak tamamlanmıyor kelimeler parçalandıkları geceye saplanmışlar
orada iyiler ve ne yapsak bir cümle kurulamıyor adım düşünüldüğünde 

beden ruhun kuklasıdır sevgilim 
ve aşk bir katliam 


kuşku grisi



19 Mayıs 2014 Pazartesi

Ocak...

Ruh,
yurt,
aş,
ev,
 ve zalimlerin kazdığı mezar. Ocak…

ruh…

Ataların ruhudur, dedi kadın küçük çocuğun yüzündeki şaşkınlıkla eğlendiğini belli etmemek için gülümsemesini gizleyerek. Ocak yandıkça biliriz ki bizledirler ve korumaları üzerimizdedir. Çocuk iri kahverengi gözlerini ocağın alevine dikmiş, anlamazlığına içerlediğini belli eden dudaklarını çiğniyordu. Merakı rahat vermedi. Sönerse ne olur, diye sordu gözlerini ateşten çevirmeden. Kadın da, çocuktaki merakı yıllar önce geride bırakmış, onun yerini derin bir saygı almış bakışlarını ateşe yöneltti. Ocak, dedi. Sönmez. İzin vermeyiz.

yurt…

Burası iyi, dedi yaşlı adam.  Yorgun ve bilge gözlerini önlerinde uzanan düzlükte dolaştırırken ardında bekleyen büyük ailesinin sessiz bir sabırla bekleyişinin esintisini duyuyordu.  Uzakta akan derenin şırıltısına eklenen esinti yüzüne çarpınca gergin dudakları gevşedi. Arkasına dönmeden seslendi, bekleyen kalabalığa. Ocağımızdır artık, dedi. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk aynı anda eğildiler, toprağa dudaklarını sürerek kabul istediler.

aş...

Haber veremedim önceden, dedi adam ocaktaki tencereye eğilmiş kadına. Tedirgin görünüyordu. Kadın başını kaldırıp baktı. Olsun, dedi. Allah ne verdiyse yeriz. Ocağımızda ne varsa. Rahatlamış bir tebessüm yayıldı adamın yüzüne. İçeriden sürpriz misafirin çocukla oynarken attığı kahkahanın sesi yükseliyordu.

ev…

Havadis beklenmedik bir hızla yayılıyordu ev ev. Feryatlar bir ocaktan diğerine karartıyordu göğü. Ocaktan ırak, duası daha yaşlı kadınlar dizlerine vuramadan kötü haber kapılarına ulaşıyordu. Gece, kötülüğün zifiri boyasına kesmişti. Çünkü bazı ocaklar zalimler tarafından kazılırdı hayatın haksız döngüsünde…


Üçrenk Kırmızı



12 Mayıs 2014 Pazartesi

HER BİTİŞ BİR BAŞLANGIÇ DEMEKTİ..

Fransa'nın küçük bir kasabası olan Orly'de 1850 yılında doktor olan anne ve babanın 2. çocukları olarak dünyaya gelmiştim. Çocukluk yıllarımdaki sakinliğim ve çocuk yaşıma rağmen mantıklı konuşmalarımla annemleri büyülemiş, okul yıllarımda kazandığım başarılarımla bir çok öğretmenimin örnek gösterdiği bir öğrenci olmuştum. İnsanların duygu ve davranışlarının sebeplerine olan merakım beni psikoloji okumaya yöneltmiş ve hatta Strasbourg Üniversitesindeki en genç doktora öğrencisi ünvanını almıştım. Şu an büyüdüğüm kasabada yaklaşık 10 yıldır psikolojik sorunları olan hastalarımı tedavi ediyorum.
Bu kasabada bir çok insanın batıl inançları bulunuyordu. Bunlar arasında en ilginci ise Karoline adlı hastamdı. 21 yaşında genç bir kız olan Karoline 6 ay önce ailesi ile birlikte gelmişlerdi. Durgun bir yapıya sahip olan bu kız Martinez ailesinin tek kızıydı. Omuzlarına kadar olan kısa siyah saçları her zaman dağınık ve bakımsızdı. Gözleri irice ve koyu kahveydi. Simsiyah saçları beyaz tenini solmuş gösteriyordu. Yaşadığı her olayı duru bir sakinlikle anlatması hem ürkütücü hem de rahatlatıcı olmasından ötürü bir çelişki yaratıyordu.
Karoline Martinez rüyalarından etkilenen ve onların gerçek hayatla ilişkisi olduğunu, bir nevi olacakları gördüğüne inanan bir hastamdı. Uykularında onu ele geçiren kötü bir ruh olduğuna inanıyordu. Yaklaşık 2 senedir uyumamak için çeşitli ilaçlar kullanmış, birkaç kez intihara teşebbüste bulunmuş, kendini anlatamadığına inanan biriydi.Ona başından beri inanmış mıydım bilmiyorum ancak Karoline bana rüyalarını anlatırken çoğu zaman içimde bir ürperti olduğunu hissettiriyordu.Bir çok hastalık tedavi etmiş olmama rağmen böyle bir hastam hiç olmamıştı.Bunun uzun soluklu bir tedavi olacağını ama sonunda onu tedavi edeceğime çok inanmıştım.
Bir keresinde kuzeni Meline’nin ölmesi gerektiğini yoksa onun çevresine çok zarar vereceğini gördüğünü annesine anlatıp koşarak evden ayrılmış ve doğruca kuzeninin evine gitmiş,kuzeni Melineyi görür görmezde üzerine saldırmış.Babası onu zor ayırıp sakinleştirmiş. Karoline ise bana bu olayı anlatırken derin bir huzur içindeydi. Çünkü kendisi bu olayı hiçbir şekilde hatırlamıyor, sadece ona anlatılanları paylaşıyordu.
Ara sıra uyguladığım tedaviler ve sakinleştiriciler birkaç ilaç fayda ediyor gibi olsada çok geçmeden Karoline ilk günkü haline dönüyor, her şeyi baştan anlatmak ve dinlemek zorunda kalıyordum. Aslında bu tür hastaları hastaneye yatırıp tedavisini gözetim altında devam ettirilmesini önersem de Karoline’a baktığım zaman onu bırakmamam gerektiğini hissettiriyordu. Doğrusu ben Karoline’a yeniliyordum ve bu başarısızlık ben de merak duygusu da uyandırmaya başlamıştı.
6 ay boyunca bazen iyi genellikle kötü durumda olan Karoline’ i 3 hafta önce tekrar çağırdığımda bütün seans boyunca şarkı mırıldanır gibi söylendi. Söylediklerini zar zor anlasam da cümlenin içinde gizlenen bazı kelimeler tüylerimi ürpertmeye yetmişti.
Tam 1 saat 14dk onu öylece dinledim. Sonra da seansın bittiğini söylediğimde bana dönüp ‘benim seansım bitti’ dediğinde hiçbir şey söylemeden yüzüne baktım. Garip bir tebessüm oluştu yüzünde, sonra da çantasını alıp çıktı.
Oturduğu eski sandalyede ince beyaz ceketini unutmuştu.Peşinden gitmek geçmedi içimden.Kapının yanındaki portmantoya asıp,masama oturdum. Çok geçmeden telefon çalmıştı.Eşim Suzan’dı arayan. Eve geçerken almam gerekenleri söylüyordu.Bir kağıda not alıp,kapattım telefonu.Koca gün 2 hastam olmasına rağmen öyle yorgun hissetmiştim ki kendimi,zar zor ayaklanıp ceketimi alıp ben de çıkmıştım.Eve vardığımda eşimin leziz yemeklerini bir an önce mideme indirdim sonra sıcak bir duş aldım. Öylesine mayışmıştım ki ne zaman uykuya daldım pek hatırlamıyorum.
Ofisin kapısını açmaya çalışıyordum.Anahtarı ne tarafa çevirirsem çevireyim kapı kitlenip duruyor,içeriden garip bir ses geliyordu.Bir anda fark ettiğim ofisin içinde olduğumdu kendimi kilitleme çalışıyordum. Arkamı dönüyorum fakat biraz tedirginim. Ofis içinde bir tek eski dökük sandalyem duruyor üzerinde Karoline’nin ince beyaz ceketi,ürperiyorum. Kafamı yerdeki siyah taşlardan kaldırdığımda arkamda kalan kapı bir anda karşımda beliriyor ve kapının önünde sarkan bir beden,yaklaşmıyorum. Uzun bir süre bakıyorum, bu beden yorgun ve halsiz görünüyor, Karoline diye sesleniyorum istemsizce. Yüzü pek görünmüyor. Sonra garip bir mırıldanma duyuyorum,tanıdık kelimeleri barındıran.-sıra,kader,bitiş,başlangıç,sıra,kader,bitiş,başlangıç,…- Nefes almakta zorlanıyorum. Sanki nefes alamıyorum..
Yataktan sıçrayışımla eşim Suzan’da korkmuştu. Birkaç saniye nerede olduğumu anlamaya çalıştım.Gördüklerimin kabus olduğunu anlayınca derin bir nefes almıştım. Saate baktığımda sabah 5 olduğunu fark ettim. Eşime geçtiğini tekrar uyumasını söylerken aklımdan, rahatsız edici kelimeler geçiyordu. Kalkıp salona inmiştim. Gün ağırana kadar eski gazeteleri okudum, birkaç bulmaca çözdüm.Kafamı dağıtmak için iyi gelmişlerdi. Saat 7 buçuk olduğunda giyinip, eşimin yanağına bir buse kondurmuştum. Ofise gitmek için yola koyulmam gerekiyordu.
O gün gördüğüm rüyadan sonra bir karar almıştım.Karoline’nin ailesine onu bir hastaneye yatırmaları gerektiğini bu şekilde tedaviye devam etmek onu daha da kötüye sürükleyeceğini anlatıcaktım.Sabah 9 da seansı vardı. Ofiste de zaman geçirmek için birkaç yazı yazdım, kendimi o kadar kaptırmışım ki saatin 11e geldiğini anca fark ettim. Hiçbir seansı kaçırmazdı. Martinez ailesi kızlarının iyi olması için her şeyi tam yapmak isterlerdi. Ne olmuştu da gelmemişti diye düşündüm,aklımdan yine kelimeler geçiyordu. Daha fazla dayanamadım,ceketimi alıp çıktım,Martinez ailesine bu durumu evlerinde anlatıcaktım. Yarım saat uzaklıtaki evlerine vardığımda kapılarını açık bulmuştum. İçeri girmek için iki kez düşündüm ve sonunda kendimi içeri buldum. Tanımadığım bir çok yüz vardı etrafta, ağlaşan kadınlar onları sakinleştiren beyler. Sonunda Karoline’nin annesini gördüm karşıda. Yanına gidip oturdum. Yüzünde acı oturuyordu. Ne olduğunu sormama gerek bile kalmamıştı. Kadın ağlayarak bakıyordu.Sustum. Sonra dönüp bana bir mektup verdi, mektubun üzerinde Dr. Andrie yazıyordu.Size bu mektubu bırakıp kendini asmış dedi. Mektubun içindeki kağıdı açıp okumak zor gelse de içimdeki meraka yenilmiştim. Kağıdın tam ortasına yazılmış kelimeler bir an da kalp atışlarımı hızlandırmıştı.’Sıra,kader,bitiş,başlangıç. Benim sıram bitti, kader sizi seçti, her bitiş bir başlangıç demekti’ yazıyordu.
Karoline o gece sırasını bana devrederek gerçek bir uykuya dalmıştı.
Sonbahar Sarısı


4 Mayıs 2014 Pazar

gece kondu baykuş ile


sararmış sağ işaret parmağını kondurursa gırtlağına.

sağanaklar fışkıracaksa ard arda
koyu renk bir sığınak oturuyorsa orada
kıyısında dinginlik oynanacaksa
avuçlarıyla sımsıkı susacaksa
damıtacaksa sarhoşluğunu
antik kadehlerinden dem vuracaksa
harlayıp harlayıp gölgesini
üzerine parşömenler asacaksa
koku hafızasına haykırıp
ellerini yutacaksa
kaçak tütüne dudak koyacaksa
bir ayağını bırakıp orada
kırmızıya göz dalacaksa
kırmızıya söz koyacaksa
kırmızıya kök salacaksa

sararmış sağ işaret parmağını kondurursa gırtlağına.

görünen bir sessizlikle
bir eli fincana bir eli kalbine bakacaksa
göz bebeklerini sakınacaksa
saklana saklana ebe olacaksa
ağır ağır kusacaksa itiraflarını
tutacaksa dilini diz boyunda
sağır gibi tadacaksa
dile batan tozları sökecekse tada tada
bir başka anın anısını yapacaksa
iki küçük delilikten bakacaksa
dudaklarının kenarlarına incelikler koyacaksa
ayak parmaklarına beste yapacaksa
sevmese de kazağını çekiştirip
yola koyulacaksa
kirpiklerine inanarak ona sarılacaksa
hızla öpüp
acemice uzaklaşacaksa
kırmızıya söz saracaksa
kırmızıya göz koyacaksa
kırmızıya kök salacaksa

sararmış sağ işaret parmağını kondursa ya gırtlağına..

üç ton kara