27 Eylül 2015 Pazar

YOKLUK BAHÇESİ

rüzgârla sevişmeyi düşlüyor elma ağacı, birkaç dalını
kurban vermeye çoktan hazır. gıcırdayan avlu kapısını
tıklatan gün ışığı, arıktan akan suyla birleşiyor. adını
söylüyorum, kaç defa, duvardan sarkan hevenklere
bakarken. yokluğun, toprağa saplanmış bir çapa gibi
duruyor gövdemde.

bir kere deneseydik keşke diyorum, eşikte biriken
karıncalara bakarak. bir kaya keleri taşlarda temizliyor
ayaklarını. yularından boşanmış bir at gibi geçiyor
zaman, birbirine değmeyen gölgelerimizin arasından.
uzakta, kıyısına hiç inmediğimiz bir denizde, birbirine
dolanan yosun oluyor parmaklarım.

kim bilir kaç yıldır başka bir şehirde uyanıyorum,
kargalar ve kargılarla beraber. boynunu büken
portakaldan dinliyorum ve yaprağıyla yüzünü örten
incirden. gözlerin gece vakti aniden sis çöken bir
gemi ormanı. bir kere dokunsaydım diyorum, uzun
yazlardan sonra yağmur yağmış gibi olurdu kente ve
güneşin doğmasını beklemezdik sabahın olması için.

gece bahçeye iniyor, yatıya kalacağı belli. tarhlarda bir
telaş. tedirgin çitlerin yalnızlığı, kabuğuna çekilen
salyangoz ve kuyu ağzında sallanıp duran paslı kova.
gidip geliyor kalbim, yüklü gidip boş dönen bir vagon
gibi. korkusuzluğu öğreniyor bir korkuluk, ara sıra
başını kaldırıp baktığı gökyüzünden.

hiç mi sevmedin diyorum, ay ışığı terini alırken alnının.

hayat, bükülmüş bir çivi gibi duruyor bir kenarda.


Kahverengi