20 Kasım 2015 Cuma

SEVDA KADINI



Gönlümde yükselen celali bir isyanla başka hayatlara eğilmek, yaşamak adına yok olmak istiyorum. Ve seni geriye düşürüp gidiyorum.

Başka bir şehirde Arnavut kaldırımları çiğniyor, taş sokakları ezber ediyorum. Geceye yürüyorum. Zifiri bir sensizlik ile bezenmiş yatağa dönmeyi düşünürken birden duvarda ki yazılara tutuluyor gözüm, tutup bir yenisini de ben ekliyorum. ‘Sevda kokmalı devrim’ bir adam arkamda duruyor okuyor yazıyı, sevdamı çekip gidiyorum.

Ertesi gün öğrendim adının Mehmet olduğunu, uzun uzun konuştuk. Mehmet ile saçacağız yaşam tohumlarını, onunla kucaklıyorum umudu, tuttum elinden güneşe yürümek istiyorum.

Fakültelerimiz farklı olduğu için gündüzleri görüşemiyoruz. Akşamları hep birlikteyiz, yeni sevdalar edindim Mehmet’le… Bu akşam gazete dağıtacağız ben Mehmet ile gidiyorum ondan sonraki akşamlarda hep onunla gidiyorum. Elim de ki gazeteye ilişiyor gözlerim; resimler sen, manşetler sen, yazılar sen! Özlemin örülüşünü hücrelerimde hissediyorum.

Bu gün güneşten önce doğdum, derneğe gittim hemen yarına yürüyüş var. döviz hazırlayacağım elime alıyorum kalemi iki özgürlük cümlesinden sonra seni yazıyor, tüm kelimeleri durdurup seni yaşıyorum.

Biraz sonra Mehmet geliyor ‘’sevda kadını sevdan bu kadar mı? İki saate iki cümle’’ diye takılıyor. sende ölüyorum.

Ruhum bedenimden sıkılmış özgürleşmek istiyor. Derneğe gidip arkadaki odaya geçiyorum hemen, elime Erbane’mi alıyorum, Tom vuruyorum; sen! Bek; sen! Çep; sen! Erbane kadının sessiz çığlığıdır; ben vurdukça seni çığırıyor…

Bu gün hiç çıkmak istemiyorum yataktan hatta öyle ki okula gitmiyorum; derneğe geçtiğimde de akşam olmuş arkadaşlarla selamlaşıyor ve köşeme geçip oturuyorum. Mehmet te gelip oturuyor. Konuşmak istiyor lakin dilim tek bir harf için bile dönmek istemiyor. Viran diye başlıyor; daha sonra 29 harfin ikisini bile yan yana getirip tek kelime edemiyor.

Gecenin en çok içime işlediği saatlerde yolla çıkıyoruz. Hiç uyumuyorum tüm yol başım Mehmet’ in omzunda dışarıyı izliyorum. Şehirlerin geceyi yırtığını sanan budala lambalarına sövüyorum ‘dinleyin siz karanlığı aydınlatamıyorsunuz’. Sabahın ilk saatlerin de varıyoruz bir devrimi içine katan toprağa, Viran’ı artık saramayacak olan Viranşehir’e. Budala lambalar sönüyor birer birer… Bir gün güneş aydınlatacak biliyorum, güneşin çocuklarıyız biz, umut doluyorum. O sırada tülbendinin beyazı karalar bağlamış bir ana göruyor gözlerim, koşup sarılıyorum, ‘aydınlığımdı yavrum, karanlığa gömüldüm’ diyor. Dönüp güneşe bakıyorum, güneş çürüyor.



Karanlığa gömülen ananın sözleri yankılanıyor kulaklarımda, hüzün çiseliyor yüreğime, elimde patlıyor çaresizlik…

Atıyorum kendimi dışarı, yolda Mehmetlerle karşılaşıyorum ‘’sevda kadını haydi eyleme, alanlarda görelim sevdanı’’ diyor. Gidiyoruz.

Eylemden sonra Mehmet’le yürüdük biraz. ‘’Özgürlük derken kendinden geçiyorsun’’ diye takılıyor her zaman ki gibi.

Özgürlük derken kastım sen! O bilmiyor. Sarılıyorum ona sımsıkı, o son olduğunu da bilmiyor.

Yaşanmışlıklar ile sensizlik arasında yıllar var. Bitiriyorum, sevda kokmalı devrim.

Devrimi aşkta yapmaya geliyorum.


Gewr