8 Kasım 2015 Pazar

BU SABAH UYANMADIM

2. Gün

Bir sevdaya saygı duyamayacak kadar uzak yaşıyoruz sevgiden. Burası cennetin lobisi gibi. Tüm dünyevi hazlardan yoksunuz. Maddi olarak hepimiz eşit durumdayız. Hesap zamanı dedikleri bunun gibi bir şey mi acaba? Bedensel olarak bir cesetten farkımız yok. Hiçbir yerimizi kıpırdatamıyoruz ve geçmişten başka düşünecek hiçbir şey yok elimizde. Yarın için plan yapamıyor olmak sıkıcı gelse de en azından yarın yapmam gereken şeyleri yapmadığım için çok geçerli bir mazeretim var. Hayatım boyunca yapmak istemediğim bir sürü şey için geçerli mazeretler buldum. Ergenlik dönemimde bununla ilgili zaman zaman komik duruma düşmüş olabilirim. Hiçbir şey hissetmeden yaşamak çok ilginç. Hayatımın bazı dönemleri, yeniden yaşamak istediğim deneyimleri hissetmeye çalışarak geçti. İlk Hürriyet’i öpmüştüm. Bu, adını kendinden çok sevdiğim kız, arzularımı dizginlemekte en çok zorlandığım kişidir. Onunla yaşadığım her saniyeyi yeniden hissetmeyi çok isterdim. Çok yaşlı sayılmam ama yaşlıların kaybettiği heyecanın nedeni, artık bir şeyleri ilk kez yaşama ihtimallerinin çok az olması sanırım. Bende her şeyi öğrenme heveslisi biri olarak bu heyecanları yaşıtlarımdan önce tükettim. Hürriyet’le ilk tanıştığımızda O’na kendisinde hoşlandığımı söyleyemeyecek kadar utangaçtım. İtiraf edeyim hala hoşlandığım birine bunu direk söyleyemem. Bu yüzden ilişkilerimin başlangıcı hep dolaylı yoldan bir şeyler anlatmaya çalışarak, sadece iki kelimeyi söyleyemediğim için binlerce kelime kullanarak geçmiştir. Her seferinde farklı bir strateji, farklı bir yaklaşım kullanarak, ezilmeden bu işi becerebilmek beni gururlandırırdı. Bu konudaki başarım siyasi kariyerimi de olumlu yönde etkileyebilirdi ama neyse ki siyasetle ilgim yok. Belki de arkadaşlarımın benden daha -yırtık- olmasının sebebi küçüklüğümde babamla fazla görüşememiş olmamdır. Kendisi sonrasında bunu fazlasıyla telafi etti ama her şey zamanında olmalı bence. Bana ne olmam gerektiğini hiç söylemeyen ama ne olmamam gerektiğini çok iyi kafama sokan babam, bugün burada yatmamdan sorumludur. Bunu bir suç olarak değil aksine gurur duyarak söylüyorum. Kaç kişinin cenazesinde insanlar hakkını gerçekten helal ediyor? Ya da kaç kişi sevmediği adamın cenazesine hakkını helal etmemek için gidiyor? Beni hayata ve insanlara karşı bu kadar sorumlu yetiştirmeseydi belki şu an burada yatıyor olmayacaktım. Erkek Pollyanna gibi davranmak istemem ama kendimle hesaplaşmak için şartların en müsait olduğu durumdayım. Bunu yapmayı uzun zamandır istiyordum ama hiç fırsat olmamıştı. Şimdi epeyce vaktim var sanırım ve kendimi acımasızca deşebilirim.

Ortaokulu bitirdiğimde epeyce büyümüş havasına girmiştim. O zamandan sonra her gün, bir önceki gün yaptıklarıma baktığımda “o zaman küçüktüm” diye avuttum kendimi. Liseye başladığım ilk gün seçtiğim bölümle ilgili yanlış karar verdiğimi anladım. Ama yine yanlış yapmış olmak beni şaşırtmadı ve kendimden nefret etmek için çok erkendi. Yanlış yapa yapa doğruları öğrenecektim ama böyle saçma bir öğrenme sistemi, -insanoğlunun aynı dönemde periyodik olarak aynı yanlışları tekrarlaması- bu kadar neslin ardından neden hala mükemmel varlıklar haline dönüşemediğimizi açıklıyor. Yani ergenlikte başlayan gerzeklik insan evrimini yavaşlatıyor. Lisenin ilk yılı o kadar verimsiz geçmişti ki, ikinci dönemi kapattığımda 8 tane zayıfım ve sıfır ilişkim olmuştu. Oysa ilk gün saatler süren sıkıcı törende sap gibi dikilirken tam tersini hayal etmiştim. İkinci yıl durumu lehime çevirmek için epeyce çaba harcadım. Sonuç 4 zayıf 2 ilişki olarak değişti ama sınıfta kaldım... Bu durumda 2 ilişki yaşayabilmek 1 yıla mal oldu. Sonrasında dönem içerisindeki ilişki sayısını artırıp en azından kaybedilen yıla değer olması üzerinde çalıştım. 3 yılım gitti... Zaten su tesisatçısı olmam beklenirken ben simyacı olmak istemiştim sonra baktım ben de öyle bir yetenek yok. Zaten ikisini de olamadım.

Hayatım boyunca içinden çıkamadığım maddi yokluk, aslında ne kadar varlığı zenginlik olarak gördüğümle alakalıydı. Ben epeyce hayalperest olduğum için hiçbir zenginlik benim için zenginlik değildi. Çünkü zengin olduklarını düşünen kişiler özgür değildi ve sürekli kendilerini ve paralarını korumaları gerekiyordu. Bu durumda bir yere yığılmış çokca para zenginlik olamazdı. Sürekli kazanç getiren ancak hayatından zaman almayan bir varlık zenginlik sayılırdı. Yani hayal ettiğim şey, yemyeşil bir bahçe içinde ayaklarımı uzatıp bir roman yazmaksa ve ben bunu yapabiliyorsam zengin sayılabilirdim. Aslında şu an Taksim’de ıslak hamburger yiyebilenler bile dünyanın en zengin insanları. Çocukluğumda yaptığım garip icatların sonraki yaşamımda bir gelir kaynağı olmasını hiç beklemedim ama o dönem içinde küçük getirileri oldu. Liseyi bitirdiğimde parlak bir ticari geçmişe sahip olmama rağmen sonrasında hiç başarılı olamadım. Bu o döneme özgü bir durum muydu acaba? O dönemde yaptıklarım veya aldığım kararların hepsinin yanlış olması bir tesadüf olamazdı. Sonrasında da “lan hangi yolu seçsem yanlış olacak nasılsa” deyip rastgele kararlar vermeye başlamakta hayatı çar çur ettiğim bir dönemdir. Bu dönem içinde evlenmiştim mesela… Her yıl benim doğum günümden iki gün önce evlilik yıldönümü kutlayan annem ve babamı çok kıskanıyorum. Başarısızlıklar listesine eklediğim her madde için oylama yapıp en salakça olanını seçmeyi düşünüyorum. Böylece toplamda en fazla ne kadar salak olabileceğimi ölçebilirim. Salaklık konusunda tutarlı bir başarı göstermek hiçbir ödülle şereflendirilmiyor oysa bende isterdim bir gün bana da -dünyanın en başarılı salağı nobeli- verilsin. Böylece nobel alan ikinci Türk olabilirdim. Salaklığın takdir edilmediği bir dünyada yaşamaktan nefret ediyorum!

Ben bunları düşünürken Hasret amca 3 kez daha ölemedi. O buradan sağlam çıkıpta ben çıkamazsam bana nobel vermeyen vallahi şerefsizdir…

Narçiçeği