24 Ekim 2014 Cuma

ATIFET HANIM


‘’Baban duyacak! kapıyı kapat..’’
‘’Anne o telefonu istiyorum, mesaj bile atılmıyor bununla.’’
‘’Oğlum..’’
‘’Harçlıklarımdan da veririm, okula evden ekmek götürürüm. Bak yaz geliyor çalışırım.’’
‘’Yavaş..’’
‘’O sızar şimdi, duymaz.’’

Gözlerini zorlukla açtı. Saat 6.30 u gösteriyordu. 
‘’Çayı koydun mu kız’’

Eve kokusu sinmişti leş gibi, hızla kalktı. Çayı koydu, akşam yapacağı kuru fasulyeyi ıslattı. Oğlan gözlerinin içine bakıyordu ya da ona öyle geldi. Ah kınalı kuzum diye inledi. Sonra kocasının ellerine baktı, tütünden sararmış parmaklarına. 

‘’Şimdi kafana patlatacam ne söylenip duruyon, adam mı oldun lan, iş yerinde Atıfet Hanım denince bi bok mu oldum sandın.’’

Bu kez oğlunun gözlerine bakamadı, yumruklarını sıktığını gördü çocuğun, irkildi. Başını yerden kaldırmadan, bulaşıkları topladı.

Hızlı adımlarla iş yerine gitti. Kimse gelmeden çayı koymalıydı, öğlene yapacağı yemeğin adını hatırlamaya çalışıyordu bir yandan. Sekreterin internetten bulup verdiği tarifi çıkardı cebinden. Izgara polento. Gülme tuttu kırk yıllık kabağı nasıl da allayıp pullayıp acayip bir hale getirmişlerdi. Pansomen peyniri diye mırıldandı. Pansuman yok yok, parmesan. Kahvaltıya gelen muhasebeci kızlarla gülüştüler. Özenle yemekleri yapmaya koyuldu, bugün patron gelecekti. Ne heybetli adam be dedi, tatlının kekini çırparken. Muhasebeci kızlara ne tatlısı yapacağını söylemedi. Çay servisi yapan arkadaşına seslendi. 

‘’Var ya bunların bana nazarı değiyor, gözünü seveyim tatlıyı söyleme, valla onlar duydu mu kabarmıyor.’’
‘’Atıfet abla kanamam gelmedi”
‘’Ne diyon kız sen üç tenesi yetmedi mi aklını başına al. Beni gör rezilliğimi, hap vermediler miydi sana’’
‘’ İçiyodum ablam da kanamalarım uzun sürünce adam kestirdi hapları. On gün sürüyordu hastalık, adam da haklı abla’’
‘’ Salak kız, adam da haklıymış töbe töbe, dur hele moralini bozma, Sude Hanım’a söyle yavaşça sırdaştır o, doktor tanıdıkları çok’’

Mis gibi kokular gelmeye başlamıştı, gururla eserlerine baktı. Etrafına göz gezdirdi, tatlının kremasına parmağını batırıverdi. Tadı da pek güzeldi. Tatlıdan artsa da kınalı kuzuma da götürsem diye geçirdi içinden.

Akşam karanlığı çöküyordu, kalbi gibi, ruhu gibi, eve dönüş yolu gibi. Oğlu annesini almaya gelmişti. Yan gözle stajyer kıza baktı. Nasıl da maviydi gözleri. Deniz gibi, küçükken oynadığı bilyelerin içindeki renk gibi. İçi ısındı. 

Kuru fasulyeyi ocağa koydu, sofraya birbirinden farklı beş tabağı yerleştirdi. Kuru soğan kırdı.

‘’Anne telefon, telefon, telefon…”
‘’Sus be şaşkın’’

Baba içeri girince sustular. Yemek bitince, iş yerinden artan tatlıyı sofraya getirdi. Gözleri parlıyordu. Patronun dediği aklına geldi. Atıfet Hanım siz bunu çözdünüz, böyle yemekler olursa her öğlen buraya geleceğim anlaşılan. Sofranın devrilmesiyle titredi.

‘’ Lan oradan bir şey getirmiyecen demedim mi sana’’ Kapıyı çarpıp çıktı.

Yerdeki tatlıları toplarken hem gülüyor hem ağlıyordu. Neyse bu sefer vurmamıştı. Oğlu yanına geldi. Eğildi annesinin ellerini sildi. 


‘’Anne telefonu yazın alırız.’’

ÜçRenk Mavi