19 Mayıs 2014 Pazartesi

Ocak...

Ruh,
yurt,
aş,
ev,
 ve zalimlerin kazdığı mezar. Ocak…

ruh…

Ataların ruhudur, dedi kadın küçük çocuğun yüzündeki şaşkınlıkla eğlendiğini belli etmemek için gülümsemesini gizleyerek. Ocak yandıkça biliriz ki bizledirler ve korumaları üzerimizdedir. Çocuk iri kahverengi gözlerini ocağın alevine dikmiş, anlamazlığına içerlediğini belli eden dudaklarını çiğniyordu. Merakı rahat vermedi. Sönerse ne olur, diye sordu gözlerini ateşten çevirmeden. Kadın da, çocuktaki merakı yıllar önce geride bırakmış, onun yerini derin bir saygı almış bakışlarını ateşe yöneltti. Ocak, dedi. Sönmez. İzin vermeyiz.

yurt…

Burası iyi, dedi yaşlı adam.  Yorgun ve bilge gözlerini önlerinde uzanan düzlükte dolaştırırken ardında bekleyen büyük ailesinin sessiz bir sabırla bekleyişinin esintisini duyuyordu.  Uzakta akan derenin şırıltısına eklenen esinti yüzüne çarpınca gergin dudakları gevşedi. Arkasına dönmeden seslendi, bekleyen kalabalığa. Ocağımızdır artık, dedi. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk aynı anda eğildiler, toprağa dudaklarını sürerek kabul istediler.

aş...

Haber veremedim önceden, dedi adam ocaktaki tencereye eğilmiş kadına. Tedirgin görünüyordu. Kadın başını kaldırıp baktı. Olsun, dedi. Allah ne verdiyse yeriz. Ocağımızda ne varsa. Rahatlamış bir tebessüm yayıldı adamın yüzüne. İçeriden sürpriz misafirin çocukla oynarken attığı kahkahanın sesi yükseliyordu.

ev…

Havadis beklenmedik bir hızla yayılıyordu ev ev. Feryatlar bir ocaktan diğerine karartıyordu göğü. Ocaktan ırak, duası daha yaşlı kadınlar dizlerine vuramadan kötü haber kapılarına ulaşıyordu. Gece, kötülüğün zifiri boyasına kesmişti. Çünkü bazı ocaklar zalimler tarafından kazılırdı hayatın haksız döngüsünde…


Üçrenk Kırmızı