14 Ağustos 2013 Çarşamba

YASEMİN OTELİ...

çamlardan sızan reçineler gibi akıyordu yaz, başlarını toprağa
gömen otların arasından. dünya avucuna bırakıyordu yuvarlağını.
gözlerinde iki karınca, portakal çekirdeklerinden bir gerdanlık
yapıyordun mevsimin boynuna.

bir kilise çanı gibi uğuldadı yalnızlık. yıkık duvarların üstünde
kurusun diye bekletilen gün, çukur ağzına kurulmuş bir sedirin
boşluğunu ekledi ömrünün geri kalanına. dağlara kekik toplamaya
giden çocuklar, omuzlarında yaralı ağaçlarla döndüler eve. çok
kırılmış bir kalp kadar esnedi gece. atladı fundaların, ısırganların,
hatmilerin üstünden. gelip bir üzüm tanesi bıraktı, rüzgârın
tozlarla eğittiği sırtına.

gövdende nem müptelası bir mahzeni ağırladın sen. bacaklarını
karnına çekerek ağlayan akşamları, kuyuya atılan bir taşın
yankısını, fırtınanın peşinden sürükleyip getirdiği kurumuş
dalları ağırladın. yaseminler suya bıraktı kokusunu.

gece vakti terleyen isimsiz kasabalara benziyordu ömrüm. seni
tanıdığımda, devrilmiş bir ağacın geride bıraktığı sessizliktim.
bir taş taciri, durduk yere boynunu kayalara sürten. terk edilmiş
bir evin gölgesinde sallanan salıncak, durgun suda yüzen köknar
kabuğuydum. eğilip kendi ellerinden öpüyordu rüyama sığınmış
şehirler.

sana dokundukça yaşını büyüten bir kışı ağırladın kalbinde. avluya
dağılmış porselen kırıklarını, denizini kaybetmiş yosunları, boynunu
yurdu bellemiş yağmur göllerini ağırladın. içinden baktı uykusunu
dağlara ödünç vermiş bir ırmak, adını bir kimsesiz atlarla değiştirdi
sabah esintisi.

aşk; denizi görünce aksamaya başlayan doğu ekspresi.



Kahverengi