1 Mart 2013 Cuma

YANMIŞ BİR NOT DEFTERİNDEN KALANLAR




sustuğun zaman, kurumuş dere yataklarının sessizliği çökerdi
üstüne. vızıldayan birkaç su sineği öylece etrafında döner ve gün
usulca çekerdi kanatlarını camlardan. hayatına giren her yeni
insanla beraber, bir adım daha uzaklaşırdın benden. kendi
yangınıma odun taşırdı sana dokunamayan ellerim.

sana bakmaktan gelirdim ve uçurumdan yuvarlanan taşlara.
çalılarla kapatılmış bir kuyunun ağzı gibi sımsıkıydı kalbin.
gözlerinde güneşi ilk defa gören bir incinin telaşı, odana
alırdın coğrafyasını değiştirmiş bir dağdan kalan ne varsa.

atların dişlerine bakıp kendi yaşımızı bulduğumuz zamanlardı.
böğürtlen dallarının ucunu kemirirdi ihtiyar keçiler. sevişmeyi
yeni öğrenmiş bir ağaç kadar tedirgindi gök. avuçlarında ezilmiş
gül yaprakları, ceplerinde kurutulmuş bakla içi, kim bilir, kaçıncı
defa, hayalini kurardın okyanusu salla geçmenin.

telefon tellerine çarpıp yere düşen sığırcıkları toplardı çocuklar.
avcılar, ellerinde kekik ve adaçayı kokusuyla dönerdi her akşam
eve. ‘kış’ derdin, ‘yalnız camdan izlenince güzeldir.’ ayakta
durmakta zorlanan bir buzağı gibi sallanırdı zaman. kadınlar çay
demlerken küf rengi sessiz ve nemli odalarda, sırtlarına çıkardı
yaslandıkları kırlentlerin deseni.

kırlangıçların kanadında yolculuğa çıkan göçmen karıncaları
düşünürdük. yaralarının üstüne koruk suyu döken evde kalmış
kızları. güneşi görünce çimenlerin üstüne yayılan sıpalar gibi
çırpınırdı kalbim. sarmaşıkların ördüğü duvara düşerdi
kabak çekirdeği çıtlayan nar bülbüllerinin gölgesi. yeni sürülmüş
bir tarla, henüz sulanmış bir bahçe gibi açardım gövdemi sana,
parmakların toprağı kaldıran çamurlu bir pulluk gibi dolaşsın
diye göğsümde. geçmiş yıllardan kalan anızları yeniden gün
yüzüne çıkarsın diye.

izi kalırdı omzuna konan kelebeğin. gece senin ördüğün bir
kazak gibi dururdu üstümde. anlatamadım sana, sen gittikçe
o kazağın dikenlere takılmış gibi yavaş yavaş söküldüğünü.
tesadüfen denk geldiğim bir radyo istasyonunda, en sevdiğim
şarkı çalarken, araya cızırtıların karıştığını. bütün atların
bileklerine siyah bantlar takıldığını. anlatamadım, sen gidince,
içimde bir halkın kılıçtan geçirildiğini. yarısından çıktığımız
bir film gibiydi aşk ve sen gözlerini yumdukça kapanırdı
dokunmanın yazlık sinemaları.

bozkırdaki denizkızıydın sen. seni kendime bir kitap yaptım,
kapağını yosunlarla kapladım ve arasına suskunluğunu koydum
ayraç yerine.

keşke,  sapsarı bir ovada dörtnala koşturan atları sevdiğin kadar
sevseydin beni. kıyıya vurmuş batıkların arasından çıkarsaydık
aşkın ekmek kırıntılarını. ve geçerken, üzerimize yeni çiçek açmış
erik dalları bıraksaydı turnalar.

biliyor musun, bir de öpseydim seni, adresine ulaşırdı postada
kaybolan bütün mektuplar.

kahverengi

 
Tirşe