4 Temmuz 2013 Perşembe

EĞRETİ



devam ediyorum kendime

açılış


Cinneti, kırılmış saç tellerinin umursanmadığından da anlıyoruz diye; gel şöyle oturup konuşalım biraz. Söyle, ne derdin var

söyleyelim ve acıtalım yolu
kötü bir devrimi çok uzaktan tanırsın
çocuklarını yerken ki büyük laflarından
içelim, hepsi bu

yanı sıra burkulmuş bir ayak bileğini sürükleyerek; şaraplar ve şiirlere
esirgenmeyen sözler mi kurtarırmış ruhu

kırılma noktasıyken her İstanbul ülkeye, kendime devam etmeliyim
tarih yüklü nesneler… uykuya yatmış bir güneş…
bir de çıt çıkmaz bir sessizlik olduğumuz zamanlar…
cümlenin içindeki gizli dünya, ey


ruhlarını sarınmış iki insan
sonsuza kadar Marx’a kapılabilir
ya da kopabilirdik ondan
ne yapsak ne etsek duruşumuz eğreti; özlenen o dev kalabalıktan uzakta
öznesiz
avaz avaz bağırsak da kördür ve sağır 

belki de hiç göremeyeceğimiz günlerden söz etmenin tam yeri ve zamanı;
bu çöl, bu serap bitecek. çekip gidecek hayatın seferisi de bitecek göçebelik bir sabah kızıllığında; bu aynı toprak yeni bir toprak olunca
içelim, söyletelim ve bırak acıtsınlar şimdi bizi

ayıklayamadığım pirinçler
susarak ilerlediğimiz bir resmin içinde
tıpkı düşen yağmur gibi
düşen akşamlar
düşen bir baş

kaybolmuş ve ıslanmış pabuçlarıyla
yeşil koyusu çimenlerin içinde
yenilmiş bir grevin bezgin yüzü yüzümde


tek başıma çiğnemek istedim vakitsizliğimizi

Ortalık Kırmızısı