27 Haziran 2013 Perşembe

ÇAPULCU KLAVYE


“Fııısssttt, fııısssttt!”

“Hayrola ÇAPULCU, niye fıslayıp duruyorsun?”

“Öyle yazıya böyle işte! Al sana BİBER HAVASI!”

“Anlamadım, ne havası?”

“Fııısssttt, fııısssttt!”

“Fıslayıp durma yahu, derdin neyse söyle de öğreneyim!

“HİÇ BİLE YOKMUŞ! Şu yazdığın saçma sapan öykünün adını söylüyorum. O ne biçim öykü öyle? Hele o ilk paragraf yok mu? Ayıp ayıp, gençlerden utan! İçi geçmiş, pörsük ruhlardan birisin sen de!”

“O kadar da değil, ÇAPULCUM; direniş başlayınca kendime geldim. Bak, yeniden yazıyorum öyküyü!”

“İstediğin kadar tornistan et, unutmam o yazdıklarını!”

Oyuna inanmadığım, artık oynamak istemediğim bir gündü. Bahçeyi son kez görmek için çıkmıştım yola. Dolmuş durağına nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Labirent faresinden bir adım önde biri için önemsizdi bu. Durağın kalabalığına sızan kaos, geleni hizaya sokuyordu, beni de hizaladı.

“Siz böylesiniz, PÖRSÜK RUHLAR! Bir dolmuş durağının kaosuyla bile baş edemezsiniz. Gelene gidene teslim olup hizalanırsınız.”

“Çok acımasızsın ama! İnsan kendini LABİRENT FARESİ gibi hissederse, ancak bu kadar yazar, ÇAPULCUM!”

Korkunç bir girdaba kapılmışken, beton kıpırtısızlığındaki duruşumu nasıl koruduğumu bilmiyordum. Labirent farelerine özgü o donukluğu elden bırakmamam gerekiyordu. Hem labirent faresinin işi neydi ki? Hele benim gibi koridorları olmayan, dümdüz bir dolambaçta saatte bilmem kaç gerzekmetre hızla koşan bir fare için...

Varacağı hiçbir yer olmadığını bile bile bir çizgi üzerinde kendini kemirerek sürüklenen ve tek meziyeti sabır olan bir farenin ürkekliğiyle oturdum şoförün yanına. Bir grup kahkaha arka koltuklara yerleşince yola çıktık.

Hızlandıkça hızlandı dolmuş. İskele durağını tabakhane, yolcularını da bilmem ne yerine koyan bıçkına göz ucuyla baktım; hazdan ölmek üzereydi. Sağlayıp solladığı araçlara bıyık altından gülen yaratık, caka satayım derken hangi cehennemi boylayacağımız belli değildi. Bahçeyi son kez görmeden göçüp gideceğim korkusuyla yolu izlemeye başladım.

Cehennemlerarası geçiş yapmanın işten bile olmadığı trafikte hızla kayıyorduk. Tam yüreğimin ortasındaki fırtınayla çarpışıyordu yol. Göğüs kafesimdeki çırpınışı duymazdan gelip dolmuştaki konuşmalara kulak kesildim. Arka koltukta insanoğlunun hayata çeki düzen verebileceğine inanan kader karşıtı bir kadın konuşuyordu.

 “Helal olsun adama! İçindeki eşşeğe çüş diyemeyenleri karşısına alıp mastürbasyon yapıyor. Üstelik paranızı da alıyor. Kaç paralık hayat öğretiyorlar orada? Sahi, seansı kaç liraydı? Bir de hepinizi azarlıyor, değil mi? Oh olsun size!”

Konuşan kadının hızı, bıçkını yavaşlatır gibi oldu.

“Kişisel gelişim-miş, yerim sizin gelişiminizi! Gelişe gelişe bir hâl oldunuz zaten!”

Yanımdaki, “HEE VALLAAA, ABLA!” diye bağırıp bir yumruk indirdi  direksiyona.

“GEEL İŞEE, GEEL İŞEE... GEELİŞİN DE BATSIIIN, İŞŞİİN DEEE!”

Aşka gelen delikanlı arabayı ışık hızıyla uçuyordu yolda, ama bizden hızlıları da varmış...

“AHA DA!” diye bağıran şoför, “ULLAN SENİ, TAHTALIKÖY ŞEBBEEKKİİİ!” deyip daha beter bastı gaza. Gökten düşmüşcesine önümüze geçen kırmızı motosikletin peşine takıldık. Bir cehennemden diğerine ışınlandığımızı düşünürken arkadaki kadının sesini duydum.

“Yavaşla be kardeşim, gebereceğiz yoksa! LAĞIM FARESİ mi taşıyorsun?”

Kadının yaşadığı korkuyu küçümseyen bıçkını gülme tuttu. Hıçkırıkla aksırık arası bir sesle kahkahalar atan şoför, kendisinden beklenmeyecek cümlelerle konuşmaya başlayınca, ‘Kara cahilin birkaç ton açığı,’ diye düşündüm. Yarı cahilin karesine yakın bir koyuluktaki cümleler gülünmeyecek gibi değildi.

“Meraklanma abla, bu işin matemematiğini biliyorum ben!”
“İyi de kardeşim ya öndeki, arkadaki, yandaki matematik bilmiyorsa?”
“Öğretiriz be abla, dert etme sen!

Biliyor musun, yazdığın kıytırık öyküde ‘Kara cahilin birkaç ton açığı,’ diye küçümsediğin o bıçkın, günlerden beri direniyor. Gece meydanlarda “Defansa gel yavrum!” diye bağırıyor polise. Gaz yiyor, cop yiyor ama hiç vazgeçmiyor. LABİRENT FARESİYİM gibi zattırı zutturu laflar da etmiyor!

Labirent fareleri için bulunmaz bir eğlenceydi konuşmalar. Dolmuşun boğuk havasında uçuşan cümleleri kemirirken, arkaya dönüp “Ben LAĞIM FARESİ değilim!” diyecektim ama havayı bozmak istemedim.

PES DOĞRUSU, ÖYKÜYE EL KOYMANIN ZAMANI GELDİ ARTIK!

“DELİKANLI, AL BU KADINLARI DOĞRU TAKSİM’E! SON DURAK; GEZİ PARKI!

HARFLERİMİ, TUŞLARIMI TOPLAYIP BEN DE GELİYORUM ARKANIZDAN!

                                                                                                                          Sağır Renk