10 Ocak 2013 Perşembe

HAYATA TRENSES'ÇE BİR BAKIŞ



Çok Dertliyim…

Çok dertliyim sivil. Bizim patron benim odamdaki masamın karşısına yeni bir masa, bilgisayar ve doğal olarak bir koltuk koydu. Bunlar da ne demeye kalmadan, bana yeni çalışma arkadaşımı tanıştırdı. Daha adamı görür görmez " amanın" dedim " sivil sözlüğün allahı tuttu beni." bir insan entel olur da, it gibi yakışıklı bir entel olur mu anacım . O gün bu gündür, derdim pek çok ummana mı dökeyim, haydarpaşanın merdivenlerine yüz mü süreyim bilemiyorum. Allahım hem sakallı, hem yakışıklı ( bir göz var, göz değil gözistan) hem de üst düzey entel. Olabildiğince çekiciliğimle bütün gün ağzımın suyu akarak kendisini izlemekten trenyoldaki yeni ürünlere bile bakamadım allah seni inanndırsın sivilcim. Akşam iş çıkışı taarruza geçtim hemen. Çıkıp,birer kahve içelim mi bi yerde diye cilveli cilveli sordum. Entelim ciddiyetimden bir gıdım taviz vermeden " olmaz eve gideceğim " dedi. Kanlı gözyaşlarımı içime akıtarak ama vakarımdan bir an bile ödün vermeden " illa gideceksin madem, hoşuma gitsene" dedim. O arkamdan şaşkın şaşkın bakarken kıvırtmayı ihmal etmeden orayı terk ettim. O gün bugündüğr onun o entel sakalları, gözleri, çantasındaki kitapları ve öğle tatiline çıkarken boynuna astığı savaş muhabiri kılıklı fotoğraf makinesi aklımdan çıkmıyor. 

Offfffffffffffff offfffffffffffffffffffff sivil offfffffffffffff

Entelle Aşk

İyi ki bi 8 mart dünya emekçi kadınlar gününde bana kitap aldı. İkide bi okudun mu okudun mu diye sorup duruyor. A benim güzel gözlü dantelim, sen okudun mu o aldığın kitabı? foucault sarkacı mıdır nedir, iki sayfa okuyayım diyorum. Beynim foucault neyse kimse onun sarkacına binip sallanmıştan beter oluyor. Ne biçim kitap ya. Daha ilk sayfanın 13,5. Satırında kendimi zehirlemek istedim fakat bu denli şahane bi yaratığa nasıl kıyacaksın yapma etme diyerekten kendimi ikna ettim de kurtuldum allah sizi inandırsın bi tanecik gözlüklülerim. Dün sabah yine sordu okudun mu, sarkaç tuttu, başım döndü bayılmışım güzel gözlü saçaklım ama okucam merak etme, dedim. Oku oku çok seveceksin demez mi, ah benim makus talihim ben senin gibi bi dantele aşık olcak trenses miydim, bana hediye diye parfümler, pırtlantalar, prada çantalar dururken kalın kitap alacak bi saçaklıya vurulacak yarı filozof yarı ilahe bi afet miydim ha diye çemkirecekkken, onun o güzel gözlerinden yansıyan ışık başımı döndürüyo ağzıma gelenleri geri yutup, sözlüğü nasıl ezberlediysem bu kitabı da okucam senin için diyorum içimden. Ama and olsun ki o umberto eco mudur nedir o gözlüklüyü bulursam çok fena yapıcam demedi demeyin saçaklılar.

Yalnızlığı Giyinmek

Sanki saçaklı, gözlüklü bi de üstüne sakallı bi güzel gözlüye kendi kendime ve kendimle aşık oldum diye yalnızlıktan çıkmışım gibi ne zamandır giydiremedim o şaşalı yalnızlığımı. Çok ihmal ettim. Bu soğuklarda dondu yavrucak. Ama haftasonu aşk acımı dindirme çabalarım sonucu edindiğim çok güzel, çok pahalı ve çok alımlı giyitlerle ona yaptığım bu haksızlığı telafi edicem iğne oyalarım. Siz de yararlanırısınız bu arada. Az güzel görünün ne öyle saçaklı saçaklı. Kış modası yalnızlığımızı giydirmeye çok uygun renkleri kesimlerle dolu olduğundan işimiz kolay gözlüklülerim. Öncelikle uzun etek modası ve envayi çeşit çizme çeşitliliği en önemli avantajımız. Yalnızlığımızı yollarda gezdirirken eteklerimizi savura savura meydan okuyabiliriz kalabalıkların hoş boşluğuna. Etekte koyu renk hem kolay kombinasyonlar için iyidir hem de çabuk kirlenmez. Aaamaaaaa o koyu renkler mutlaka vücuda yapışan mümkünse boğazlı kazakların parlak renkli olanları seçilerek, zıtların savaşımı izleminimi yaratmak suretiyle hareketli hale getirilmelidir. Çizmede topuk boyu tercihe bağlı. Hobitseniz yüksek topuk işe yarar, benim gibi selvi boyluysanız da sizi ulaşılmaz gösterir. En iyisi biz topuklu giyidirelim zavallı yalnız ayacıklarımıza. Kısa kabanlar iyidir fekat yarasa kol modasını sevmiyorum bi kere yarasa itici bi zevat. Kolu bile ıyykkk dedirtiyor. Normal kol iyidir. Renkte etek rengi dikkate alınmalı ve tez- antiteaz- sentez süreci etek kazak kaban üçlüsüne uyarlanmalı. Kabanın cepleri mutlaka yanda olmalı ki ellerimizi cebizmize sokup yürürken bize romantik ve gizemli bir hava verebilsin. Çanta ayakkabıyla uyumlu olmalı zıtların çekiciliğini abartmanın manası yok. Hüzünlü bir parfümle tamamladığınız kıyafetinizle sokaklara taşabilir. Yalnızlığınızı şık şık dolaştırabilirisiniz. Çok güzel oldunuz, tebrikler.

Hala Bön Bön Mağara Duvarına Bakanlar…

Patron yine iş seyahatinde entelim karşı masada ben kendiminde yayıldıkça yayılıyoruz. Sözlüğe bakındım, alışveriş sitelerini dolandım, sıkıldım. Arada bi de güzel gözlümü dikizlemekteyim tabi. Yine elinde kalın bi kitap, yine beni gördüğü yok. Napsam napsam derken, yerimden kalkıp yanına gidip, popomu masasının köşeciğine yerleştirip buna bakmaya başladım. 2. Dakikanın sonunda nihayet varlığımı fark edip kafasını kaldırıp, noldu trenses diye sordu. Böyle bana noldu trenses diye sorarken gözlerinde hep tedirgin bi bakış yakalıyorum, sanki bi şey yapacağım. Neyse , ne okuyosun diye sordum. Kitabı gösterip platon'un mağara söylencesi üzerine yazılmış bi yazı dedi. Platon'u duymuştum, benim gibi bi filozof o da saçaklılarım. Ama mağarası olduğunu bilmiyodum. Mağarası mı varmış bu elemanın dedim. Saçaklım bi gülümsedi, ay bi fena oldum, istersen anlatayım sana dedi. Anlayabileceğimi düşündüğü için içim ona karşı minnetle doldu birden. Başımı salladım, başladı anlatmaya. İşte bi mağara varmış da bütün insanlar bu mağarada yüzleri bi duvara bakacak şekilde bağlanmışlarda. Arkadan yanan ateşin etkisiyle arkadan geçen başka insanların ve şeylerin ( herkes bağlıysa niye arkadakiler bağlı değil sorumu duymazdan geldi bu arada) gölgesi duvara vuruyomuş da, bu duvara bakan elemanlar da o gölgeleri gerçek sanıyomuşlar da. Çünkü bu sabileri daha bebekken oraya zincirlemişler de ( ne berbat insanlar var ya niye bağlıyosunuz bebeleri oraya bi kere dicektim susup isyanımı içime attım). Sonra bu elemanlardan biri zincirlerini kırmış da ( o böyle tatlı tatlı anlatırken anacım benim gönlümün zincirleri de kırılmaz mı hiç), zincirini kıran eleman dışarı kaçmış da önce gözleri kamaşmış bi şey görememiş de sonra gözü ışığa alışınca ( duyusal uyum deniyo aslında buna da ses etmedim artık bunu nerden bildiğimi bilmediğimden) gerçek dünyayı görmüş de. Mağaraya dönüp öteki şapşallara bakıp durmayın bu duvara bunlar sadece gölge gerçek başka diye anlatmaya çalışmış da ama ötekiler duvara bakmaktan memnunlarmış da ( aklıma avmlerde vitrinlere bakan günümüz şapşalları geldi o esnada) o adamcağız kendisine inanmayan sümsüklere boş yere laf anlatmaya çalışmışlar da. Bi güzel anlatıyo böyle saçaklılar allah sizi inandırsın kalbimin yağları diyetsiz erimekte. Sonunda sustu güzel mi sence diye sordu gülümseyerek. her ikimizi de şoka sokan cümleyi o zaman kurdum işte: " platon'u diğer düşünürlerden farklı kılan tıpkı nietzsche gibi bir yüzünün edebiyata dönük oluşu bu . Mağara söylencesini değerli kılan bu özelliğinin yanı sıra; insanın gerçeklikle ilişkisini ironik bir dille anlatabilmiş olması belki de. " güzel gözlü saçaklım koltuğunda düşüyodu nerdeyse. Ben de noluyo bana ya içime aylak mı girdi noldu diye bi paniğe kapıldım sormayın gitsin. Sonra anladım ki bi dönem bu gözlüklüyü etkilemek için sözlükte yazılan her şeyi ezberlemiştim ya, ordan aklımda kalmış ağzımdan öyle döküldü. O hala şaşkın şaşakın bana bakarken ama dedim değişen bi şey yok saçaklı bak sen hala duvardaki gölgelere bakıyosun, ne diyosun ya dedi. Kitabı işaret ettim bak bu kalın kitaplarda senin gölgelerin, sonra kendimi işaret ettim gerçekliği göremiyosun bi türlü. Hala bön bön mağara duvarına bakıyosun sakallı naber diye bitirdim sözümü. Ağzı bi karış açık kalmış güzel gözlü sakallı saçaklım en sonunda bazen seni hiç anlamıyorum, dedi sonunda. Masasından şık bi hareketle atlayıp ileri kırıtma tekniklerini uygulayarak masama dönmeden önce, anladığında da çok geç olcak sakallı dedim. Bilgisayarımı açıp trendyoldaki yeni sezon kıyafetlerine baktım. Saçaklım da bütün gün garip garip bana baktı. Hayat işte iğne oyalarım.


Aşk Taarruzdur

Bu üçrenk denen saçaklı ordusunun bi üyesi olan mavi saçaklısı dedi bunu bana. Düşündüm düşündüm, doğru valla iğne oyalarım aşk taarruzdur ve ben şahane hatta nefes kesici bi savaşçıyım. Her daim taarruz halinde olan aşıkane varlığım yılmadan bıkmadan güzel gözlü, gözlüklü, sakallı ve saçaklı dantelime saldırı halinde. Fekat noluyor? nasıl oluyorsa oluyor bu saçaklı hedefe kilitlenmiş atışlarımdan korunmanın bi yolunu buluyor, kaçıp kurtuluyor. Tıpkı bi balık gibi tam avcumun içinde derken bi bakmışım, kayıp gitmiş. Bütün bunlar neden olabilir diye düşündüm ve buldum sonuçta. Anneler size sesleniyorum özellikle oğullarınızdan güzel gözlü ve bi saçaklıya dönüşme eğilimi olanlara adam gibi eğitim verin. Öğretin onlara: aşk taarruzdur ve hattı müdafa yoktur, sahtı müdafa da yoktur. Müdafaya kalkışmasınlar, boşuna uğraşmayıp, hemen teslim olsunlar. Özellikle de karşılarında trenses varsa, beni uğraştırmasınlar. Bu ne ya, cephane kalmadı alla alla.

Kovdum Seni Bu İlişkiden

Kovdum denilince kovulsa ya. Niye kovulmuyor. Sen kovsan o niye gitmiyor? nereden kovdun diye soruyor pis pis sırıtarak, kalbinden mi, zihninden mi, beyninden mi, ruhundan mı ? al işte bi saçaklıya aşık olursan olcağı bu. Patronun sümsük oğluna desem, şşşt sümsük kovdum seni bu ilişkiden. Peki ben gideyim bari, der. Bu saçaklı zor sorular sorup aklımı mikser gibi karıştıraraktan dengelerimi sarsarak beni aşka eleştirel bi bakışa zorluyor. Aşka eleştirel bakış da ne demeyin danteller. Ben kendimi bildim bileli dogmatik kabulllenişleri sevdim. Bi de kendimi.

Safizm

Madem ki böyle bi felsefe kurduk saçaklılar ( ay inanmıyorum ya bi felsefe kurdum bi felsefe kurdum bi fel ..) o zaman nolmalı bi kere bu felsefenin ( ne güzel felsefe diyorum ya) adını unutum bi şeyi olmalı. Neydi o ya. Hah arsüman, yok hargüman, ııh pansuman hiç olamaz.üfff neyse bi şeyin şeyi olmalı. İşte o şeyi yazıyorum şimdi.

1. Safizm anlamamayı anlamanın karşısına koyan felsefi bir sistemdir sefiller.
1. Anlayınca noluyo ki yine aynı dünya yine aynı sen bilgeliğinin bi trenses vücudu kadar enfes bi şekilde vücud bulmasıdır.
1. Kitap mı kalın kafam mı kalın sorunsalına kafam deyip işin içinden çıkma bilgeliğidir. Bi adamın ustrası vardı ,işte ondan daha keskindir. (adamın adını hayatta aklımda tutamam kusura kalmayın) 

1. Anlamıyo olmanın güzelliğinize hiçbi zeval getirmeyeceğini bilerek şen şakrak yaşamanın aydınlık yoludur. Anlamak için canını dişine takmaktan kafasında saç kalmamışlara sempati ile yaklaşır. 

1. Noldu şimdi, ne, nasıl yani, anlamadım ki bi şey diyebilmenin dürüst ve çocuksu neşesidir. Anlıyomuş gibi yapmaktan daha erdemlidir ( erdem ne onu da anlamadım ama burda şık durdu) 

1. Bi safist güzel giyinir, yalnızlığını giydirmenin inceliklerine doğuştan sahiptir. 

1. Safizmin temel sloganı anlamasak da güzeliz ama siz hala sakallı, saçaklı bi de gözlüklüsünüz naber'dir.

1. Her safist bu temel (üfff neydi ya o argüüüüü...) şeyleri bilir, yaşar ve mutlu uyur.

Bu kadar, herkes anladı mı sefiller?

Üç renk Seçki

Çıktığını duyunca danteller hemen koştum istiklale. Koştum derken, kırıtarak ağır ağır yürüdüm yani. Neden ben koşmam kırıtırım. Neyse buldum bi kitapçı dükkanı. Kalın kitaplardan uzak durmaya imtina ederek etrafa bakındım fekat bu çokrenk mi beşrenk mi yok piyasada. Hani ayol ünlüydü bu kitap nerde, yok derken dükkanda çalıştığı her halinden belli olan saçaklı bi oğlan bana doğru yaklaşmaya başladı. Boynuna sardığı salkım saçak şeyler yüzünden yüzümü buruştururken bu gelip, aradığınız bi kitap var mı diye sordu bu esnada bunun burada ne işi var bakışlarıyla bacaklarımı dikizlemekteydi. Dedim şu renkli kitaptan istiyorum. Bu anlamadı galiba burunu havaya kaldırıp düşünür gibi yaptı. Sanki koklayarak bulcak kitabı. Hani şu seçki dedim nihayet anladı gözlüklü, aaaa tamam şimdi getiriyorum diye sırıttı. Kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum saçaklılar her yan kalın kitaplarla doluydu ve hepsi üstüme yürücek gibi geliyodu bana. Şu kitabı alsam da çıksam diye düşünürken oğlan geldi. Aldım ve kendimi dar attım sokağa. Sonra açtım bi baktım. Bi kapak. O nasıl kapak öyle, o nasıl renkler, o nasıl bi masal. Valla bu renki saçaklılar benim resmimi koysalar ancak bu kadar etkileyici olurdu diye itiraf ettim. İçini açtım baktım, aaaa bi sürü yazı. Kitabı elimde şöyle bi tarttım kalın da sayılabilir. Şimdi ben bunu gece uyumadan önce okumaya kalksam kaçıncı dakikada sızarım acaba, diye düşünerek şirkete gittim. Neyse odaya girdim bizim güzel gözlü, sakallı ve kalın kitaplara aşık kafasına ömrümü verdiğim saçaklı elimde kitabı görünce aaa bu ne trenses dedi. Bak dedim bunlar renkler yazmışlar da yazmışlar. Aldı eline baktı , karıştırdı. İlginç bi çalışma dedi. Tanıyo musun bunları dedi. Ne tanıması saçaklı, ne işim olur benim bu rengarenk iğne oyalarıyla dedim. O da niye aldın o zaman deyince aklıma başka bi şey gelmedğinden, senin için ayol deyip masasına atıp kaçtım. O şaşkın şaşkın bana bakarkene üffff ya şimdi bi daha mı gircem o kalın kitap dolu yere diye düşünmekte ve kaderine lanet okumaktaydım. Bi de bu üçrenk seçki çıktı başıma sanki az derdim var da. Offf ya.


TRENSES

Üçrenk’ten çok önemli not: Trenses gönderdiği yazılarda herhangi bir düzeltme yapılmasına kesinlikle izin vermemiş, düzeltme de neymiş saçaklılar  benim düzeltilmeye ihtiyacım yok bi kere, her halimle şahaneyim, demiştir…