20 Mayıs 2011 Cuma

HÜSO'NUN DEVRİMİ BU!

Kelimeler yükleniyor Pembe’ye. Dayanamıyor mutluluğa açılıyor bir çiçek.
Gittiğin yerlerden gerilere dağılıyor kokusu, binlerce yıl.
Sandal ağacı gibi ama değil, hiçbir yeri bilmeyen mosmor.
Yarım bardak limon, birazına ilişik cin. Sarhoş olabilmek için tokuşturuyoruz kadehleri senle yeniden. Bir şeyler dönüyor ama ne? Bakıyorum bardağa, senden önce gitmişim.

İmgeler: hep biliriz onları ama bizden de kaçık. Kanatsız kuşlarıdır ya şiirlerin. Nasıl uçarlar bilinmez ama uçarlar işte...
Dilim damağıma, damağım düşünceme yapışıp pelteye evriliyor. İliğine kadar tabak, bir beyin salatası.
Ellerim yapış yapış. Söz kıvamında, göz mesafesinde, ama şimdi karşımda, bacak bacak üstünde, ha geldim ha geliyorum diyecek yerde:
Dal üstünde bir çiçeğe dönüşüyor o yosma. Çenesine akıyor yanağından gamzesi. Uçkurlardan çukura sakınmadan düşüyor. Utanıp sıkılmayıp girişiyoruz sohbete. Kimine göre gece yaşanıyor şimdi. Bana göre tozpembe.

Ne zaman geldiğini görmedim bilmiyorum, ama karşımdasın işte. Bunu da seviyorum.”
“Oysa sen gittiğinde ben ölmüş olmalıydım?”

“Yeter ulan!” diyor Recebin meyhanesi kahkahalarla bana; “Çok içtin!” Yaka paça bir yana, ben tersine yerlere takılıp düşüyorum.

Çabucak ayılmak için, Gürçeşme’den kalkması gereken vapuru, Konak meydanında sahile vurmuş buluyorum. Sarımsaklı yoğurt kıvamında, kulenin dibine yayılmış ayran ayran, zamanın dolmasını bekliyor Karşıyaka’ya geçebilmek için.
"Kadıköy’ e gideceğim ben!” diyorum, buyur ediyorlar boştaki gişelere.
Elimdeki simidi tam turnikenin birine atıp da geçecekken, susamların fazlasını saymayı akıl ediyor avucuma gişedeki bir memur. Giyinmiş kuşanmış o da. Diğerleri gibi sanki, avanak geçiniyor.
“Oh!” diyorum, “Oradan da Bostancı’ya, bakarsın seni bulmak için Adalar’a kadar bile çekip gidebilirim, yani daha da artarsa susamları simidin.” Tüm deniz cacık oluyor benim bu hıyarlığıma şimdi. Sabaha karşı atıyorlar beni oradan da dışarıya. Yüzmeyi biliyorum.

“Kapatacağız ulan!" diyerek üzerime çullanıyor bir diğeri, "O hooo! Ben kapattım bile o defteri çoktaaan" diyorum sersemlikle.
Yüzüme patlıyor kahkahalar yeniden. Yok canım, hayır, onlar kovamıyorlar ki beni; Ben kendim yığılıyorum sonra, ortasına caddenin.
 “Devrim!” diyor içimdeki. Ben de bağırıyorum ardından “Devrim diyorum ulannn! Şarkısıyla türküsüyle buluşacak bizimle bir gün. Nereye isterseniz oralara gelirim ben. Gösterin şimdi bana hangi meydanda hodri? Sabahı bulmaz nasılsa kusulması kanların!”
“Sabahı bulmaz bu itin de yok olması!” diyorlar başlarını çıkaranlar camlardan, mazgallardan.

Yan yan basan bekçiler yengeçlere benziyor. "Bir şeyim yok!" diyorum "Hepsinin analarına ve ayrıca denizin…" Ben doğrulmaya çalıştıkça, gerilip gerilip, öyle bir geliyorlar ki üzerime “Vay anam vay!”

Sokak köpeğidir bizim Hüseyin, bilir misiniz? En bilgesi olur kendisi mahallenin. Kendi diliyle gelip, alelacele yüzümü yıkıyor, arkadaşlığı yalap şap. Elimden gelse de gelmese de, ben yine güvenmeyi yeğliyorum Hüso’ya. Evimin yolunu en iyi bilen odur ve de benim neden bu kadar içtiğimi.

“Yıkılsın mı bu sokaklar Hüso?” diye soluyorum hızlı hızlı. Hararetle havlıyor. Bir muhabbet başlıyor ki sormayın hiç. Ne iktidar kalıyor anasına sövmediğimiz, ne de hükümetin yeni koyduğu ahmaklık vergileri. Yasalar falan filan. "Akıllısından on alacaklar, delisine boş verecekler ya bunlar, onu da mı biz ödeyeceğiz?" diye soruyor şimdi bana. Kanayan yüzüme inat, uykuluklarım tutuşuyor birden, bir duvar dibi bulsam, üzerine işeyeceğim bu berbat sefaletin.

Biz tepelik bir yerden geçerken, bizim de üzerimizden bir otobüs geçiyor. Bana bir şey olmuyor. Dönüp sağıma bakıyorum yatağım boş. Çiçeğe bakıyorum ardından, sonbaharı çoktan yemiş uygunsuz yerlerine. Ayılmak gelmiyor içimden hiç, bir otel odasında.

Bir de felaket oluyor ki gidişin, kefareti ve kefaletini ödemek bana kalıyor böyle. Gelip seni bulamamak sonra, o koca şehirlerde:
“İzmir artık seninmiş, senin ayak izlerin…”

Birileri çılgınlar gibi çaldırıyor telefonumu. Bir yerlere gitmişim fakat dönmeliymişim çabuk. Senin çekip gittiğin, benim kalakaldığım o lanet deliliğe.
“İmanım olsa da gevrese artık!” diyorum yorganı boğazlarken:
 “Cenabet bir alın yazısı bu bizimkisi, binlerce işsiz insan, her biri çok geveze.”
"Ezikkk!" diye başlayan cümleleri sokaklara düşüyor. Tersine bükülüyor şimdiki aylaklığım.

“Gücüm olsa döneceğim belki de buralardan.
Gücüm olsa bırakırdım seni de aramayı.
Gücüm yetse devrim de yapabilirdim elbet!”

Tenekeden macivert
                                                                    escher