9 Mart 2014 Pazar

AH...

Ah,  bir  rüyanın  gözüyle
Karanlıktı,  her  şey  renksizdi,  demek
Ne  çok  isterdim,  ne  çok…
Lakin  siyahın  diliyle  anlatılır,  kendini;
Çalınmış  bir  kelimenin karaborsası,
Başına buyruk,  en  terkedilmiş  kelime:  YAZGI.

KADINLAR PLATOSU
Kimsesizliğe  boyanmış  bir  vadinin tam  ortasındaydım.  Aslında  buraya  vadi  demekten  çok  plato  desem  daha  yanlışı  var  eden  bir  doğru  olacaktı.  Düz  ve  yüksek  olan  tanıdık;  aydınlığını  ve  kokusunu  yitirmiş  bir  yerdi.  Platonun  tam  ortasındaydım.  Karanlıktı,  tonsuz  bir  karanlık.  Önümde  kocaman  bir  kuyu  varmış  da  içine  düşecekmişim  gibi  bir  korkuyla  adım  attım,  önce.  Sonra  bir  adım  daha.  Gözlerim  tam  karanlığa  alışmışken  henüz  parçalanmamış  boşluğu  dolduran  olgun  bir  kadının  sesi  her  yandan  avaz  avaz bağırıyordu:
_Yazgııııııı…  Yazgıııııı…
Kaybettiği  kelimeleri  arıyormuş  gibi,  yüzü karanlık  yeryüzünde.
_Yazgıııı…  Bana  gelllllll!!!  Ben  senin  terk  ettiğin  yazgınım.
Etrafımda  dönmeye  başladım,  sesin  sahibini  bulurum,  diye.  Kimseler  yoktu.  Sesim  titreyerek:
_Kimsin,  kimsin  sen?  Tanıyor  muyum,  seni?
Karanlıkta  belli  olan kayalıkların arkasına  baktım.  Kayadan kayaya  koştum,  çok  çok  uzak  dağların  arkasına.  Yeniden  seslendi:
_  Dedim  ya,  ben  senin  yazgım.  Bir  sesin  bir  sese  gelmesi  için  iki  sesten  birinin  birini  tanıması  yetmez  mi?  Hadi  bana  gel,  seni  en  az  senin  kadar  tanıyorum.  Ben  senin  unuttuğun  yazgınım.  Unutuşun  hatırlayışa  yol  verdiği  yazgın,  dedi  ve  sustu.
Sesin  susması  ile  beraber  platonun  bir   ucundan  çok  uzaklardan  bir  kadın  şarkı  söyleyerek  ve  dans  ederek  bana  doğru  yaklaşmaya  başladı.  O  şarkıyı  söyledikçe  karşı  dağlarda  sesi  yankılanıp  kendisinden  önce  geliyordu.  Saçları  kısacık,  uzun  boyluydu,  bacakları  daha  da  uzun.  Bir  pelikanın  suda  oynayışı  gibi.  Kucak  açtım,  hiç tanımadan  kırk  yıllık  ahbapmışçasına.
_Heyyyy,  dedim.  Sesin  çok  güzel.  Sessizlik  içinde  kanat  çırpan  bir  güvercin gibi.  Bu  sese  su  dansıyla  eşlik  edebilirsin.
O  da  daha  önceden  bir  tanışıklığın  verdiği  samimiyet,  biraz  da  çokbilmişlik  edası  ile:
_Eeeeeee  zaten  yapıyorum  ki,  kuzum…
Miniminnacık  bir  kahkaha  atıp  hiç  fark  etmediğim  arkamdaki  birisine  seslendi;  fakat  seslenişini  duymadım.  Sadece  seslenişini  biliyorum.
_Gel,  dedi.  Bak,  kimi  buldum.  Diğeri:
_Kimi,  dedi.
O  da  kadındı.  Ettik  mi  üç  kadın?
Birinci  kadın,  yeni  gelen  diğer   kadına:
_Akıllım,  kim olabilir  ki?  Bak  BİZİ   buldum.  Kenidimizi…  Şarkımızı,  dansımızı  ve  kırık  aynalardaki  yansımamızı…
Sonra  usulca  kulaklarımın  dibine  gelip  fısıldadı:
_Şiiiiişttt  sessiz  olalım.  Şu  kayaların  arkasında  yazgımız  var.  Duyarsa  yanımıza  gelir,  biz  onun  oluruz.  Diğeri:
_Evet,  sessiz  olalım.  Ben  henüz  kimsenin  olmak  istemiyorum.  Hem  artık  yalnız  da  değiliz,  çoğaldık.  NE  ÇOK  BİZLER  VAR!,  bak.  Sayılacak  kadar  çok.
Sesler  sustuğunda  bütün vücudum  kontrolsüz,  istemsiz  kasılmaya  başladı.  Üçümüz   sessizce  dans  ediyorduk.  Ayaklarım  yerden  kesilmişti,  uçuyordum.  Uzun  bacaklı  kadını  bir  ayrı  kendim  bulmuştum,  daha  da  çok  sevmiştim.  Yüzünü  görmek   istedim;  ama  hala  yüzü  yeryüzündeydi.  Sesi  de  hiç  ummadığım  kadar  erkeksiydi.  Şaşırdım,  böylesine  kadınsı  bir  vücuda  erkeksi  ses.  Acaba,  dedim;  kendi  kendime:  ”  İçindeki  kadını  kim  çaldı?”  Sorsam  mı ki  dememe  kalmadan:
_Heyyyyy  sen,  senin  içindeki   kadını   kim  çaldı?
Soruyu sormamla  diğer  kadın  endişenin  ifadesini  almaya  başladı.  Sandım  ki   fırtına  kopacak.
Vidalar  kusan  makine  sesli  diğer  kadın:
_Hiç  sormayacaktın  bu  soruyu.  Hiç  kendinde  nedeni  olan  bir  şeyi  sorar  mı  insan,  şeyyyy  yani  kadın?
_İnan  kimseyi  kırmak,  kızdırmak  istemezdim.  İçimdeki  ses,  sordu.  Farz  et  ki  sormadım. 
Soru  sorulan  kadının  öfkesi  geçmemişti.  Arada  bir  yerdeki   taş  parçalarına  tekmeler  savurup  sinkaflar  düzüyordu:
_...  feleğin  çemberine,   …  karanlıkların  surlarına,  …  cam,  ayna  kırıklarına,  şerefine  çalanların şerefine,  çalınan  asil  dişiliğime…
Diğer  kadın:
_Yooooo,  dedi.  Öyle  kolay  değil,  bu  işler.  Sorulan  bir  soru  sorulmamış  gibi  yapılır  mı?  Tamam,  o  halde  cevap  vereyim,  sen  de hiç  cevabı  almamış  gibi  davran?
_Peki,  ama  onun  yerine  sen  mi  cevap  vereceksin?
_Aaaaaa,  sen  de  ne  unutkan  şey  çıktın,  canım.  Unuttun  mu?  Biz,  BİZİZ.  Hadi  yeniden  sor  soruyu.  Bu  sefer  yüksek  sesle olsun.
Var  gücümle  bağırmaya  başladım:
_Heeeyyyyyyyy,  içindeki   kadını  kim  çaldı?
Taşları  ve  sinkafları  savuran  kadınla  beraber  diğer  kadın  delicesine  kahkaha  atıp:
_Gölgemizden  başka  kim  olabilir  ki,  güzelim?
Gittikçe  soğuyan,  kayalık  platonun  ortasında,  sabahı  hiç  karşılamayacak  olan  gecenin  içinde  o  an  arıma  iki  sesli  korodan  üç  harflik  kelime  yapışıp  kaldı.
_Elbette,  SEN.
Mitolojik  kadın  kahramanların sesiyle  kıkırdamaya başladılar:
_Hadi  canım,  o  kadar  da  alıngan olma.  Burası  kadınların  platosu.  Nasıl  olsa  SEN,  BİZ.    
     

NEFTİ


Yazarın notu: 


Bazen  bir  rüya  görürsün,  o  gecenin  sabahı  kalkıp  iki  faklı  öyküde kendi  rüyanı  okursun.  Sonra  mı,  sonra  da  üçüncü   öyküde kendi  rüyanı  kaleme alırsın.  Kısa  öykülere   ithafen  uzun öyküler…