6 Mayıs 2012 Pazar

BEKLEYİŞ





uyuyorum...
ama derin uykuda değilim.

tüm ışıklar yanıyor evde. fazlasıyla aydınlık, -kullanmayı sevmediğim tavan ışıkları, tepe ışıkları açık..asla kullanmam ki- hastane kadar aydınlık ve bir o kadar bembeyaz her yer.

çok sessiz.
çok yorucu bir sessizlik...

uyur uyanık yatarken, ara sıra gözlerimi açıp aydınlığa,
"güvende miyim?" kontrolü yapıyorum...
o kadar aydınlık ki tam ve ham bir güvensizlik hissi veriyor.

kapının kurcalandığını duyuyorum, evin dış kapısının. kapı da beyaz. emniyetsiz bir renkte. aslında oldukça emniyetli bir çelik kapı.
nazikçe, olabildiğince sessizce kurcalanıyor...

gözlerimi, kulaklarımı tam açıp dinliyorum.
kapının ardındakleri görebiliyorum, duyabiliyorum.

kaçmak, yardım istemek istiyorum.
nafile...
parmağımı bile kıpırdatamıyorum korkudan...
"ya bir ses çıkarırsam?"
"ya beni duyarlarsa?"

kapının ardında iki adam var. içeride olduğumun bilincinde olduklarını biliyorum. ama uyanık olduğumu, korkuyla onları beklediğimi, dinlediğimi, gördüğümü biliyorlar mı, bilmiyorum.

korkutucu düzeyde sakinler...
biri gözlüklü, birinin de bıyıkları var.

kapıyı yavaşça açıyorlar. ayak sesleri çok sessiz. tüm seslere karşı hazırlıklılar.

yatağımda yüz üstü yatar pozisyondayım hala. oysa ki yüz üstü uyuyabilen biri olmadım hiç. başımı sağ yana çevirmişim, her şeyi duyabilmek için..

kapıyı eve girdikten sonra kapadılar mı, bilmiyorum.
korkudan donmuş durumdayım.
geçici bir felç yaşıyor olmalıyım.

ellerinde kara deri çantalarla diğer odaya girdiler bile.
görebiliyorum. duyabiliyorum.

bulundukları oda, benim içinde bulunduğum odanın en uzağında, evin diğer ucunda.
"salon mu?"
bilemiyorum.
oda neredeyse boş. pencere yok. koltuk ya da bir evde ihtiyaç duyulan eşyalar o odada yok.
uzunca dikdörtgen -ve tabi ki beyaz- bir masa.
kara deri çantalarını açıyorlar.
sakinlikleri, sessizlikleri, özenleri...

korkudan kalp atışlarımdan başka bir şey duymuyorum artık.
görebiliyorum...

benim için hazırlandıklarını biliyorum.

yanılma payım hiç yok.
her şey çok beyaz..
olabildiğince sessiz, çok sakin, çok korkunç..

hala aynı pozisyonda yatar vaziyetteyim.
tam anlamıyla yalnızım.

gözlüklü olan sarışın adamdan daha çok korkuyorum.

görüş alanım anahtar deliğinden başlayıp, odanın içindeki iki adama odaklı temkinle ilerleyip, kuş bakışına dönüşüyor. hemen yine, araştırdığımın yakın çok yakın gelecekteki kendi cinayetim olduğunu hatırladığım an, görüşüm bulunduğum odanın içine düşüyor.
korkudan, muazzam korkudan...

yavaş hareketlerle kara deri çantasını açan bıyıklı olanı görüyorum sonra. rulo yapılmış bir çanta. masanın üzerine ruloyu yavaşça açarak yayıyor.
gözlüklü olan ne yapıyor göremiyorum.

masanın üzerine yayılmış olan kara deri çantanın rulosu uçup gitti.
geride parıl parıl ışıldayan ameliyat gereçleri.

bir de sandalye var odada.
o da benim için.
odanın ortasında, masanın yakınında oturuyor.

"gözlüklü olan da beni izliyor olabilir mi?"

hala ne yaptığını göremiyorum.
yalnızca profilden boynunu, başını görebiliyorum.
başını öne doğru eğmiş, özenle bir şeylerle uğraşıyor.

korkum görüşümü kısıtlıyor.
"sessizce korkmak kadar yıpratan başka bir şey var mı?"

o kadar sessiz, o kadar beyza ki.
hiç güvende değilim.
üstelik yüz üstü yatıyorum yatağımda.

"kimse gelmeyecek..martılar bile..."


"doğumdan sonra hayat var mı?" (nietzsche)

  
üç ton kara

                                                          Jean Paul Boulinguet