24 Eylül 2011 Cumartesi

Bir Akdeniz Ziyaretçisinin Not Defterinden: AKDENİZ TUTMASI


Kağıdım yoktu,
bir de kalemim.
Ben dijital satırlara yazmayı da severim.

Buraların evleri güzel olur.
Cumbaları vardır,
cumbaların altında balkonları…
Beyaza boyalıdır duvarları.
Beyaz olmasa güneş yakar kavurur.
Köşeleri ahşaptandır duvarların,
koyu kahverengi.
Dar sokaklar ayırır evleri,
gizli gizli
kavuşur gölgeleri.

Her evin altında bir çarşı.
Çarşılarda birbirinden güzel binlerce renk.
İncikler boncuklar,
         alınmayı, takınmayı bekler,
hepsi birbirinin aynı,
                  hepsi ayrı
                           birbirinden…

Evlerin bittiği yerde çay bahçeleri başlar.
Hem çay içilir, hem bahçedir,
         boşa değil bahçe oluşu,
         yıllanmış ağaçların varlığı anlam katar bahçelere.

Güneşin tepeden çekildiği akşamüstleri serin olur çay bahçeleri
                                                                                    sıcak çaya inat.
Kedileri uysaldır bahçelerin.
Sırtı siyah göğsü beyazdır.
Pembe boncuklardan minik bir kolye takmışlar,
                           güzelliğine güzellik katmışlardır.
Masanın yakınına uzanır,
umarsızca diker gözlerini gözlerine.
Zeytin her ne kadar ‘sevilmese’ de,
         güzeldir
                  ham zeytin rengi bu gözler…

Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi
                  burada da bir saat kulesi vardır.
Kimi saltanatın son yıllarında dikilmiştir,
                  kimi cumhuriyetin ilk demlerinde.
Ama yoktur hiçbir kentte buradaki gibi
saat kulesinin yanında yivli minare…

Minare, kiremit rengi tuğladandır,
         belki de tuğla rengi tuğladan.
Yanaştım dibine, sordum,
         “neden yivlisin yivli minare?”
Söylemedi…
Dili olsa kesin söylerdi.

Evlerden,
         çay bahçelerinden,
                  yivli minareden uzaklaştıkça
denizden de uzaklaşırsın.
Aslında o uzaklaşmaz senden,
         gitsen otursan tophaneye,
                           uzatsan ellerini,
                           uzanıp tutuverir denizin elleri seni…

Akdenizin elleri kocamandır.
Her parmağında rengarenk yüzükler
gider gelir birbiri ardınca gemiler.
Akdeniz uçsuz bucaksızdır, sadedir,
                                    mütevazidir bir o kadar.
Benzemez kibirli küçük kardeşi Marmara’ya…

Oturur izlersin yukarıdan denizi,
                  deniz biraz bulutludur,
                           uzanır daha yukarıdan izler seni.
İçine çekersin sonra,
         her nefeste binlerce yıllık deniz,
         her nefeste binlerce yıllık güneş,
                                                         balık,
                                                               yosun, tahta,
                                                                                 azot…
Her nefeste özlersin sevdiklerini.
Kadim dostlardır bunlar.
Yok yok, öyle değil,
         dostlar da vardır elbet sevilen
                  ama bunlar onlar değil.
Hangi avucundaki nasır hangi çekicin eseridir,
         dudağındaki hangi yara hangi akşamdan kalmadır,
                                             saçının hangi teli inadına sarıdır
bunları bilmese de bilen dosttur özlenen.
Hırçın bir kuştur mesela.
Başına buyruk bir martıdır.
Özgürlüğüne düşkün bir sokak kedisidir,
         çağırsan yanına gelmez,
                  kendiliğinden gelir
                           canı isteyince…

En çok da bir kadındır özlenen.
Bu kadının bir çift gözü vardır kaşının altında.
İki ışıltılı pınar,
         çocuk gözleri,
                  akdeniz mavisidir bu gözler.
Bu gözlerin bakılması olur,
                  öpülmesi olur bir de…

Bu kadının bileklerinin ucunda elleri vardır.
Ufaktır eller.
         Yazı yazar,
                  heykel yapar,
                           çizi çizer bu eller.
Yüzük takar ara sıra,
         takmaz ama çoğu zaman.
Bu ellerin tutulması olur,
         yürekte gezinmesi olur,
                  yüze sürülmesi olur,
bir de mahrem yerlere…

Bu kadının dudakları vardır,
         çenesiyle burnunun arasında.
Konuşur boyuna,
                  kıpır kıpır.
Boş da söyler,
                  dolu da.
Ne söylese güzel söyler ama…
Bazen sigara tutarlar kimsenin yardımı olmadan.
Kimi zaman tutmaz atar sigarayı,
         korkutur
                  heyecanlandırır insanı.
(İnsan gördüğü ilk günden beri korkmaz mı ateşten?)
İşlektir bu dudaklar,
         işlek ve istekli…
Bu dudakların öpülmesi olur,
                  bir daha öpülmesi,
                           yine öpülmesi…

Bu kadının aklı vardır,
         kendinden büyük.
Akarsu kadar berraktır,
         hızlıdır bir de o kadar.
Gün olur
         yağmur yağar
                           bulanır,
                              güneş açar sonra,
                                                      durulur…
Serindir akıl,
         huzur verir,
                  güven verir.
İzlerini taşır eski kadınların,
                           bir de adamların.
Bu akla sorulması olur,
                  söylenmesi olur.
Bu aklın bilmesi olur,
                  bulması olur,
                           yanılması olur.
Sarılması olur bu aklın,
                  sevmesi olur,
                      sevilmesi olur…

Akdeniz tuttuğunda ellerini,
                  özletir sevdiklerini.
Özlenen bir kadındır artık,
         bütün bir kadın.
Soran bilen aklı,
         işlek istekli ağzı,
                  minik hünerli eli,
                           ışıklı mavi gözü,
                                    özleyen zihni ve bedeniyle
                                             özlenen bir kadındır artık…

Güneş batmış artık,
akdeniz üşüyor mu ne?
Yanlış mı gördüm yoksa,
                  şu titreyen
                     akdenizin teni değil mi?
Hadi gidelim minik denizim.
Ben seni uzaktan da ısıtır
                                    severim… 
Ebruli   


                                               Su Mavisi