4 Temmuz 2011 Pazartesi

SOKRATES'E AİT NE VAR ELİMİZDE!


ÜÇRENK FELSEFEYE DÜŞERKEN

En başa, kendisinin ve dış dünyanın varlığının bilincine ilk varan insan zihnine ulaşabilseydik, orada ne görürdük? Muhtemelen korku ve belirsizlik. Çünkü başlangıçta korku ve belirsizlik vardı. Çözüm anlamı bulmaktı; evrenin, doğanın, insanın anlamını. Önce doğaüstü güçler ve dinsel inanışlar sunuldu insana, anlam arayışına yanıt olarak; sonra aklın ve düşüncenin ürünü olan felsefe.

Derler ki, felsefi düşüncenin doğuşunda, insanın yetinmeyen, hep daha fazlasını, daha iyisini ve doğrusunu talep eden bir varlık oluşu yatmaktadır. Var olan açıklamaları yeterli bulmayan insan zihninin, aklın ve düşünebilme yetisinin daha tatmin edici yanıtlar üretebildiğini fark ettiği noktada felsefi eylem başlamıştır.

Ve yine derler ki, felsefe kızamık gibidir, ancak kızamıklı birinden geçer. Üçrenk kızamık kapmak üzere…

Borges Defteri’nden sevgili dostumuz Argos Ahiska’nın kaleminden çıkma bir yazı ile felsefeyi kucaklıyor Üçrenk: Sokrates’e ait ne var elimizde.

Bazı felsefe tarihçilerine göre, Sokrates bir insan olmadan önce bir sorundur. Felsefeyi eylem alanına aktarmanın ilk örneklerinden olan yaşamı, fikirleri, kendisinden sonra gelecek büyük zihinler üzerinde yarattığı etkiyle felsefi ve kültürel bir fenomen Sokrates. İnsanın yaklaşık iki bin beş yüz yıldır üzerinde kafa yorduğu, tekrar tekrar anlamaya çalıştığı bir fenomen. Argos Ahiska, bizlerle paylaştığı cümleleriyle bu fenomeni yeniden gündemimize sokuyor ve bizlere Sokrates üzerinde yeniden düşünme serüveninin kapılarını açıyor. O kapıdan seve seve geçiyoruz, çünkü;

“ Felsefe direnmenin temel biçimidir
  Çünkü dünyanın kendisine direnmedir
  Felsefe direnmektir – dünyaya” ( O.Aruoba)

Argos Ahiska ve Borges Defteri’ne teşekkürlerimizle.

İyi okumalar

Üçrenk
 
.............................................................



Sokrates, 77. Olimpiyatın dördüncü yılında, yani İ.Ö 470/469 yılında, Atina’da doğdu. Atina’nın demokratik serpilme dönemiydi o sıralar. Bir sanatçının, yani heykeltıraşın oğlu olan Sokrates ergenlik yıllarından itibaren baba mesleğini usta sayılabilecek ölçütte öğrenir, çoğu kimse aslında Sokrates’in çok usta bir heykeltıraş olduğunu bilmez. Hatta kendini felsefeye adamadan önce uzun bir süre heykeltıraşlık yaparak hayatını sürdürür. Bazı antik dönem kayıtlarına göre Sokrates’in elinden çıkmış heykeller olağanüstü güzellikteymiş. Bin yılların ardından kim bilir hangi toprağın altında kendilerini zamanın akışından koruyorlar. Bir süre sonra kendini tamamen felsefeye verir.  Sokrates’in felsefi yönelimine, yöntemine Meotik adını vermesi ise  ilginç bir öyküyü anımsatır. Meotik Yunanca “maieuein” sözcüğünden türetilmiş, anlamı ise doğurmadır. Ama her şeyden önce Sokrates’e bu ismi benimseten ise mesleği ebe olan annesi olmuştur! Peleponez savaşlarına katıldığını biliyoruz, kimisi onun cesaretini, kimsi ise korkaklığından söz eder. Zamanın güç erkine meydana okuyarak Attika demokrasinin durumunu bir zamanlar eleştirdiği için kendisinden destek uman oligarşik zulüm egemenliğine yardımı reddetmiştir, ama öyküler  Sokrates’in felsefi yaşamını eksiksiz olarak vermekten de uzak. Zamanın komedi şairlerinin şiirlerinde ona yer vermelerine de şaşırmamalıyız. Sokrates heykeltıraşlığı bıraktıktan sonra hiç bir işe  girmedi. Sık sık Pazar yerinde, Atina’daki spor salonlarını çevreleyen kutsal ormandaydı. Zamanı ve keyfi olan herkesle doğru bir yaşam üzerine konuşuyordu. Konuştuklarının kafasını karıştırmayı da fazlasıyla beceriyordu.  Erdemli yaşamayı bildiklerini iddia edenlerin havası kısa sürede sönüyordu onun öne sürdüğü derin sözcükler aracılığıyla.  O anlarda sözde bilgi, bilgisizliğin  bilinmesine dönüşüyordu.  İşinden başka bir şey düşünmeyen sadık Atik yurttaşları  Sokrates’e herhalde hem değerli zamanını çar çur eden, hem  de geleneğin kutsadığı değerlerden kuşkuya düşen mızmızın, zıt düşüncelinin biri diye bakıyorlardı. O dönemlerde bazı meraklı bakışlar Sokrates Soruları’ndan etkilendi. Ortada bir göz boyama, olmadığını, soruların altında büyük bir bilgeliğin yattığını hissettiler. Delf’li falcı Sokrates’in en bilge kişi olduğunu boşuna ilan etti. Çünkü Sokrates’in kendisi hiçbir şey bilmediğini söylüyordu. Bu kimseler Sokrates ile diyalog kurdular, Sokrates çevresini oluşturdular ve hocalarını yücelttiler.  Onu dinlemeye gelenler Sokrates’i bir otorite olarak kabul etseler de, o hiçbir zaman öğreten biri olarak ortaya çıkmadı. O hep soran, arayan, öğrenen oldu. Bu  onun bir mal sattıklarını öne süren ve bu yüzden para isteyen Sofistlerden ayırır. Sokrates, değil para armağan  bile almıyordu. Sokrates her akşam eve cepleri boş dönüyordu, günümüzdeki bir çok ressamın, heykeltıraşın, şairin, yazarın, sanatçının hala içinde bulunduğu sıkıntılar gibi, şan, şöhret, ün, para, meta aşığı ucube tayfalar haricinde toplum hala doğru düzgün üreten, yaratan insanı cezalandırmaya devam ediyor, öte yandan tüm manevi hazzını, doyumunu da bu kuşak üzerinden türlü hilelerle tatmin etmeyi başarıyor, bu çarkın en sıradan dişlisi ise günümüzün bezirgan kılıklı kimi küratörlerdir.
Tarihi kaynaklar Sokrates’in  Ksnatippe adında güzel bir Atina’lı kızla evlendiğini aktarır.
Bilgiyi kendine özgü neşeyle birleştirmesi, nevi şahsına münhasır komik biri diye ünlenmesine yol açar. Ziyafetlerde şarap içmede kimseden aşağı kalmıyordu. Herkes masaların altında sızıp kalmışken o pazara çıkar ve felsefi konuşmalara girerdi: “ Alacakaranlıkta durur, dalıp gider, bir şeylere kafa yorardı. Çözmedikçe oradan ayrılmaz, kafasında araştırarak öylece kalırdı.Öğlen olur, insanlar bu durumu fark eder, şaşırırlar, birbirilerine Sokrates’in sabahın köründen beri orada durduğunu, sürekli bir şeylere kafa yorduğunu söylerlerdi. Sonra akşam, bazı İyonyalılar serinlemek için sokaklara çıkarlardı. Biraz da Sokrates acaba bütün gece orada duracak mı diye merak ederlerdi. O ise gün ağarana, güneş doğana kadar öylece dururdu. Sonra güneşe dua  etmek için giderdi.” (Platon-Ziyafet, 220)
Sokrates on yıllar boyu filozof yaşamını özgürce sürdürdü. Çoğu ona güldü, hatta  ondan nefret etti. Diğerleri ise hayranlık duydu ve yüceltti. Ne var ki, 5. yüzyıldan 4. yüzyıla geçerken üzerine kara bulutlar çöktü. İ.Ö 399’da yargılandı. Dava sonucu zehir içerek ölüme mahkum oldu ve ceza infaz edildi. Ne olmuştu? Perikles zamanında( İ.Ö 494-429) Atina kültürel ve ekonomik gelişiminin zirvesinde ve demokratik düzen hiç olmadığı kadar sağlamken siyasi güçler Sokrates’e pek aldırmıyorlardı. Tersine onu Atina’nın atraksiyonlarından biri olarak görüyorlardı. O ise yaşamını özgürce düşünmenin ellerine teslim etti.  Platon ise ona ait  tek ses oldu, söz oldu, yankılandı.


Argos  a.