15 Ocak 2013 Salı

ÜÇÜNCÜ HARF: CEYDA


Bir kadın sizin hem cennetiniz hem de cehenneminiz oldu mu hiç? Her gece gözlerinizi onunla kapatıp, sabah uyandığınızda gözlerinizi açmadan evvel, yanınızda olmasın diye dua ettiniz mi? Onu en çok istediğiniz anlar, aynı zamanda onun çok uzaklarda olmasını dilediğiniz anlar oldu mu? Her akşam, evinizin balkonundan sokağa ve uzaklardaki denize bakarken, sevdiğiniz kadın köşeden dönüp de kadrajınıza girdiği anda, onun başka bir evin kapısını çalmasını beklediniz mi? Altı yıldır her gün bu soruları kendi kendime sormakla geçiyor ömrüm. Altı yıldır cenneti ve cehennemi bir arada yaşıyorum Ceyda’yla.

Her insan, hayatına giren bir sevgilinin, onun bütün ilkleri olmasını ister. Ceyda benim bütün ilklerimdi. Onu 15 yaşındayken tanıdığımda, onun göğsünde yaşlanacağımı biliyordum. Çünkü ne ellerim eldi onu tanıdıktan sonra, ne saçlarım saç, ne de düşlerim düş… Beni yıllarca havada bir toz zerresi gibi savuran rüzgâr, sonunda getirip onun avuçlarına bırakmıştı. Hiç tanımadığınız bir şehirde, size daha önce duymadığınız ama çok yakın gelen şarkılar söyleyen bir kadın tanırsanız eğer, o şehrin gökyüzünü kırpılmış yıldızlar süslüyor demektir artık. Üstelik körfezden yükselen lağım kokusu, yerini sabahın kokularına bırakmıştır.

Ceyda benim her şeyimdi ama son altı yıldır bacaklarım oldu. Bacaklarımı o sarı limanda bıraktığımdan beri, artık onunla yürüyorum aşınmış yollarda. Oysa en çok, bir buz tabakasının üstünde yürümeyi isterdim onunla. Dengede durmaya çalışarak, tam düşeceğim anda onun kollarına tutunarak… Ama o kadar başarılıyım ki artık bu konuda. Tekerlekli sandalyemin üstünde, hiç sarsılmadan yürüyebiliyorum artık buzların üstünde. Artık düşerim korkusuyla benim ellerim gitmiyor onun kollarına. Tam tersine onun elleri oluyor sandalyenin soğuk demirlerine yapışan.

Babam hiç istememişti Ceyda’yı. Tanıştığımızın dokuzuncu ayında, onu Aydın’a, babamın evine götürürken, babamın yüzünde belirecek olan ifadeyi görebiliyordum. Yol boyunca konuşmamıştık Ceyda’yla. Buna rağmen tedirginliğimi, endişelerimi anlamış, ‘dilersen vazgeçebiliriz hâlâ’ demişti inmemize yakın. Susmuştum. Susmuştum ama babam nasıl karşılarsa karşılasın, annemin aramızda bir denge kuracağını, babamı bir şekilde ikna edeceğini biliyordum. Hayattaki en büyük yanılgım bu olmuş oysa. Hayatının geri kalan kısmında ne annem babamı ikna edebildi ne en ufak bir yumuşama belirdi babamın kalbinde. Ceyda’yı tanıdığı gün nasıl öfkeyle benim üstüme yürüdüyse, ölene kadar geçen zaman boyunca hiç konuşmasa da aynı öfkeyi hissettirdi bana.

Sıcak bir ağustos akşamı, babam kalp krizi geçirip hastaneye yattığında, Ceyda’yı ikinci kez götürmüştüm Aydın’a. Ceyda yol boyunca ağlamıştı. Sanki bir şeyleri ispat etmek ister gibi, ne olursa olsun Ceyda’dan vazgeçmeyeceğimi anlatmak istiyordum babama. Onun için yanımdaydı. Onun yüzüne bir kere daha baksın, beni ne kadar mutlu ettiğini görsün istiyordum. Babamı son görüşüm oldu bu. Hastanenin o soluk ışıklı odasında, annemin saatler süren dil dökmesinden sonra benimle konuşmaya razı olmuş ve tek bir cümle çıkmıştı ağzından: “Seni asla affetmeyeceğim Güner.”

Onun ölümünden sonra, uykularımı bölen, hayatımı katlanılmaz kılan bu cümlesi oldu hep. Ceyda kaç defa gitmeye niyetlendi, engel oldum. Annem, sararmış bir ot gibi sallanıp duran o kadın, babamın ölümünden sonra toparlayamadı bir türlü. Ne kadar yanıma almak için çırpınsam da, ne babamın mezarını ne de ölümüne bağlı olduğu toprağını bırakabildi. Olduğu yerde yaşlanıp duran bir ağaç gibi, bütün dertlerini içine attı. Buna rağmen hiç kızmadı bana. Ceyda’yı hep kendi kızıymış gibi benimsedi.
Sonra yedi yıl önce, hayatımı berbat eden o kaza çıkıp geldiğinde, Ceyda bir kez daha gitti Aydın’a. Annemin Aydın’dan ilk ayrılışı oldu bu. Hastaneye gelip de beni bu halde gördüğünde, hayatına girmiş iki erkeği de sonuna kadar kaybettiğini biliyordu. Başımda kalmak için diretti, istemedim. Sık sık bu şehre gelmek istedi, vazgeçirdim. Ama istisnasız her gün Ceyda’yla konuştu. Ona yalvardı, teşekkür etti, dualar yakardı. Bense kazadan sonra aylar boyunca kovdum Ceyda’yı. Ceyda her defasında ağladı, bağırdı, odalara kapandı. Ama asla bırakmaya yanaşmadı beni. Başlarda bütün bunları bana acıdığı için yaptığını düşünsem de, zamanla bu düşünce yerini bağlılığa bıraktı. Aydın’a gidip de babamın tepkisiyle karşılaştıktan sonra hayatımdan çıkmayı isteyen Ceyda, kazadan sonra ben gitmesini istememe rağmen yapmadı bunu. Sanki bir çocuğa bakar gibi baktı bana. Yaralı bir hayvanı sağaltmaya çalışır gibi okşadı beni.

Ona veremediklerim, veremeyeceklerim, yanımızdan hızla geçip giden dünya, varlığımızı ciddiye almayan hayat… Ve yarım kalmış, asla tamamlanamayacak olan onlarca şey. Ceyda benim cehennemim. Kendi yanışıma da ortak ettim onu. Kendimle beraber onu da tükettim. Tıpkı babamı ve annemi tükettiğim gibi. Kendi bedenimi saran yangını, sonunda ona da bulaştırdım.

Ama aynı zamanda cennetim de o benim. Her akşam, işten çıkıp da evin kapısını açtığında, bana cennetin kapılarının da açıldığını hissediyorum. Ve her gece, yatağa yatıp da, bacaklarını benim tutmayan bacaklarıma doladığında, tek beden olmanın nasıl bir şey olduğunu anlıyorum.

Cehennemde cenneti yaşıyorum ben. Yaşamak denirse buna…

Aşkî

                                                       Katerina Sokova