gri günce 10
Donmuş karanlıktan uyanan devasa
gizillik azgınlaşıp; o fısıltıları perçemlerinden tutup, -azimle kasvetli
derinliğe düşürüp- yavaş yavaş kapanıyordu. Kendini paralayan ışıklar birer
birer boğulup yok oluyordu. Yine de kıyıda bu kıvılcımı tutuşturan, bu
perçemlerle şenlenen bir ışık seli bu fısıltıyı çoğaltıyor ve küçük suspus
evlere düşürüyordu. Bu evler de kendilerini sakınmadan sunuyor ve vefasını
şehrin içine doğru yaygınlaştırıyordu. Böylece derin azgınlığa yedirilen o
yitik kızıl yolcular vefalı levhalarda anlamını bulup tüm şehre yerleşiyor,
melankolik ezgisini bu rastlantılarla ölümsüzleştiriyordu. Tutuşan evler derme
çatma gözlerle, aksayan dar yollarla uğulduyor; minik, çilekli kekleri andıran
sundurma çatılar, beşik çatılar, kırma çatılar açığa çıkıyor ve derinleşen
alınlarını -o ahşap- yıllanmış, kıvrımlı yüzeylerini -nemlene nemlene
melezleşen- sergiliyorlardı. Kızıl tufana boğulan bu çatılar aynı rengin
uyumsuz şekillere düşkünlüğünü bükülerek; büyülü büzgülere kesilerek henüz
sökülmemiş, karanlığa yedirilmemiş göz göz pencerelerden; hafifleyen ışıkları
ılık tınılarıyla sezilip kuşanılmış o kadim vaade sözceliyorlar.
Kararlı bir ses pes dalgalarla duvarlara çarpıyor ve oraya yansıyan
gölgelere gömülüyordu. Gölgeler de bu yansıyan sesten, odadaki karakterlere
daha silik, buna rağmen gıdıklayan tuhaflıklarla gerisin geri çarpıyor ve, ve
kendini duyuran diğer sözcüklerin yeni çatlamış, canlı dolanışında ister istemez duyulamaz hale geliyor,
fark edilmeden oradaki eşyalarda kendilerine damarlar bulup orayı gömü yeri gibi
kullanıyorlardı. Kısık ışıkta bir gölge oyunu sahneleniyordu ve oyuncular bu
oyunu yeni repliklerle daha karmaşık hale getiriyordu. “Nerde miydim?” diyordu
biri. “Ne önemi var... Uzun mu uzun bir yolculuk işte. Kinik bir yolculuk.” Yol
aldıkça uzayıp durdum. Geride bıraktığım yol, tekrardan önümde beliriyordu.
Doyumsuz bir yoldu da, içimi delen açgözlü bir yol. Delik, bir yumağa
örülüyordu ve o yumak tekrardan uzayıp; deliği azdırıyordu. Karanlıkla bastıran
bir yol, belli ki bununla yolcuya dolan bir yol... Ne kadar sürdü, bilmiyorum.
Yer yer bilincimi yitirir gibi oluyordum; varacağım yeri şiddetle hazırlayan
belleğim beni hepten bulandırıyordu.
gri günce
11
Denizi düşünüyordum, onda beni
sakin kılacak bir dalgayı kollar gibiydim. Ama dalgalar durmadan çoğalıyordu ve
milyonlara varan köpüklerle yüzeyimde patlıyordu. Durmadan yeni dalgalarla
beslenen köpükler kımıldamama olanak bırakmıyordu. Sonra bu köpükler
farkedilmez oldu, hafifliğini dayatır oldu ve o anda sakinleştim. Bir aracın
içinde hızla yol alıyordum. Gözüme takılan uzam, gözümü alan ağaçlar, dağlar,
tarlalar; hızla sökülüyor, köpüklerin yerini alıyordu ve onlarda hemencecik
kayboluyordu. Onlar da uzayıp belirsizleşiyordu ve birden önüme eskiyen
imgeleriyle atılıyorlardı. Ölebilmenin atılımı, bir levhada darbelendiği halde
kendini anıtsal kılan sanılı atılım. Olduğum yerde, dağılmadan, kendime olan
yakınlığımı yitirmeden; uzayıp duran, sökülen, sökültü olan kıvrıma geçiyordum,
ama asla onun kendi kıvrımı olamıyordum. Zihnimde belirli tümcelerle bu uzamı
işleyip duruyordum. Elimde pek bir şey yoktu, ama olanı çoğaltmaya ayartmayı da
iyi biliyordum. Beliren aymaz sökükleri onarıp hemen emeğimin karşılığını
alıyordum. Bir aylaklıkla beslenen, tembellikten ileri gelen güçlü, anlaşılmaz
duygular. Elimi bir işe değdirmeyi çok gören, beni yumuşatan ve gereksindiğim
olmazsa olmazları kendi baskın cömert doğalarında çeviren duygular. Ben ne
işlerle sınandım, ne işlerle duygular edindim, ama nerde onlar, hani onlar?
Bilmediğim şeylerin yokluğunu sessizce, kanıksamadan ağırlıyordum. Ya da
ses etmeden, kanıksanmadan ağırlanıyordum, yine de birbirimizde çoğalamıyorduk.
İki taraflı bir açıklıkta birbirimizi hoş görerek -yer yer hafif tedirginlikle
de olsa- açığa çıkarmaya çalışıyorduk. Yine de birbirimizi hızla yitiriyorduk
ve kısıla kısıla bizi besleyen, sağlıklı kılan yalnızlığa çekiliyorduk. Ya da
''oluşa gelmeye'' yakalandık. Hatta o an; o ilk karşılaşmada birbirimizde açığa
çıkan o çakımda kalıba dökülmeden hızla uzayan, yiten şey; -bir renk, aslı
olmayan bir yansıma gibi- düşüncemizin içine savrulup, ondaki kesinliğe sokulup
oracıkta geçici bir kayboluşa da yakalanıyordu. Gülümsüyordum. Bu gri, soluk
deneyimden; şehvete benzer bir şiddetle, bozulmayla sınanmıştım.
Gri
Charles Schenk