Çok Dertliyim…
Çok dertliyim sivil. Bizim patron benim odamdaki masamın
karşısına yeni bir masa, bilgisayar ve doğal olarak bir koltuk koydu. Bunlar da
ne demeye kalmadan, bana yeni çalışma arkadaşımı tanıştırdı. Daha adamı görür
görmez " amanın" dedim " sivil sözlüğün allahı tuttu beni."
bir insan entel olur da, it gibi yakışıklı bir entel olur mu anacım . O gün bu
gündür, derdim pek çok ummana mı dökeyim, haydarpaşanın merdivenlerine yüz mü
süreyim bilemiyorum. Allahım hem sakallı, hem yakışıklı ( bir göz var, göz
değil gözistan) hem de üst düzey entel. Olabildiğince çekiciliğimle bütün gün
ağzımın suyu akarak kendisini izlemekten trenyoldaki yeni ürünlere bile
bakamadım allah seni inanndırsın sivilcim. Akşam iş çıkışı taarruza geçtim
hemen. Çıkıp,birer kahve içelim mi bi yerde diye cilveli cilveli sordum.
Entelim ciddiyetimden bir gıdım taviz vermeden " olmaz eve gideceğim
" dedi. Kanlı gözyaşlarımı içime akıtarak ama vakarımdan bir an bile ödün
vermeden " illa gideceksin madem, hoşuma gitsene" dedim. O arkamdan
şaşkın şaşkın bakarken kıvırtmayı ihmal etmeden orayı terk ettim. O gün
bugündüğr onun o entel sakalları, gözleri, çantasındaki kitapları ve öğle
tatiline çıkarken boynuna astığı savaş muhabiri kılıklı fotoğraf makinesi
aklımdan çıkmıyor.
Offfffffffffffff offfffffffffffffffffffff sivil
offfffffffffffff
Entelle Aşk
İyi ki bi 8 mart dünya emekçi kadınlar gününde bana kitap aldı. İkide
bi okudun mu okudun mu diye sorup duruyor. A benim güzel gözlü dantelim, sen
okudun mu o aldığın kitabı? foucault sarkacı mıdır nedir, iki sayfa okuyayım
diyorum. Beynim foucault neyse kimse onun sarkacına binip sallanmıştan beter
oluyor. Ne biçim kitap ya. Daha ilk sayfanın 13,5. Satırında kendimi zehirlemek
istedim fakat bu denli şahane bi yaratığa nasıl kıyacaksın yapma etme
diyerekten kendimi ikna ettim de kurtuldum allah sizi inandırsın bi tanecik
gözlüklülerim. Dün sabah yine sordu okudun mu, sarkaç tuttu, başım döndü
bayılmışım güzel gözlü saçaklım ama okucam merak etme, dedim. Oku oku çok
seveceksin demez mi, ah benim makus talihim ben senin gibi bi dantele aşık
olcak trenses miydim, bana hediye diye parfümler, pırtlantalar, prada çantalar
dururken kalın kitap alacak bi saçaklıya vurulacak yarı filozof yarı ilahe bi
afet miydim ha diye çemkirecekkken, onun o güzel gözlerinden yansıyan ışık
başımı döndürüyo ağzıma gelenleri geri yutup, sözlüğü nasıl ezberlediysem bu
kitabı da okucam senin için diyorum içimden. Ama and olsun ki o umberto eco
mudur nedir o gözlüklüyü bulursam çok fena yapıcam demedi demeyin saçaklılar.
Yalnızlığı
Giyinmek
Sanki saçaklı, gözlüklü bi de üstüne sakallı bi güzel gözlüye kendi kendime
ve kendimle aşık oldum diye yalnızlıktan çıkmışım gibi ne zamandır giydiremedim
o şaşalı yalnızlığımı. Çok ihmal ettim. Bu soğuklarda dondu yavrucak. Ama
haftasonu aşk acımı dindirme çabalarım sonucu edindiğim çok güzel, çok pahalı
ve çok alımlı giyitlerle ona yaptığım bu haksızlığı telafi edicem iğne
oyalarım. Siz de yararlanırısınız bu arada. Az güzel görünün ne öyle saçaklı
saçaklı. Kış modası yalnızlığımızı giydirmeye çok uygun renkleri kesimlerle
dolu olduğundan işimiz kolay gözlüklülerim. Öncelikle uzun etek modası ve
envayi çeşit çizme çeşitliliği en önemli avantajımız. Yalnızlığımızı yollarda
gezdirirken eteklerimizi savura savura meydan okuyabiliriz kalabalıkların hoş
boşluğuna. Etekte koyu renk hem kolay kombinasyonlar için iyidir hem de çabuk
kirlenmez. Aaamaaaaa o koyu renkler mutlaka vücuda yapışan mümkünse boğazlı
kazakların parlak renkli olanları seçilerek, zıtların savaşımı izleminimi
yaratmak suretiyle hareketli hale getirilmelidir. Çizmede topuk boyu tercihe
bağlı. Hobitseniz yüksek topuk işe yarar, benim gibi selvi boyluysanız da sizi
ulaşılmaz gösterir. En iyisi biz topuklu giyidirelim zavallı yalnız
ayacıklarımıza. Kısa kabanlar iyidir fekat yarasa kol modasını sevmiyorum bi
kere yarasa itici bi zevat. Kolu bile ıyykkk dedirtiyor. Normal kol iyidir.
Renkte etek rengi dikkate alınmalı ve tez- antiteaz- sentez süreci etek kazak
kaban üçlüsüne uyarlanmalı. Kabanın cepleri mutlaka yanda olmalı ki ellerimizi
cebizmize sokup yürürken bize romantik ve gizemli bir hava verebilsin. Çanta
ayakkabıyla uyumlu olmalı zıtların çekiciliğini abartmanın manası yok. Hüzünlü
bir parfümle tamamladığınız kıyafetinizle sokaklara taşabilir. Yalnızlığınızı
şık şık dolaştırabilirisiniz. Çok güzel oldunuz, tebrikler.
Hala Bön Bön
Mağara Duvarına Bakanlar…
Patron yine iş seyahatinde entelim karşı masada ben kendiminde
yayıldıkça yayılıyoruz. Sözlüğe bakındım, alışveriş sitelerini dolandım,
sıkıldım. Arada bi de güzel gözlümü dikizlemekteyim tabi. Yine elinde kalın bi
kitap, yine beni gördüğü yok. Napsam napsam derken, yerimden kalkıp yanına
gidip, popomu masasının köşeciğine yerleştirip buna bakmaya başladım. 2.
Dakikanın sonunda nihayet varlığımı fark edip kafasını kaldırıp, noldu trenses
diye sordu. Böyle bana noldu trenses diye sorarken gözlerinde hep tedirgin bi
bakış yakalıyorum, sanki bi şey yapacağım. Neyse , ne okuyosun diye sordum.
Kitabı gösterip platon'un mağara söylencesi üzerine yazılmış bi yazı dedi.
Platon'u duymuştum, benim gibi bi filozof o da saçaklılarım. Ama mağarası
olduğunu bilmiyodum. Mağarası mı varmış bu elemanın dedim. Saçaklım bi
gülümsedi, ay bi fena oldum, istersen anlatayım sana dedi. Anlayabileceğimi
düşündüğü için içim ona karşı minnetle doldu birden. Başımı salladım, başladı
anlatmaya. İşte bi mağara varmış da bütün insanlar bu mağarada yüzleri bi
duvara bakacak şekilde bağlanmışlarda. Arkadan yanan ateşin etkisiyle arkadan
geçen başka insanların ve şeylerin ( herkes bağlıysa niye arkadakiler bağlı
değil sorumu duymazdan geldi bu arada) gölgesi duvara vuruyomuş da, bu duvara
bakan elemanlar da o gölgeleri gerçek sanıyomuşlar da. Çünkü bu sabileri daha
bebekken oraya zincirlemişler de ( ne berbat insanlar var ya niye bağlıyosunuz
bebeleri oraya bi kere dicektim susup isyanımı içime attım). Sonra bu
elemanlardan biri zincirlerini kırmış da ( o böyle tatlı tatlı anlatırken
anacım benim gönlümün zincirleri de kırılmaz mı hiç), zincirini kıran eleman
dışarı kaçmış da önce gözleri kamaşmış bi şey görememiş de sonra gözü ışığa
alışınca ( duyusal uyum deniyo aslında buna da ses etmedim artık bunu nerden
bildiğimi bilmediğimden) gerçek dünyayı görmüş de. Mağaraya dönüp öteki
şapşallara bakıp durmayın bu duvara bunlar sadece gölge gerçek başka diye
anlatmaya çalışmış da ama ötekiler duvara bakmaktan memnunlarmış da ( aklıma
avmlerde vitrinlere bakan günümüz şapşalları geldi o esnada) o adamcağız
kendisine inanmayan sümsüklere boş yere laf anlatmaya çalışmışlar da. Bi güzel
anlatıyo böyle saçaklılar allah sizi inandırsın kalbimin yağları diyetsiz
erimekte. Sonunda sustu güzel mi sence diye sordu gülümseyerek. her ikimizi de
şoka sokan cümleyi o zaman kurdum işte: " platon'u diğer düşünürlerden
farklı kılan tıpkı nietzsche gibi bir yüzünün edebiyata dönük oluşu bu . Mağara
söylencesini değerli kılan bu özelliğinin yanı sıra; insanın gerçeklikle
ilişkisini ironik bir dille anlatabilmiş olması belki de. " güzel gözlü
saçaklım koltuğunda düşüyodu nerdeyse. Ben de noluyo bana ya içime aylak mı girdi
noldu diye bi paniğe kapıldım sormayın gitsin. Sonra anladım ki bi dönem bu
gözlüklüyü etkilemek için sözlükte yazılan her şeyi ezberlemiştim ya, ordan
aklımda kalmış ağzımdan öyle döküldü. O hala şaşkın şaşakın bana bakarken ama
dedim değişen bi şey yok saçaklı bak sen hala duvardaki gölgelere bakıyosun, ne
diyosun ya dedi. Kitabı işaret ettim bak bu kalın kitaplarda senin gölgelerin,
sonra kendimi işaret ettim gerçekliği göremiyosun bi türlü. Hala bön bön mağara
duvarına bakıyosun sakallı naber diye bitirdim sözümü. Ağzı bi karış açık
kalmış güzel gözlü sakallı saçaklım en sonunda bazen seni hiç anlamıyorum, dedi
sonunda. Masasından şık bi hareketle atlayıp ileri kırıtma tekniklerini
uygulayarak masama dönmeden önce, anladığında da çok geç olcak sakallı dedim.
Bilgisayarımı açıp trendyoldaki yeni sezon kıyafetlerine baktım. Saçaklım da
bütün gün garip garip bana baktı. Hayat işte iğne oyalarım.
Aşk Taarruzdur
Bu üçrenk denen saçaklı ordusunun bi üyesi olan mavi saçaklısı dedi
bunu bana. Düşündüm düşündüm, doğru valla iğne oyalarım aşk taarruzdur ve ben
şahane hatta nefes kesici bi savaşçıyım. Her daim taarruz halinde olan aşıkane
varlığım yılmadan bıkmadan güzel gözlü, gözlüklü, sakallı ve saçaklı dantelime
saldırı halinde. Fekat noluyor? nasıl oluyorsa oluyor bu saçaklı hedefe
kilitlenmiş atışlarımdan korunmanın bi yolunu buluyor, kaçıp kurtuluyor. Tıpkı
bi balık gibi tam avcumun içinde derken bi bakmışım, kayıp gitmiş. Bütün bunlar
neden olabilir diye düşündüm ve buldum sonuçta. Anneler size sesleniyorum
özellikle oğullarınızdan güzel gözlü ve bi saçaklıya dönüşme eğilimi olanlara
adam gibi eğitim verin. Öğretin onlara: aşk taarruzdur ve hattı müdafa yoktur,
sahtı müdafa da yoktur. Müdafaya kalkışmasınlar, boşuna uğraşmayıp, hemen
teslim olsunlar. Özellikle de karşılarında trenses varsa, beni
uğraştırmasınlar. Bu ne ya, cephane kalmadı alla alla.
Kovdum Seni Bu İlişkiden
Kovdum denilince kovulsa ya. Niye kovulmuyor.
Sen kovsan o niye gitmiyor? nereden kovdun diye soruyor pis pis sırıtarak,
kalbinden mi, zihninden mi, beyninden mi, ruhundan mı ? al işte bi saçaklıya
aşık olursan olcağı bu. Patronun sümsük oğluna desem, şşşt sümsük kovdum seni
bu ilişkiden. Peki ben gideyim bari, der. Bu saçaklı zor sorular sorup aklımı
mikser gibi karıştıraraktan dengelerimi sarsarak beni aşka eleştirel bi bakışa
zorluyor. Aşka eleştirel bakış da ne demeyin danteller. Ben kendimi bildim
bileli dogmatik kabulllenişleri sevdim. Bi de kendimi.
Safizm
Madem ki böyle bi felsefe kurduk saçaklılar ( ay inanmıyorum ya bi
felsefe kurdum bi felsefe kurdum bi fel ..) o zaman nolmalı bi kere bu
felsefenin ( ne güzel felsefe diyorum ya) adını unutum bi şeyi olmalı. Neydi o
ya. Hah arsüman, yok hargüman, ııh pansuman hiç olamaz.üfff neyse bi şeyin şeyi
olmalı. İşte o şeyi yazıyorum şimdi.
1. Safizm anlamamayı anlamanın karşısına koyan felsefi bir sistemdir sefiller.
1. Anlayınca noluyo ki yine aynı dünya yine aynı sen bilgeliğinin bi trenses vücudu kadar enfes bi şekilde vücud bulmasıdır.
1. Kitap mı kalın kafam mı kalın sorunsalına kafam deyip işin içinden çıkma bilgeliğidir. Bi adamın ustrası vardı ,işte ondan daha keskindir. (adamın adını hayatta aklımda tutamam kusura kalmayın)
1. Safizm anlamamayı anlamanın karşısına koyan felsefi bir sistemdir sefiller.
1. Anlayınca noluyo ki yine aynı dünya yine aynı sen bilgeliğinin bi trenses vücudu kadar enfes bi şekilde vücud bulmasıdır.
1. Kitap mı kalın kafam mı kalın sorunsalına kafam deyip işin içinden çıkma bilgeliğidir. Bi adamın ustrası vardı ,işte ondan daha keskindir. (adamın adını hayatta aklımda tutamam kusura kalmayın)
1. Anlamıyo olmanın güzelliğinize hiçbi zeval getirmeyeceğini bilerek şen şakrak yaşamanın aydınlık yoludur. Anlamak için canını dişine takmaktan kafasında saç kalmamışlara sempati ile yaklaşır.
1. Noldu şimdi, ne, nasıl yani, anlamadım ki bi şey diyebilmenin dürüst ve çocuksu neşesidir. Anlıyomuş gibi yapmaktan daha erdemlidir ( erdem ne onu da anlamadım ama burda şık durdu)
1. Bi safist güzel giyinir, yalnızlığını giydirmenin inceliklerine doğuştan sahiptir.
1. Safizmin temel sloganı anlamasak da güzeliz ama siz hala sakallı, saçaklı bi de gözlüklüsünüz naber'dir.
1. Her safist bu temel (üfff neydi ya o argüüüüü...) şeyleri bilir, yaşar ve mutlu uyur.
Bu kadar, herkes anladı mı sefiller?
Üç renk Seçki
Çıktığını duyunca
danteller hemen koştum istiklale. Koştum derken, kırıtarak ağır ağır yürüdüm
yani. Neden ben koşmam kırıtırım. Neyse buldum bi kitapçı dükkanı. Kalın
kitaplardan uzak durmaya imtina ederek etrafa bakındım fekat bu çokrenk mi
beşrenk mi yok piyasada. Hani ayol ünlüydü bu kitap nerde, yok derken dükkanda
çalıştığı her halinden belli olan saçaklı bi oğlan bana doğru yaklaşmaya
başladı. Boynuna sardığı salkım saçak şeyler yüzünden yüzümü buruştururken bu
gelip, aradığınız bi kitap var mı diye sordu bu esnada bunun burada ne işi var
bakışlarıyla bacaklarımı dikizlemekteydi. Dedim şu renkli kitaptan istiyorum.
Bu anlamadı galiba burunu havaya kaldırıp düşünür gibi yaptı. Sanki koklayarak
bulcak kitabı. Hani şu seçki dedim nihayet anladı gözlüklü, aaaa tamam şimdi
getiriyorum diye sırıttı. Kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum saçaklılar
her yan kalın kitaplarla doluydu ve hepsi üstüme yürücek gibi geliyodu bana. Şu
kitabı alsam da çıksam diye düşünürken oğlan geldi. Aldım ve kendimi dar attım
sokağa. Sonra açtım bi baktım. Bi kapak. O nasıl kapak öyle, o nasıl renkler, o
nasıl bi masal. Valla bu renki saçaklılar benim resmimi koysalar ancak bu kadar
etkileyici olurdu diye itiraf ettim. İçini açtım baktım, aaaa bi sürü yazı.
Kitabı elimde şöyle bi tarttım kalın da sayılabilir. Şimdi ben bunu gece
uyumadan önce okumaya kalksam kaçıncı dakikada sızarım acaba, diye düşünerek
şirkete gittim. Neyse odaya girdim bizim güzel gözlü, sakallı ve kalın
kitaplara aşık kafasına ömrümü verdiğim saçaklı elimde kitabı görünce aaa bu ne
trenses dedi. Bak dedim bunlar renkler yazmışlar da yazmışlar. Aldı eline baktı
, karıştırdı. İlginç bi çalışma dedi. Tanıyo musun bunları dedi. Ne tanıması
saçaklı, ne işim olur benim bu rengarenk iğne oyalarıyla dedim. O da niye aldın
o zaman deyince aklıma başka bi şey gelmedğinden, senin için ayol deyip
masasına atıp kaçtım. O şaşkın şaşkın bana bakarkene üffff ya şimdi bi daha mı
gircem o kalın kitap dolu yere diye düşünmekte ve kaderine lanet okumaktaydım.
Bi de bu üçrenk seçki çıktı başıma sanki az derdim var da. Offf ya.
TRENSES
Üçrenk’ten çok önemli not: Trenses gönderdiği yazılarda
herhangi bir düzeltme yapılmasına kesinlikle izin vermemiş, düzeltme de neymiş
saçaklılar benim düzeltilmeye
ihtiyacım yok bi kere, her halimle şahaneyim, demiştir…