“Aldırmayacak kadar çok mu?”
Çoktu. O an için en zayıf yanı ile öfkesini bileyen ve bunu yıllardır yapan adam için çoktu. Sigarasından bir nefes daha çekti.
“Bilmem, aldırmamak istemiyorumdur belki de. Kötü olmayı ben de istemiyorum. Ama insanlar durmadan sevgimi kullanıyor ve sonra bana bir bokmuşum gibi davranıyor. Aldırmasam, bunun, yani aldırmamanın bir zayıflık göstergesi olduğunu düşüneceklerinden korkuyorum belki de. Yaptıklarını yanlarına bıraktığımı düşünmeleri, bu düşünce ile mutlu olmalarının bir anı bile beni deli ediyor. Birine kötülük yapıp ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza devam edemezsiniz. En azından benim dünyamda."
“Ama bir yandan da yapmak istemiyor gibisin, değil mi?"
“Bilmiyorum. Baraj kurmaya çalışıyorum öfkeme. Hızla gidip çarpacağı, çarpınca küçük parçalara ayrılacağı bir duvar. Yine de barajı aşıp aşmayacağına söz veremem.”
“Anlıyorum.”
Korkuyorum, demek yerine bu sözcüğü seçmişti. Biliyordu ki kimi insanlar anlaşılmadıklarını düşündükleri için tehlikeliydi. Kimileri de gerçekten anlaşılmadıkları için. Ne olursa olsun, onca zamana rağmen karşısındaki adam hakkında bir fikri olmadığından, anladığını belirtmek yumuşak bir nokta bulmasına yardım edecek zamanı kendisine verecekti. Ya da korkusunu - bir daha – bastıracak zamanı.
“Peki sevdiğin insanlar mı bunlar?”
“Artık değiller. Hiç olmaycaklar da. Ne gelecekte ne anılarda. Ve hiç olmamış olanlar da var aralarında. Ama bir zamanlar kesinlikle diyebileceklerim de.”
Sesi buz gibiydi. Bir köy evinin tahta kapısı tipinin şiddetine dayanamamış menteşelerin zorlanan gıcırtısına bir anda eklenen yüksek sesle ardına kadar açılmıştı. Orada – karşısında bir şeyler üşüyordu sanki.
Belli etmeden ellerini ovuşturdu kadın. Hızlanan kalbini yatıştırmak için derin bir nefes aldı. - Adam her şeyin farkındaydı -
“Demek ki içinden geleni yaptın yapacaksın, öyle mi?”
“Yaptım. Yapacak mıyım, bilmiyorum. Sorun burada sanırım. Artık yapmak istiyor muyum, istemiyor muyum? Dayanılmaz bir hırsla istiyorum ve büyük bir hüzünle istemiyorum.”
Bir an durdu. Soğuk kelimelerin arasına giren bu ani duruşun yarattığı daha derin ıssızlığın karşısındakini nasıl korkuttuğunu sezdi. Neden sonra:
“Sevdiğim insanlar olup olmadıklarını neden merak ettin?”
Bu sıradan, iç güdüsel bir soru muydu, yoksa keskin ve soğuk bir beynin kurduğu planın ani, yoklayıcı sorusu mu? Her ikisi de tehlikeliydi. Yine de cevaplanması gerekiyordu. Çok duraksamıştı.
“Karşılıklı olup olmaması önemli çünkü. Onlar da seni sevmiş olabilir. Yani, birkaç yanlış davranış onların seni sevmediği ya da seni kullandığı anlamına gelmez. Bence bunu dikkate almalıydın, ilerisi için de almalısın.”
Buz çölünde bir çingene dans ediyordu. Adam sigarasını söndürürken düşündü bunu. - Çingeneyi düşündüğüme göre artık o benim çingenem - Tek bir jest ve mimik dışarı vurmadı bu dansı. Ne kadar aciz ve cahil, dedi içinden. Uzun süredir düşünüyordu bunu. Uzun süredir uzun süren her görüşmede bu düşüncesini güçlendiren kalıplar görüyordu. Masumiyeti yalnızlığındandı, yalnızlığı olmasa o da diğerleri gibi olurdu: Kapıyı açıp sokağa çıktığı an her şeyi alıp satmaya hazır bir duygu pazarlamacısı.
Fakat kapıyı açmıyordu. Bu tüm cahilliği ve acizliğine rağmen onu masum kılan şeydi. - Cahillik ve acizlik öncüllükte yer değiştirebilir demek ki. Onlar bu değişme ile değişmezler ama. Demek ki masumiyet için gereken değişim bunların değişimi değil -
Bunları düşünürken dikkatini tam sağında masanın öte tarafında kahvesini yudumlayan kadından ayırmamıştı. Korktuğunu biliyordu. Onu korkutuyordu. Fincanın geniş ağzını siper edip kendisine attığı meraklı ve endişeli bakışların farkındaydı. - Benden bir şeyler bekliyor. Bugün kapalıyız. -
Sohbetlerinin zaman içinde onun entelektüel gururunu okşayan psikanalize dayalı garip bir hava içine girdiğinin farkında idi. Bu yüzden ele vermemişti. Fakir bir beyin, diye düşündü. Şeytanla oyun oynayacaksanız Faust'u okumuş olmalısınız, dedi içinden bir ses. Buz çölüne doğru savrulan bir ses.
Kadına baktı, sezdirmedi. Susuyordu. Kadının çoğalan korkusunun, merakının ve okşanmasını istediği entelektüel gururunun kadını yeniden konuşturacağını biliyordu.
- Sağdan sola dört harf, utku!-
“Sence de öyle değil mi?”
Biraz daha susmak gerçekte neyi istediğini ele verecektir, diye düşündü. Hep böyledir. Bekledi.
“Ama cevap vermelisin bana.”
İnsanlar. Soru şeklinde servis ederler olumlamanızı istedikleri görüşlerini. Evet ya da hayır için tüm cevaplar hazırdır. O zaman dikkate alınacak bir şey yok ortada. Naif ve içten rolü yapan bu poh pohlayıcı sorudaki gizli onay isteğini karşılamak anlamsız.
Keskin bir rüzgar. Çöl. Buz tanecikleri gün ışığı ile bir oyun oynuyor. Renk bulup değiştiren şey ışık. Buz taneleri sadece bir yüz. Gelip geçici.
Rüzgar. Sessizlik bir çok şeyi büyütebilir, çoğaltabilir. Kimi duyguların leş kokuları gibi. Belki beden değil ama mavi cehennem ateşi ile yoğrulmuş insan ruhu her yerde pis kokuyor. Ölü ya da diri. - Bu esrimeden memnun olmak için vakit yoktu. Daha önemli bir şey vardı. -
Kadını masumiyetin küçük aralığında tutmak için korkuyu kullanmak istemiyordu. Ama mecburdu.
Yakınındaki pakete uzanıp bir sigara aldı. Yaktı.
“Plan çok zaman aynıdır.”
“Plan?”
Çok hızlı tepki vermişti. Gereğinden hızlı. Birkaç saniye, belki üç-dört, makuldü; altı-yedi ise geç. Ama çok hızlı tepki vermişti. İyiydi bu. Masumiyet aralığı genişlemişti. Bir nefes daha çekti sigaradan.
“Daha önce konuşmuştuk.”
Herkes neredeyse, nüans farklarıyla, aynıdır. Perçinlenmek, göğüslerini oksijen yerine onlara suni teneffüs yapan şeytani gururları ile doldurmak ister. Kabarmak. Ellerinin altında iğneleyebilecekleri bir kedi gibi zayıf bir karakter isterler. - Burada olanların bununla bir ilgisi var mı? Elbette. -
Adeta avını bekleyen sekiz dişli bir kapan gibi.
Bu düşüncelerinden bahsederek planı tekrar anlatmaya girişebilirdi. Ne varki kadının cahil gururu konuyu saptıracaktı kuşkusuz.
Bir kibrit parlamasının aralığında tayfun hızıyla geçirdi bunları aklından.
“Tetiği ne zaman çekeceğime ben karar veririm. Plan budur.”
“Tüm katiller böyledir. Yani zamanı onlar belirler. Kurbanın bundan haberi olmaz.”
Şimdi çayırda iki tavşan vardı. Banyosuz filmlerin karanlık ve mor gölgeleri içinde yıldızının tek kanadı kırık eski bir film makinesinden hafsalasına yansıyan iki tavşan. “Kurban..” dedi. Ne soru vurgusu ne de kabullenmemeyi gösteriyordu sesi.
“Hedef, diyelim o zaman.”
Acele ediyordu. Ortada bir hata yoktu. Ama korku vardı. Korku varken ne yoktu? Sigarasını söndürürken daha açık sezdi bunu. Onu rahatlatmak için kendi paragrafına döndü.
“Ben soğukkanlı bir katil değilim. Sevmediğiniz biri size kötülük yaptığında bu kötülüktür. Sevdiğiniz biri yaptığında ise kötüden de öte bir şey olur bu. Neden açık. Herhangi bir kutsal nedenden ya da düşünce fedailiği ile öldürmüyorum. Kişisel bir mesele mi, hayır. Zevk asla. İnkar etmiyorum bir kahve içimi kadar bir keyif var. Ama o kadar. Ancak ben bir anda öldürmüyorum. Ben, ben olarak öldürmüyorum.”
Portakalı yemek için kabuğunu soymalısın.
“Ah, hatırladım. Sen aciz ve sığınmacı bir şekilde onlara yaklaşıyor, peyk oluyordun onlara. Onları çözümlüyordun. Dost ve düşmanlarını öğreniyor düşmanlarına düşman, dostlarına dost oluyordun. Kendini tanıtıyordun. Değil mi?”
Masumiyet korunabildiği kadar samimiyetsiz bir kullanışlığa da sahip kuşkusuz. Yine de, diye düşündü ve “Onlarla konuşuyorum. Hemen önce. Tetikten.”
“Şunu kesinleştirelim mi: dostlarını mı öldürüyorsun?”
“Hayır.”
Bu sözde soru cümlesinin cevabıydı sadece. İkinci tavşan arayı açıyordu. - Demek ki Mikail böyle şeylerle uğraşıyordu: tavşanlardan birinin daha hızlı koşması!
Bardağı eline alıp boş olduğunu anladığı anda kadının kirpiklerinin ucuyla attığı bakışın diğerlerinden uzun sürmesi rahatladığını gösteriyordu.
“Ben dostlarım, tanıdıklarım gibi ayrımlar yapmam. İnsanlar ve ben.”
Çevresindeki elektronik aletlerin çeşitliliği ya da daha renkli kıyafetleri olduğu için modern sayılan insanın aslında on beşinci yüzyıldaki züppe, cahil ve gururlu bir soyludan farkı yok. Küstahlığın açtığı kapıyı ahmaklık kapatıyor hala. Ya da tam tersi. Anlatılabilmesi mümkün ne çok şey bu nedenden dolayı analatılamayacağı için heba oluyor. Bir tür pervasızlık bu. İşte şimdi de masumiyet korku feveranı ile aynı noktaya geliyor.
Bu sihir. Geride kalan tavşan kızıl bir tilkiye dönüşüyor. Sık ağaçların olduğu yere koşan tavşanla arayı kapatıyor. İnce, gergin bacaklarının pirinç seçen bir elin parmakları gibi açılıp kapanışı yavaşlıyor oysa. İleride, öndeki tavşan seyrek çalıların oraya ulaştı. Tazı pirinçleri tane ile taşıyan bir elin parmaklarının dikkatinde başını öne verdi ve durdu. Tavşan çalıların oradan ağaçların arasına girip kayboldu.
Horozu yavaşça indirme zamanı. Her sürek avının haini avcıdır. Bugün bereketsiz bir gündü.
Sigara paketini ve kibriti hızlı bir hamle ile trençkotunun cebine indirdikten sonra kalktı. Düğmelerini iliklerken “Bugünlük bu kadar.” Düğmelerle cümle eş zamanda bitti. Kadını masanın diğer tarafında tam karşısına aldı her zamanki gibi başı ile nazikçe selamladı. Geriye çıktı. Sandalyeyi düzeltti ve denize bakan pencerenin önünde kadını kurgusal düşünceleri ile başbaşa bıraktı.
Odadan koridora, koridorun sonunda sol taraftaki merdivenlere ölçülü adımlarla ilerledi. On üç basamak. Merdivenlerin onu ulaştırdığı sofayı geçip bahçeye açılan kapıya geldi. Bahçeye çıktı. Kapıyı özenle kapattı. İki tarafı adını bilmediği çiçeklerle bezenmiş bahçeyi katetti. Dış kapının mandalını kaldırırken geriye döndü, baktı. Yola çıktı. Kapıyı kapatırken tekrar baktı. Mandalı yerine oturtunca iskeleye inen yokuştan inmeye başladı. Bir sigara yaktı.
İskeleye kadar yirmi iki dakika. Saatine baktı. Vapura yirmi beş dakika.
Çevresine, insanlara ilgisiz yürüdü. Bisiklet binen balon etekli kadını görmedi. Faytondaki almanları. Elele yürüyenleri de.
Karakol. Kritik nokta. Sakin.
Hala orada oturuyor olmalı, pencere kenarında. Polisler sakin, sohbet koyu. Vapura on dakika. Sol taraftan. Kafeler, lokantalar.
Meydandan tekrar sola. İskele.
Küçük büfeden bir paket sigara, yeni bir kibrit. Önlem.
Gişe. Kadıköy bileti.
Çığırkanın sesi yükseliyor. Beş dakika. Bilet kontrolü.
Arka taraftaki ahşap sıralar. Siren.
Vapur sireni.
Sular köpürüyor.
Sırtını geceye veren herkes acı çekmiştir, demeliydim. Ya da...
Artık önemi yok.
Çingene, el sallıyor!
Yine geleceğim, yine.....
Cinham Mavi
Franco Cianetti