26 Mart 2013 Salı

GRİ GÜNCE


 gri  /  12

Bir yalınlık halesince yumuşamış, en küçük kırıntıyı bile -o muazzam benzemezliğiyle- büyük, önemli bir varoluşun kulacı, erince patlayışı, dalına çatlayışı, ya da baş edilmez bir tufanın yok edebilen hafifliği olarak sonsuzca yüzeye kırılışı olarak görüyor, duyumsuyordum. Bir baş dönmesi gibi zaman ve uzam bende savaşa tutuşuyor ve sonra birbirinde kavgaya kökleniyordu. Bu kavga tutulduğum imgeleri bana iade ediyordu, sakinleşir gibi olmam için. Böylesi bir iade ediş ile yitirdiğim şeylere daha beter bağlanıyordum ve alt edilmiş, kenara irinlensin diye bırakılmış bir ceset gibi sükunetim savaşın, o mutlak krallığın soluğuyla arınmış olarak karşı karşıya geliyordu. Şimdi kibirle beni gömenlerin arındığı kaynakları kurutmaya bileniyordum. Yabancı bellediğim şeylerde uyuştum, bunun bir zararını görmeden onların o alışık olmadığı terk edişi onlara da geçirdim. Bu yalnızlığın karanlık barınağında duyumsamalarımız birbirine düğümlendi, görmeden ve haliyle kirlenmeden, bir mecrada çatladık. Ama yol uzundu. Bir oluşu başka oluşlarla alt edemiyorduk; hele kibirle asla. Uyuşukluk içinde dönelen bir göz, bir düşten ne kadar arınıksa ben de öyle idim; yarı uyuşuk, mümkünün hâkimi sayıklamalarla kendimi yenilediğimi, arındığımı ve cinayetlerin temize çekildiği kaynakları kuruttuğumu zannederek gülünç oluyordum. İçimde şakıyan her ne ise; uzayıp, hızla sökülen kıvrımdan kaynaklanıyordu. Sonra hissizleştim; yorulmuştum. Varacağım nokta benim için saplantı olmaktan çıkıyordu. Biliyordum, seziyordum; bu pek uzun sürmeyecekti. Süre bir tacizler ağıydı, dönüp dönüp bana ilişiyordu. Neremi sakınacağımı bilemez olmuştum, çaresizce kulaç atıyordum. Durmadan değişen sökülüşe takılamazdım; ben hep sabit olana eğilimliydim. Yakalandığım şeyin dışında fazlaca yaşayamayacaktım. Onun merkezinden her şey dinginliğine yetişiyor ve benimle arasındaki uzaklığı anlamlı, etkileyici kılabiliyordu. Ben işte o merkezden; -o kayadan- fışkıran su gibi kollanıp arama açıklığını geren o sökülüşe, uzaklığa hayat verebiliyordum. Onu yitirmeden besleyebiliyordum. Ama benim soluğumu dokuyan, düşlerimi eken o uzaklıkla aramdaki açıklık değildi; hayır, ben ayartılmış, emzirileceğim göğse bağlanmıştım. Beni hadım eden isteklerim, beni sakınmalarımdan da bağışık kılmıştı. Bir oyunculuğum yoktu, keskin ve parçalayıcı idim.

gri 30

Anımsa, ruhum, anımsa o gördüğümüz şeyi;
Çok tatlı, güzel bir yaz sabahında,
Patikanın dönemecindeki iğrenç leşi.
Çakıllarla bezenmiş yatağında,
Şehvetli bir kadın gibi, zehir terleyen, kızgın,
Kaldırmıştı havaya bacaklarını,
Açıyordu, uyuşuk, hayâsızca ve azgın,
İğrenç kokularla dolu karnını.
Birlikte oluşturduklarının yüz katına eş,
Doğaya iade edercesine,
Yayıyordu o parlak ışınlarını güneş
Çürümüş çöplüğün, leşin üstüne;
Bir çiçeğin açılışına bakar gibi, gök


gri 31

O diri iskelete bakıyordu
İnsan nerdeyse düşüp otlara bayılacak,
Öylesine felaket kokuyordu.
Canlı paçavralar boyunca, kalın bir sıvı
Gibi akan kara kurtçuk ordusu,
Üzerinde kaynaşarak, kokuşmuş bir karnı
Emen pis sineklerin uğultusu,
Tüm bunlar, inip çıkıyordu bir dalga gibi,
Ya da atılıyordu hışırdayarak,
Garip bir solukla şişmişti o gövde sanki
Yaşıyordu sürekli çoğalarak.

(Charles Baudelaire / leş)

Gri


                                                        Dennis Stock - Wales, 1962.