gri / 12
Bir
yalınlık halesince yumuşamış, en küçük kırıntıyı bile -o muazzam
benzemezliğiyle- büyük, önemli bir varoluşun kulacı, erince patlayışı, dalına
çatlayışı, ya da baş edilmez bir tufanın yok edebilen hafifliği olarak sonsuzca
yüzeye kırılışı olarak görüyor, duyumsuyordum. Bir baş dönmesi gibi zaman ve
uzam bende savaşa tutuşuyor ve sonra birbirinde kavgaya kökleniyordu. Bu kavga
tutulduğum imgeleri bana iade ediyordu, sakinleşir gibi olmam için. Böylesi bir
iade ediş ile yitirdiğim şeylere daha beter bağlanıyordum ve alt edilmiş,
kenara irinlensin diye bırakılmış bir ceset gibi sükunetim savaşın, o mutlak
krallığın soluğuyla arınmış olarak karşı karşıya geliyordu. Şimdi kibirle beni
gömenlerin arındığı kaynakları kurutmaya bileniyordum. Yabancı bellediğim
şeylerde uyuştum, bunun bir zararını görmeden onların o alışık olmadığı terk edişi
onlara da geçirdim. Bu yalnızlığın karanlık barınağında duyumsamalarımız
birbirine düğümlendi, görmeden ve haliyle kirlenmeden, bir mecrada çatladık.
Ama yol uzundu. Bir oluşu başka oluşlarla alt edemiyorduk; hele kibirle asla.
Uyuşukluk içinde dönelen bir göz, bir düşten ne kadar arınıksa ben de öyle
idim; yarı uyuşuk, mümkünün hâkimi sayıklamalarla kendimi yenilediğimi,
arındığımı ve cinayetlerin temize çekildiği kaynakları kuruttuğumu zannederek
gülünç oluyordum. İçimde şakıyan her ne ise; uzayıp, hızla sökülen kıvrımdan
kaynaklanıyordu. Sonra hissizleştim; yorulmuştum. Varacağım nokta benim için
saplantı olmaktan çıkıyordu. Biliyordum, seziyordum; bu pek uzun sürmeyecekti.
Süre bir tacizler ağıydı, dönüp dönüp bana ilişiyordu. Neremi sakınacağımı
bilemez olmuştum, çaresizce kulaç atıyordum. Durmadan değişen sökülüşe
takılamazdım; ben hep sabit olana eğilimliydim. Yakalandığım şeyin dışında
fazlaca yaşayamayacaktım. Onun merkezinden her şey dinginliğine yetişiyor ve
benimle arasındaki uzaklığı anlamlı, etkileyici kılabiliyordu. Ben işte o
merkezden; -o kayadan- fışkıran su gibi kollanıp arama açıklığını geren o sökülüşe,
uzaklığa hayat verebiliyordum. Onu yitirmeden besleyebiliyordum. Ama benim
soluğumu dokuyan, düşlerimi eken o uzaklıkla aramdaki açıklık değildi; hayır,
ben ayartılmış, emzirileceğim göğse bağlanmıştım. Beni hadım eden isteklerim,
beni sakınmalarımdan da bağışık kılmıştı. Bir oyunculuğum yoktu, keskin ve
parçalayıcı idim.
gri 30
Anımsa, ruhum, anımsa o gördüğümüz şeyi;
Çok tatlı, güzel bir yaz sabahında,
Patikanın dönemecindeki iğrenç leşi.
Çakıllarla bezenmiş yatağında,
Çok tatlı, güzel bir yaz sabahında,
Patikanın dönemecindeki iğrenç leşi.
Çakıllarla bezenmiş yatağında,
Şehvetli bir kadın gibi, zehir terleyen, kızgın,
Kaldırmıştı havaya bacaklarını,
Açıyordu, uyuşuk, hayâsızca ve azgın,
İğrenç kokularla dolu karnını.
Kaldırmıştı havaya bacaklarını,
Açıyordu, uyuşuk, hayâsızca ve azgın,
İğrenç kokularla dolu karnını.
Birlikte oluşturduklarının yüz katına eş,
Doğaya iade edercesine,
Yayıyordu o parlak ışınlarını güneş
Çürümüş çöplüğün, leşin üstüne;
Doğaya iade edercesine,
Yayıyordu o parlak ışınlarını güneş
Çürümüş çöplüğün, leşin üstüne;
Bir çiçeğin açılışına bakar gibi, gök
gri 31
O diri iskelete bakıyordu
İnsan nerdeyse düşüp otlara bayılacak,
Öylesine felaket kokuyordu.
İnsan nerdeyse düşüp otlara bayılacak,
Öylesine felaket kokuyordu.
Canlı paçavralar boyunca, kalın bir sıvı
Gibi akan kara kurtçuk ordusu,
Üzerinde kaynaşarak, kokuşmuş bir karnı
Emen pis sineklerin uğultusu,
Gibi akan kara kurtçuk ordusu,
Üzerinde kaynaşarak, kokuşmuş bir karnı
Emen pis sineklerin uğultusu,
Tüm bunlar, inip çıkıyordu bir dalga gibi,
Ya da atılıyordu hışırdayarak,
Garip bir solukla şişmişti o gövde sanki
Yaşıyordu sürekli çoğalarak.
Ya da atılıyordu hışırdayarak,
Garip bir solukla şişmişti o gövde sanki
Yaşıyordu sürekli çoğalarak.
(Charles Baudelaire / leş)