30 Aralık 2012 Pazar
BİR MEKTUP: YAPAYSIZ, ACELESİZ
Geceyi giyen kadın,
Biliyorum, uzun zaman oldu konuşmayalı senle. İlkbahardan yaza kadar, dudaklarından doğup Akdeniz’e, belki daha yakına, bilmem belki Ege’ye dökülecek sözcüklerini bekledim.
Yapraklar sararıyor…
Ne güzel olurdu konuşsaydın. Ben de güzel olurdum: Bir masal tasarlardım; yapaysız, acelesiz, ellerine dokunurdum sonra ürkekçe, büyülü balıkların yüzgeçlerinden tutup, uslanmaz serçelerin kanatlarından esen yelle, Deliveren çiçeklerinin kokusuyla şenlenen, Boyabat ağacının gölgesine davet ederdim seni. Güzelce nefeslenirdik birbirimizin yorgunluğunda. Ben alırdım örneğin, sen verirdin ardından. Hep papatyaların yapraklarını sayacak değildik ya, birbirimizi sevip sevmeyeceğimizi düşünecek yerde, birbirimizin varlığı ilgilendirirdi bizi bundan böyle.
Gelir miydin benimle?
Ne güzel olurdu konuşsaydın. Ben de güzel olurdum: Sen geceyi giyinmiş olduğundan gündüzün olurdum seni ısıtabilmek için. Parlardım ha, parlardım tepemizde, hatta utanmaz olup gözlenenin ötesine çekilir, bir ufuktan ötekine kavrularak geçerdim yalınayak. Çekinmezdim de hiç çıplaklığımdan, gölgemizde büyütelim derdim ormanlarımızı, gölgemizde büyürdü düne doğan çocuklar, yarınları olurduk biz. Böylece düşlerini geleceğe saklamak zorunda kalmazlardı. Kaygısızca okunabilen şiirleri kazıtırdık yeryüzlerine sonra ama marşları okutmazdık. İki geriye bir ileriye gitmek demek olurdu bu, yeğlemezdik. Elbette değiştirmezdik hiç; Dağların adını, ‘dağlar’ koyardık, tepelere ‘minik evler’, birbirinden duru akan ırmakları salardık çevrelerinden, ovalar boyunca yine. Ovalar boyunca yeşile boyardık arta kalan toprağı. Bir ülkeden diğerine, denizler serpiştirirdik; mavi beyaz, dalgalı. Kızlarımızın gözüne güven beyazı sürüp, erkeklerimizi umut renginde boyardık. Güzel olurdu öyle. Biz bakınca gülümserdik, Tanrılar da şaşardı.
Olur muydun yıldızım?
Ne güzel olurdu konuşsaydın. Ben de güzel olurdum: Sevmenin diliyle konuşurdum senle. Evet, önce senle konuşurdum, bunu ikiliyorum. Binlerce abeceyle karmakarış etmezdik anlatmak istediğimizi. Böylece dolaşmazdı sözlere ellerimiz, dahi ayaklarımız. Başka işlevleri yüklenirdi tenlerimiz, kızışırsa ortalık. Bakışırdık uzunca ve bir tek sözle, binlerce yılı anlatmayı becerirdik gözlerimizle. Bu da bizim aydınlık sabahlarımızı renklendirmeye haydi haydi yeterdi. Ah, keşke karnında yatabilseydim bir ömür, bir ömür de göğüslerinde sabahlasaydım her gece, demeye çalışıyorum arsızca.
Kalır mıydın içimde?
Biliyorum, sözlerim ayıpça biraz. Ayıp şeyler de düşünüyorum elbette bazen. Haydi, kendimden geçtim, bari senden saklamamalıyım hiçbirini bunların. Yanaklarım da kızarmıyor değil hani; çünkü sır, bir kez sözlendiğinde, üzerine sıvanmış gözle görülmez katmanını hemencecik yitirir. Edepsiz bir anında yakalanan kadına benzer o haliyle ağızdan kaçırılan. Bir erkek de olabilir, emin olamıyorum fakat…
Heyhat, kendimi avutuyorum…
Ne de güzel yakışırdı tenin geceye senin, ne de güzel olurdu gündüze seninle uyanınca.
Ne güzel olurdu konuşsaydın, Ben de güzel olurdum: Akdeniz’i sorsaydın uyanıp düşlerinden, ben sana Ege’nin rüzgârlarını bile duraksız anlatsaydım.
Özlüyorum çok,
Tenekeden Macivert
Katerina Sokava