'Bilim-kurgu
hüsran türü'nde yaşıyorum
hayatımı. 'Duygu pataklayıcı türün içimizden modası geçti. Zor bir sınavdı.
Duygularınızı pataklamak için sizi başka
servise yönlendireceğim.
Lütfen hatta kalınız ya da kalmayınız. Biz sizi sonra ararız.
Aradıktan
sonra birer kahve içer yerin altında 20 bin fersahı aşar, bunu 100 bine çıkartırız. Rekorumuzu
bizi magmada bekleyen adamlar kaydetmez fersah denizde olur lan derler. Sonra
başa alıp tekrar deneriz ama bizim açtığımız yoldan birileri girip bizden önce
kırar rekoru. Küfredelim diye bakışırken
bir sigara yakarız. 'Bu işler
böyleymiş' diye
bakışırız.
'Aslında rekor da saçma bir yerde' diye bakışırız. 'Dünyanın ne işine yarayacak bu, sonuçta hala kanserden ve
AIDS’ten, açlıktan insanlar ölüyor. Hadi çıkalım' diye bakışırız. Çıkınca bakışmaya alışmış
'görüşürüz' diye
bakışırız.
Ellerimizi uzatmış tokuşturmuşuz
gibi bakışırız. Sen
sırtıma vurup 'haydi çavv' der gibi bakıyorsun. Ben içimden 'ha siktir' der
gibi bakıyorum. Bakıyorum aval aval. Dünyanın yarısına böyle aval aval.
Memuriyetime döner, birikmiş
işleri halleder, ışıkları söndürür, çıkarım. Elimde iki ekmek
zile basarım. Ekmeklerden birinin ucunu yemişim.
“Anne
yoğurt kaldı mı?”
İKİ
Her
şeye rağmen
yine de... diye başlayan
cümleler. Yine de “oraya gitmek istiyorum” ya da “gelmek” diye devam
edenlerinden bir tanesini duydum bir gün. Sokağa çıktığında iç sıkıntısını öyle bir hale getirmiş ki eve döndüğünde bir meyve sıkacağı görevini komutanlarından üstlenip evdeki
her şeyi
sıkmaya başlayacak
denli hüsrana uğramış biri olarak başlıyorum... Bir Türk filmi biraz. Fantastik
türde. Kara komedi gibi, kara fantastik. Türk yapımı.
“Biz
her şeyi
sikeriz” bestesini çıkarabilen son model parlak kunduralar eşliğinde
Galatasaray’dan Karaköy'e inen amcalar, oraya varır varmaz sigaralarını
belirlenmiş bir
düzende yere atarak biz her şeyi
sikeriz kunduralarıyla bir güzel ezdikten sonra, Ayhan Işık bakışlarıyla camii sokağından aralara dağıldılar. “Hacı hoca işleri bunlar” diyen iç sesimle, olay
mahallinden uzaklaşmak
isterken bir fikrin tam ortasında başta
uyarı veren ardından içindekiler biten sigara paketime kızarak, küserek aslında
olduğum yere
çöktüm. Biz her şeyi
sikeriz kuduralı amcanın biriyleyim. Bir ağacın
dibinde sigara uzatıyor “alsam ayıp olmaz, neticede ikram..” diyerekten söz döner
dolaşır,
Ekrem'in uyuşturucu
kaçakçılığına, kadın
pazarlamasına, cinayete, adam yaralamaya, oto kaçakçılığına varan sicilinden ilk aşkı Müjgân’a gelir. Konuyu bir sonuca bağlayıp arananlar listesinin en üst sırasında
yer almak istedim. “Abi, olur öyle hadi bana müsaade..” diyerek topukladım.
Önce kayıplara karıştım
çünkü annem bana saatlerdir ulaşmamıştı. Memuriyetimden hiç kimseyle karşılaşmamıştım. Kayıplardaydım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Bir yokuşun köşesinde
katil oluversem diye geçirirken içimden tüm dünyanın buna uygun koşulları hazırlaması için bir iki dakika düşündüğüm
yerde son hareketimle, bir elim ve ayağım
sanki yürüyormuşçasına öne
atılmış bekledim.
Bekleyişim bitince
gökyüzüne hafif bir gülümsemeyle bakıp 'sen bu işi yaparsın tanrı' diyerek kurbanımı aramaya
başladım. Kahve molasında kendimle karşılaştım.
ÜÇ
6.30
kalkış. Senin
için düşüyorum. İngilizcesi “bekliyorum neredesin?” 7.00’ye
yetişebilirsem
otobüs 7.15. “Bebeğim her şey bitti artık kabullen, İngilizcesi yok bir şey bas git. 8.00. Masamın başındayım. Etrafa nazarım, yatağında uyumak isteyen adamın nazarı, İngilizcesi “başım boş.”
İnsanlar doluşuyor. Beyler, işlerinizi halledeceğim, İngilizcesi
“kalbimi yitirdim hükümsüzdür.” Kendimi İngiliz
sömürgesi ilan ediyorum o dakika. Masamı da sandalyemi de… İngilizce olmayan hiçbir şeyi okumuyor, İngilizce söylenmeyen hiçbir şeye yanıt vermiyorum. “In English please.”
Bu adamlardan kurtulmalıyım. “İngiliz
konsolosluğu mu?
Konsolos lütfen? Acil! Alo? Ben ve birkaç arkadaş kendimizi İngiliz sömürgesi ilan ettik. Lütfen gelip
bizi alın. İstediğiniz her şeyi yaparım gerekirse çay getirip
götürürüm. Ayakkabı boyacılığında
deneyimliyim. Beni konsolosluğunuza
alın. O bahçeli evlerinizden birinde yaşamak,
sarışın
çocuklar doğurmak
istiyorum. Bence ben İngiliz
kanı taşıyorum. O
güzel alımlı kadınlarınızdan birtane alabilir miyim? Hayır Bayım. Dalga
geçmiyorum. Ben sömürgenizim, beni kendinizle doldurun! Hazır olda bekliyorum!
Dıt dıt! Alo? İşlerinizi
halledeceğim beyler İngilizcesi “lost myself control for you” canım.”
DÖRT
Söz
ve müziği
Renault’a ait bir korna eşliğinde Galata'dan iniyorum. Bu yokuştan defalarca indim, defalarca film çektim.
Birinde on dalda ödüle aday olup beş
Oscar kazandım. Ödüllere itimat etmediğimi
belirtip geri çevirdim. En zor günlerimde 'o' kitapçıya girip kadınla
delicesine konuşmak
istedim. Kadın bir müşteriyle
ilgilenirken bir kitap çalıp basıp çıktım. Kendimi o günlerden birinde gibi
hissettim bugün. O kadın artık orada yoktu. Dükkânının yerine açılan dönercide
bir yarım döner ısmarlayıp yedim. Sanki o kadın karşımda gibi işte onun bulunduğu, müşteriyle
konuştuğu o noktada bir kasa ve yanında dönen
etler. Ondan hiçbir iz yoktu. Ben zor günlerimde hep onu görmeye gelirdim. O
hep oradadır diye, yatağımdan
görmeye giderdim. Gider bir “hoş
geldin” bakışıyla karşılaşırdım
hep. Konuşmazdık
çünkü sanki o biliyordu. Ben kitaplara değil
de ona geliyordum. Beni anlayışla
karşılıyordu. Ben, beni anlayışla karşılamasına
memnun olur; uzun uzun dururdum, masasının başında hiçbir şey söylemeden. Bir müşteri gelir gelmez bir kitap çalar, basıp
giderdim. Onu hep oradadır sandım yıllardır. Yıllardır oturduğum yerden ziyaret ettim. Oturduğum yerden çalacağım kitaba karar verdim. O kitapları bir gün nasıl olsa geri veririm
diye... Acaba ölmüş müdür?
Umarım ülkeyi terk etmiş
ve Fransız olmuştur.
BEŞ
“Mühim
olan nedir?” diye sorarak üzerime atlayan hikâye kahramanıma “ben nereden
bileyim evlat” diyecektim ki belki de “mühim olan hayatta çok şey bulmuş olmak değil, eksik olan şeyi bulmaktır” diye düşündüm. Düşündüğüm
şeyi dile getirmedim. Hikâyemin 'çıt'
yerinde duran hikâye kahramanım “abi” diyen bakışlarıyla uzaklaşırken ona Norah Jones'dan bir parça armağan ettim. Umarım dinlemiştir.
ALTI
Kim
ne yapıyorsa yapsın, canı cehenneme kıvamında sigaramın kâğıdını kıvırdım. Şarkım duygularımı ben eve gelmeden önce
belirlemek için ön hazırlığı
yapmış, giriyor,
hissi veriyor. Ağlayacak
gibi oluyorum, tükürüğümü
sigaramın kâğıdında
kullanıyorum. Geçiyor. Benim için her şey
bir an önce bitsin istedim hep. O sona ulaşayım
ve aradan çıksın yaşanması
muhtemel her şey. Bu
yüzden her fırsatta “benim için her şey
bitti” diye tutturdum. Bitmiyordu. Bir biten bir daha başlıyordu. Oysa ben hayata sırtımı dönmek,
zevkleri tabağında bırakıp
gitmek istemiştim. Neler
oluyordu böyle? Hislerim şarkıya
göre değişiyor. 2.50 saniyesinde aklım dağılıyor. “Aklını bir çocuğunkiyle değiştirmek
için geç” diyor, “kaybettin çünkü. “ Sinirleniyorum geç olmasına. “Bu film
böyle bitmez,” diyorum! “Bu film burada bitmez! Gününüzü göreceksiniz!..”
Alıyorlar götürüyorlar beni. Ellerim kelepçeli, yolda polislere 'pişmanım' der gibi bakıyorum ama bir türlü ağzımdan dökülmüyor o kelimeler.
Havadar Mavi
Jean-Claude Sanchez