kırmızı
ilk karşılaşmamız üzerine defalarca konuştuğumuz, defalarca
düşüncelere daldığımız, defalarca duygularımızı andığımız o günü unutmam
şimdilik mümkün değil, biliyorsun. ilk anlardaki o karşılıklı etkileşim aylar
boyunca yitirmedi ne seni ne beni. var kıldı duyguların yoğunluğuyla...
o kadar aşıktık ki o kadar olur!
tüm dünyayı unutmuş bir tutkuyla yalnızca ikimiz vardık koskoca
evrende. o kocaman sanrının varoluşu iki yıla yakın sürdü birbirimizde ve her
ikimizde. ne kadar bitik, ne kadar yorgun, ne kadar yok olmuş olursak o kadar
iyiydik sanki. parmak ucumla tenine dokunduğumda, evren senden ve benden
oluşuyordu ..
anında hissediyordun(dum). anında yakalıyordun(dum). anında
paylaşıyordun(dum).
o kadar “biz”dik ki, yalnızca “biz”dik...
mor
şehir değiştirmeye karar vermeden önce başlamıştı kimi sert
sayıklamalar. şehir değiştirme kararımız belki de ondandı. kısa sürecek bir
kaçış, kötüleşme sürecine bir erteleme meşguliyetle. ya da zaten olacak
olanlara kısa bir mesafe sunumu...
en sevdiğim şehre giderken başladı hüzün kaplı çikolataları
sessizce, yavaşça iki dudağımın içine koyuşlarım. ne kimse bildi, ne de merak
etti. sakındım. oysa biliyordun sen mordan önceki kırmızı beni. hep bildin. ama
“hayır!” demedin, diyemedin, diyemezdin de..
şehir mavi, şehir yeşil, şehir gri, şehir mor. şehir dönüşürken
gözlerimin önünde, sen ayrı ben ayrı dönüştük egenin sahillerinde.
ne şehrin şahane ışıkları kaldı, ne de sevecen sokak kedileri
dilleri patilerinde.
şehir beni yutarken, ellerinle kendini(mi) teslim ettiğinin
farkındalığını ne sen duyumsadın ne de ben.(ke(n)disizlik...)
uyanmadan önce aylarca kabuslar gördüm, her biri ince ayrıntılarıyla
hatırımda, ayrıntı sever evren.
uyanmadan önce aylarca şehirden, kahveden, kediden koptum, fena.
uyanmadan önce, hayat yalnızca bir otobüsten diğerine binmek ve
hedefe varmaktan ibaretti, kendime biçtiğim ceza.(iç odak)
uyanmadan önce, hayat sigarayla, öğle yemeğiyle ve sıkıntılı
bulutlarla çevriliydi, heba.
uyanırken ertelediğim, kaçındığım, teker teker yiyip toparlayıp
biriktirdiğim tüm acılar imza günü düzenlediler dış kapımın kaçınılmaz
mandalında.
kara
şatoya varamadım.
varsaydım da var olamazdım.
ne sen, ne ben, ne de tellalların, yok olan ve aslında henüz var
olmayı başaramamış olan bu varsayımsal çift kişilik aşkta, sosyal normlara
bağlanmakla nesnelerini kapıştırdı bir oraya, bir buraya..
tek parça kalamadım.
tek kaldım.(ke(n)dilik...)
üç ton kara
Miro