Bugün gelip bana şöyle söyledi:
-Senden kurtulduğumu sanıyordum, oysa kendimden kaçıyormuşum
sürekli. Bunu anladığımda kendi oyunumda başrol oynayamayacak duruma gelmiştim.
Yorgun, bitmiş, tükenmiş ve aslında başından beri kaybedişi kabullenmiş
birisiydim ben.
Ta ki seninle tanışana ve en gizli sırlarımı sana açıp kendimle olan savaşımda bir adım atıp kazanacağımı sanana kadar. Sana kadar diyorum, çünkü ben hep savaşmaktan korkmuşumdur. Bu yüzden sen hiç olmamışsın gibi yapmaya ve senden kurtulmaya karar verdim. Oysa kendi oyunumda çoktan başrolü kaybettiğimi bile biliyordum aslında.
Ta ki seninle tanışana ve en gizli sırlarımı sana açıp kendimle olan savaşımda bir adım atıp kazanacağımı sanana kadar. Sana kadar diyorum, çünkü ben hep savaşmaktan korkmuşumdur. Bu yüzden sen hiç olmamışsın gibi yapmaya ve senden kurtulmaya karar verdim. Oysa kendi oyunumda çoktan başrolü kaybettiğimi bile biliyordum aslında.
Kendisiyle savaşan herkese…
Siz hiç sahip
olamayacağınız bir şey istediniz mi? Ben istedim ve evet sahip olamadım.
Şaşırtıcı değil mi?
Fırıncı çocuğun, aldığım ekmekler için bozuk param çıkışmadığında yaptığı on kuruşluk cömertlikler kadar rezil bir haldeyken mutluluklarım, iyi ve güzel şeylerden bahsetmek istemiyorum. Ah, hadi ama küçük mutluluklar güzeldir sloganını bir kez daha duyarsam ilk söyleyen kişinin kemiklerini sızlatacak kadar küfür edebilirim bilmiş olun.
Fırıncı çocuğun, aldığım ekmekler için bozuk param çıkışmadığında yaptığı on kuruşluk cömertlikler kadar rezil bir haldeyken mutluluklarım, iyi ve güzel şeylerden bahsetmek istemiyorum. Ah, hadi ama küçük mutluluklar güzeldir sloganını bir kez daha duyarsam ilk söyleyen kişinin kemiklerini sızlatacak kadar küfür edebilirim bilmiş olun.
O
küçük şeylerden elde ettiğim mutlukların tadını yaşamadan biriktirmeye ve
hepsini biranda yaşayarak büyük bir mutluluk elde etmeye çalıştım ama bilin
bakalım ne oldu?
Götümde patladı! Evet, aynen öyle oldu. Meğer o kahrolası şeylerin bir son kullanma tarihi varmış. Nerden bilebilirdim ki sonuçta üzerlerinde yazmıyor, haksız mıyım?
Götümde patladı! Evet, aynen öyle oldu. Meğer o kahrolası şeylerin bir son kullanma tarihi varmış. Nerden bilebilirdim ki sonuçta üzerlerinde yazmıyor, haksız mıyım?
Diğer pek çok
insanın aksine bana, ‘’Ne yapıyorsun?’’ diye sorulduğunda, ‘’İyiyim.’’ demek
yerine o anda ne yapıyorsam onu söylüyorum. Ne kadar enteresanım öyle değil mi?
Sonuçta iyiyim cevabını verebilmeniz için birisinin size nasılsın ya da benzeri
bir soru sorması gerekiyor. İletişimsizliğimiz ve birbirimize yabancılaşmamız o
kadar hızlı olmuş ki bazı şeyleri anlamaya çalışmadan bırakmışız bir kenara.
Beni şaşırtmak için, ‘’Ne yapıyorsun?’’
dediğinizi duyar gibiyim. Görmüyor musunuz içimi döküyorum şuraya. Nasıl mıyım?
Durun anlatayım.
Saçlarına bit
düşmüş bir Rapunzel gibiyim bugün. Yıkasa kurtulamayacağının, ilaç kullansa
masal dünyasının kilometre taşlarını ören saçlarına para yetiştiremeyeceğinin
bilinciyle, kestiği saçlarının yasını kökü bende avuntusu içinde kutlayan bir Rapunzel
gibi.
İçinde bulunduğum ruhsuzluk halini başka nasıl ifade edebilirim inanın bilmiyorum. Anlıyorsunuz ama beni değil mi? Her neyse…
İçinde bulunduğum ruhsuzluk halini başka nasıl ifade edebilirim inanın bilmiyorum. Anlıyorsunuz ama beni değil mi? Her neyse…
Lisede bize,
yazarın düşündüklerini kanıtlama amacı gütmeden kendi kendine konuşuyormuş gibi
yazdığı metinlere deneme denir diye öğretmişlerdi. Evet, kendi kendime
konuşuyormuş gibi görünebilirim ama itiraz ediyorum ben deneme falan
yazmıyorum. Hem ben zaten sizinle konuşuyorum, bir de yazamam ki zaten ben ama
yinede yazdıklarıma üzülün, ağlayın, kahrolun istiyorum; benimle aynı şeyleri
düşünün istiyorum. Bakın güdülmeyen amacı da güttüm. Offf siz bana neler
yaptırdınız böyle?
Saçlarım yokken bile aşağıda dikilip ‘’Uzat saçlarını.’’ diye bağıran dangalaklar çıkıyor ortaya. Tabeladaki, ‘’Saçlarımı kestirdim uzun yıllar boyunca kapalıyız.’’ yazısını göremeyecek kadar kör vicdanlı insanlarla ne yapıyorum ben, dememe sebep oldu elbette bu.
Vefa denen şey bir zamanlar sadece bir semt adıyken artık o bile değil. O semtin adını değiştirerek vefanın üstüne toprak atıp uyduruktan bir namaz kılınalı çok oldu, o yüzden artık boşuna beklemeyin. Vefayı diyorum yani, boşuna beklemeyin!
Her insan yalnızdır
aslında ama nedense ben hep tek pencereli dar kulemdeki kendi yalnızlığımın
daha özel olduğunu düşünmüşümdür. Sonuçta günümüzdeki pek çok şey gibi
yalnızlıklarda birbirine benzemeye başlamadı mı sizce de? Kafamı nereye
çevirsem hep aynı yalnızlığı görüyorum ve bu yüzden kendi yalnızlığımı daha çok
seviyorum. Hem bu kaynak araştırması yapmamı da sağladı ve bilin bakalım ne
buldum?
Ruhumun
kimsesizliğinin kalbime yaptığı sızdırmaydı sanırım benim yalnızlık duygumun
bitmez tükenmez kaynağı. Kaynağı besleyen başka şeylerde olabilir tabii ama
onları ortaya çıkarabilmem için biraz daha araştırma yapmam lazım sanırım. Bir
düşünsenize herkes, kalbinin kimsesizliğinin peşine düşmüş ben ise ruhumunkinin
ve evet, içinizde bir yerlerde bir delik var, kara bir delik. Hani bir yeriniz
acır ve neresi olduğunu bilemezsiniz ya işte o zamanlarda ruhunuz bedeninize
sızdırma yapar ve siz acı çekersiniz. Fiziksel olarak hiç tatmadığınız bir acı…
Bence zaten NASA bırakmalı uzayı
incelemeyi, gelip içimdeki kara delikle oynamalı bir şeyleri yeni keşfeden
küçük bir çocuk gibi. Bilinmeyeni değil de önce bilineni anlamaya çalışmalı,
belki böylesi onun içinde daha kolay olur. Ben keşfedilmeyi bekliyorum, pek
çoğunuz gibi. Beni farklı kılansa bunu istiyor olmam.
Yaşasın! Yine öndeyim…
Yaşasın! Yine öndeyim…
En dibe
vurduğunuzda, yani aşağıda gidebilecek başka hiçbir yeriniz kalmadığında
gidecek tek bir yer kalır geriye; yukarısı. Her düşüşün bir kalkışı ve
yükselişi olmalı diye motive ederken kendimi, elimi ve ayağımı nereye koyup
destek almam gerektiği sorusu bir fare gibi kemirmeye başladı en masum
hayallerimi. Umudumun, biraz önce tükürdüklerini yerde sürünerek geri yalamaya
başlamasıyla birlikteyse düştüğüm delikte biraz daha oturmaya başladım.
Etrafınızdaki kime sorsanız herkes cennetlik
ve onlardan iyisi yok. Peki, cehennemdeki ateşli partilerde ölümüne dans
edenler kim? Onu geçin peki sizi bu kadar üzüp bunca kötü duyguyu yaşatanlar
kim? Onları tanıyanlarınız var mı, yani cehennemdekileri diyorum?
Kusura bakmayın benimki de soru, siz daha oraya gitmediniz ki oradakileri göresiniz.
Tekrar özür dilerim, siz oraya hiçbir zaman gitmeyeceksiniz, çünkü siz de cennetliksiniz.
Kusura bakmayın benimki de soru, siz daha oraya gitmediniz ki oradakileri göresiniz.
Tekrar özür dilerim, siz oraya hiçbir zaman gitmeyeceksiniz, çünkü siz de cennetliksiniz.
Annenizin sizi rahminden fırlattığı
ilk günkü kadar masum ve günahsızsınız. O yüzden hala o gününüzü kutlamak ve unutmamak
için o kaydıraklarda kaymayı çok seviyorsunuz mesela.
Cennetlik olmayan benim itiraf ediyorum. Yaptığım bütün iyi ve güzel şeylerin tek bir hatamla silinebildiğini gördüğümden beri kötü birisiyim ben. Kötülüğümü kutlamak için kötülük ormanları ektim içime ve meyve veren her ağacımı yine kendim taşladım. Şaraplarımın ve kahkahalarımın eşlik ettiği danslarımla büyüttüğüm her meyveyi göz yaşlarımla teslim ettiğim toprağa. Böylece bir kısır döngüye yakalandım ve her zaman daha kötüsünü elde ettim kendi yasak meyvelerimin. Bir kez tadına bakanların siyah kanlar aktı ağızlarından köpük köpük, kalpleri parçalanırken ruhları lime lime oldu karanlığımda ve zehir kattım biraz, o yüzden öldürücü oldu geride kalan masumiyetim.
Kaydıraklarla aram,
hep popomun üstüne düştüğüm için hiç iyi olmamıştı zaten ama salıncakları da
hiçbir zaman sevemedim ben, çünkü hayallerim ve karanlığım arasındaki savaşı
kaldırıp beni uçurabilecek güçte olanını bulamadım asla.
Ne kadar karışık anlatıyorum değil mi? Olsun…
Ne kadar karışık anlatıyorum değil mi? Olsun…
Asla mucize
beklemeyin. Dipteyken diyorum yani, asla mucize beklemeyin. Çünkü ne yer
yükselir göğe doğru ne de gök alçalır yere doğru sizin için.
Bir suçlu da aramaya kalkmayın sakın,
zira bulamazsınız. Bir suçlu olabilmesi için ortada bir de suç olması lazım,
ama olanlar gösterdi ki aslında suç da kimin kimden peydahladığı belli olmayan
bir piçten başka bir şey değil. O yüzden kendinizi zorlamayın ve cennet
hayalleri kurun.
Rapunzel olmak
hiçte öyle sanıldığı kadar kolay değil. Ne yani siz benim durmadan saçlarımı
aşağı sarkıtıp kuleye adam attığımı falan mı sanıyorsunuz? Öyle olsa mahallede
adım çıkardı. Çok ayıp! Ben aslında psikologum. Tabii ya ben aslında, işte
biraz önce o dediğimdenim.
Gelenler, dertlerine derman bulup öyle
dönerlerdi her zaman ve saçlarını süpürge ettikleri iddiasıyla, feryat figan
bağıran masalların kenar mahalle kahramanları, beni görünce konuşmayı unutup
agu bugudan tekrar başlamak isterlerdi.
Yardımsever olmanın, insana değer
vermenin, yaptıklarını karşılık beklemeden yapmanın beş para etmediğini aslında
çok geç öğrendim. Vallaha para mara almadım kimseden, hem ormanda para
kullanılmıyor, malum benim kule biraz sapa bir yerde de. Ne diyordum, hah!
İşte zaten o yüzden bu delikteyim,
vicdanımı yiyemediğimden yani. Sanılanın aksine vicdan denilen şey kişinin en
güçlü silahı değildir, en zayıf tarafıdır. Eğer zamanında vicdanımı
yiyebilseydim bu noktaya gelmezdim. O zaman insanlığımız nerede kalacak demeyin
sakın bana, insanlığı ancak insanlar oluşturabilir ve fakat etrafınıza bir
bakın, insan görebiliyor musunuz?
Beni, aynaya baktığımda
kendimi gördüğüm gibi görmesini isterdim etrafımdaki herkesin. Gerçek beni… Belki
böylesi daha güzel olurdu, çünkü insanlar bakarlar ama görmek istemezler çoğu
zaman.
Üzerimde, boyundan bağlamalı, yazılı
bir pankart taşısam şöyle yazardı sanırım, ‘’Bedava günah keçisi!’’ Yapmadığınızı sandığınız pek çok şeyi aslında
yaptığınızı öğrendiğinizde vicdan denilen o şey kalbinizin üstüne oturur ve
oradaki yırtığı daha da büyüterek ruhunuzun daha çok sızdırmasına yardımcı
olur. İşte öyle anlarda, onu yiyerek mideme oturmasına izin vermediğim her
dakikaya lanetler yağdırırım.
Edip Amcamın dediği
gibi, ‘’Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin.’’ Bu yüzden ben hiç
gitmedim. Canıma çok düşkünümdür ve bir yerim daha fazla acısın ya da ağrısın
istemedim. Sonra fark ettim ki o ağrı sadece giden için değil kalan için de varmış.
O kadar fazla ağrıdım ki…
Ben ağrıdıkça gidenlerin sayısı arttı ve sayı arttıkça daha çok ağrıdım. Bir insan aynı şekilde kaç kere kırılabilir ki diye düşünmeyin sakın. Ben kırıldım, hem de aynı yerimden defalarca. Şimdi kaçıncı kez kaynaşmasını bekliyorum kırılan yerlerimin bilmiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, sanırım sayılar sonsuzdu…
Ben ağrıdıkça gidenlerin sayısı arttı ve sayı arttıkça daha çok ağrıdım. Bir insan aynı şekilde kaç kere kırılabilir ki diye düşünmeyin sakın. Ben kırıldım, hem de aynı yerimden defalarca. Şimdi kaçıncı kez kaynaşmasını bekliyorum kırılan yerlerimin bilmiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, sanırım sayılar sonsuzdu…
Aile denilen şey
dört harfli bir kelimedir, tıpkı anne ve baba gibi. Yoksa siz onların daha
fazlası olduğunu mu düşünmüştünüz. Hadi ama yıllarca kandırıldınız ve bu
gerçeği keşfedip suratınıza çarpan ben olduğum için gerçekten mutluyum. Bir
dakika egomun kulağını çekip geleceğim, yine şahlandı da. Gerçi çokta kızmak
istemiyorum ona, o olmasa ne yapardım hiç bilmiyorum çünkü. Yoksa siz egoyu
sadece üç harfli bir kelime mi sanıyorsunuz? Unutmayın anne ve babanız bir gün
sizi terk edebilir ama o asla!
Beni bırakmayacağını bildiğim tek şeye tutundum. Ona yani, kendi şeytanıma, kendi üç harflime, kendi egoma. Önce vicdanımı nefessiz bırakıp onu bayılttı, sonra kalbimdeki deliği dikti ve son olarak da ruhumu sakinleştirdi. Boğazımda düğümlenen şeyi çekip aldı ve zehirlediğim masumiyetim döküldü gözlerimden. Gırtlağım parçalanırcasına ağladım ve ağladıkça hafiflediğimi hissettim. Bir insan göz yaşlarından nasıl doğarsa ben de öyle doğdum ve yeni doğmuş birisinin aksine ben kahkahalarımla tamamladım yeni varlığımı. Artık o lanet delikten çıkabilirdim ve öyle de yaptım. Tırmandım ve her şeyi geride bırakmayı seçtim. Biliyordum çünkü verilen sözlerin hiç ama hiçbir anlamı yoktu. İnsanlar konuştuklarının havaya karışıp gittiğini sanıyorlardı. Oysa pek çoğu nefesim olup içime işlemişti ve ben pes etmeden beklemeye başlamıştım bir umutla.
Beni bırakmayacağını bildiğim tek şeye tutundum. Ona yani, kendi şeytanıma, kendi üç harflime, kendi egoma. Önce vicdanımı nefessiz bırakıp onu bayılttı, sonra kalbimdeki deliği dikti ve son olarak da ruhumu sakinleştirdi. Boğazımda düğümlenen şeyi çekip aldı ve zehirlediğim masumiyetim döküldü gözlerimden. Gırtlağım parçalanırcasına ağladım ve ağladıkça hafiflediğimi hissettim. Bir insan göz yaşlarından nasıl doğarsa ben de öyle doğdum ve yeni doğmuş birisinin aksine ben kahkahalarımla tamamladım yeni varlığımı. Artık o lanet delikten çıkabilirdim ve öyle de yaptım. Tırmandım ve her şeyi geride bırakmayı seçtim. Biliyordum çünkü verilen sözlerin hiç ama hiçbir anlamı yoktu. İnsanlar konuştuklarının havaya karışıp gittiğini sanıyorlardı. Oysa pek çoğu nefesim olup içime işlemişti ve ben pes etmeden beklemeye başlamıştım bir umutla.
Uyanma vakti uykucu…
Hayat dediğiniz şey
bir köpeğin kendi kuyruğunu kovalamasıydı. Ha yakaladım ha yakalayacağım derken
bir de bakıyorsunuz ki aslında hep aynı yerde dönüp durmuşsunuz ve elinize
geçen ise koca bir sıfır olmuş.
Özen Amca’nın dediği gibi, ‘’Siz değil miydiniz rakamların kâşifleri ya da rakamları icat edenler? Sıfır diye bir rakamı sıçan kim?’’
Alın işte, görüldüğü gibi varlığından en mükemmel septikler gibi şüphe ettiğim insanlık, bir kere daha sıçmayı başarmıştı eline.
O yüzden az düşünüp çok yaşayın ve kesin adımlar atıp, keyfinizce oynayın.
Bırakın hayat sizi yakalasın.
Özen Amca’nın dediği gibi, ‘’Siz değil miydiniz rakamların kâşifleri ya da rakamları icat edenler? Sıfır diye bir rakamı sıçan kim?’’
Alın işte, görüldüğü gibi varlığından en mükemmel septikler gibi şüphe ettiğim insanlık, bir kere daha sıçmayı başarmıştı eline.
O yüzden az düşünüp çok yaşayın ve kesin adımlar atıp, keyfinizce oynayın.
Bırakın hayat sizi yakalasın.
Offff ben de o
kadar yıl bekleyemem, birikmiş parama kıyıp kaynak yaptıracağım sanırım
saçlarıma, bir ton derdi kederi olan aç insan bekler şimdi beni. Doğurmayı
başardığım yeni kendimi test etmem lazım hem, bakarsınız insanlıkta çığır
açarım.
Not: Ne yazdığımı ya da yazamadığımı bilmiyorum, saçlarımın yediği fazla oksijen boşta kalıp beynime hücum edince kendimi şaşırdım.
Not: Ne yazdığımı ya da yazamadığımı bilmiyorum, saçlarımın yediği fazla oksijen boşta kalıp beynime hücum edince kendimi şaşırdım.
to be
continued…
EKRU
andrej pejic