yazın
son günleriydi. metal köprülerden geçmiştik. karabiberlerin
altından,
kurumaya yüz tutmuş bir suyun kıyısından. sen bir
ağaca
dokunmuştun, benim içimde yer değiştirmişti taşlar. ayağım
arsız
bir ot gibi dolanmıştı bacaklarına.
kıyıda
ekmekle balık tutan adamlar vardı.
sana
‘bu şehirde neden zeytin ağacı yok?’ diye sormuştum ya,
yüzüne
bakar bakmaz anlamıştım aslında yanıldığımı. tepemizde
otları
kavuran bir güneş, ‘kalbin’ demiştim, ‘sığındığım tek
gölgelik’.
görmüştüm,
sen yürüdükçe renk değiştiriyordu taşlar. ağaçlar
üstüme
üstüme geliyordu ikide bir. az ötede suskun bir lunapark,
kocamış
bir sessizliği işliyordu gövdemize. en çok ismini
bilmediğimiz
ağaçlardan tanıyorduk birbirimizi ve ben yüzünü
izliyordum
alnımdan boynuma akan sıcak terde.
tökezleyen
bir fayton gibi sallanmıştı kalbim.
yazın
son günleriydi. seni yanındayken bile ne kadar özlediğimi
anlatacaktım
sana. lacivert bir örtü kadar karamsardı gece.
suskunluk
atları geçti aramızdan. aramızdan kendi peşinde koşan
bir
sabahın hayaleti. nasılsa aynı sularda karışacağını bilen iki dere
gibi,
birbirimize hiç dokunmadan döküldük denize.
Kahverengi
Gilbert Garcin