Karşı konulması oldukça güç bir çağrıydı, daveti ikiletmeyecektim. Gerçi
çağrılı olmanın avantajlarına sahip olmamak bir parça can sıkıcıydı ama yine de
böyle bir davet, her gün alabileceğiniz türden değildi. Kendimi şanslı
hissediyordum, çağrılmayı yıllardır kıskançlıkla beklediğim bir yer, artık
kapılarını, şartlı da olsa açmış beni bekliyordu.
O
güne özenle hazırlandım. Önce evimi hızlı hızlı, sonra kendimi usul usul
temizledim. Sıcak suyun altında mırıl mırıl mırıldanarak şarkılar söyledim. Saçlarımı
üç kez değişik biçimde kurutup, beğenmeyerek bildik şeklinde taradım. Davet
edildiğimde saçım farklı değildi ki, diye düşünerek kendimi rahatlattım. Bedenime
kokular sürdüm, yüzümü hiç boyamadım. Epeydir giymediğim çiçekli elbisemin
ütüye ihtiyaç duyup duymadığını kontrol ettim, biraz zayıflamış olmalıyım ki, üzerimde
eskisinden de dökümlü duruyordu. Bu beni biraz endişelendirdiyse de aldırmamaya
kararlıydım. Her şeyden önemli olan çağrılı olmaktı. Daha sonra, keşke topuklu
olanları giyseydim, diye hayıflanacağımı bile bile, siyah renkte olan, topuksuz
ayakkabılarımı giydim. Ceketimi alıp çıkarken kendimi kıpır kıpır bir heyecanla
oynaşırken yakaladım. Kapıyı kilitlerken, süründüğüm parfümün ağırlaşmış kokusu
burnuma çarpıp, beni telaşlandırdı. Dönüp yeniden yıkansam mı acaba, diye
düşünmeye bile zamanım olmadığını fark edince, rüzgârın kokumu alıp götürmesini
dilemekten başka çarem olmadığını kabul etmek zorunda kaldım.
Apartmandan
çıkıp, sokaktan aşağıya doğru yürüdüm… Caddede bir taksi durdurdum, şoförün
yüzünü buruşturarak nereye gideceğimi sorması, parfüm sorununu hatırlamama
neden oldu. Çok sürmüşüm işte, çok. Fena halde sıkıldım bu duruma, ama yapacak bir
şey de yoktu. Yol boyunca heyecanımı bastırmaya çabalayarak, trafik yüzünden
ağır ilerleyen takside oturup, geçtiğimiz sokaklara baktım. Sokaklarda
yürümekte olan kaç insanın, şu an benim kadar şanslı olabileceğini düşünerek
rahatlamaya çalıştım ama bu çabanın kötücül bir yanı olduğunu kendime söylemeyi
erteleyecektim. An bu itirafa uygun değildi. Müziğin sesinden rahatsız olup
olmadığımı soran şoföre, keyfine bak, dedim. Herkes keyfine bakmalı. Bugün önemli
bir gün.
Taksi
nihayet durduğunda, sakinleşmenin yolunu bulmuştum. Yaşamımın en önemli
anlarından birine adım atmak üzereydim ve aptal bir heyecanın, bunun tadını
çıkarmama engel olmasına izin verecek değildim. Kokumun ağır ve abartılı olması
az sonra duyacaklarımın içeriğini değiştirmeyecekti. Apartmana girip, merdivenlere
yöneldim. Törensel bir tırmanıştı ve çağrılı olduğum evin en üst katta oluşu, beni
sevindiriyordu.
Zile
dokunmama gerek kalmadan kapı açılıverdi. İçeri alındım. Salona yürüdük ve
önünde saksı saksı menekşelerin bulunduğu pencerenin kenarındaki koltuklardan
birine buyur edildim. O da karşıma geçip oturdu. Yüzüne, kırçıl saçlarına ve
yaşlanmış tenine ve bunların aksine genç kalmış gözlerine baktım. Gülümsedi. O,
her şeyin farkındayım, diyen gülümseyiş gözlerimi ondan uzaklaştırıp çiçeklere
yöneltmeme neden oldu. Yanılmışım hepsi menekşe değilmiş, şu da unutma beni
çiçeği, diye düşünürken, o konuşmaya başladı.
“Buraya
o öyküyü dinlemek için çağrıldın, aradığın
o öyküyü.”derken sesi yaşlı bir kadın için oldukça genç çıkıyordu.
“Hazır
mısın?”diye sordu, bir an
duraksadıktan sonra. Hazır mıydım?
Yılardır o öykünün peşinden koşup, onu bulmayı tuhaf bir tutku haline getirmiş ve
şimdi onu içime almaya çok az zaman kalmışken, bu da soru muydu? Aslında bir
soruydu elbette, ama can sıkıcı bir soruydu. Buraya gelirken böyle bir soruyla
karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Güçlü bir düş kırıklığının eşikte beklemekte
olduğunu seziyordum. Hazır olma konusunda iyi değildim. Yaşamanın önüme
çıkardığı pek çok fırtınaya hazırlıksız yakalanmış, rüzgârın sürüklediğine razı
gelmeyi öğrenmiştim. Öykü hariç, bu öykü hariç.
“Cevabını
bekliyorum…”diyen sesini duyduğumda, kafamı kaldırıp ona baktım. Ne kadar yaşlı
görünüyor, diye düşündüm. Oysa gözleri, gözleri gördüğüm en genç gözlerdi. ”Evet?”diye
üsteledi, sesinde belli belirsiz bir sabırsızlık seziliyordu. Buraya kadar
gelmeyi başaran birinin, hazır olup olmadığı konusunda sessiz kalmasına anlam
verememiş gibiydi ya da bu aslında onun için çok anlamlıydı. Bir an düşündüm, unutma
beni çiçeğine baktım. Sonra bakışlarım ona döndü.
“Hayır,
hazır değilim” diyen sesim, kalkıp kapıya yönelen bedenime eşlik etti.
Üçrenk Kırmızı
Andre Gelpke