“Sana bir öykü yazsam; senin sözlerinden” diye geçirdi içinden.
Az önce görmüştü; bir güvercinin, kanatlarından kopan bir tüyün, havada süzülerek yere düşüşünü.
“İnsan, boşluğa bıraksa kendini; bu tüy gibi, süzülerek düşer mi yere..." deyiverdi sessizce.
Ürperdi.
Tüy mü daha hafifti, hayata yüklediğimiz anlamlar mı..
Uzağındaki kente seslendi sonra:
“Hüzünlere rağmen viran olmasın hiçbir yurt…”
Ah etmedi, küsmedi kimselere…
Çoğu kendi seçimi değil miydi bu hüzünlerin?
Nicedir metruk bir binada sürdürmeye çalışıyordu yaşamını.
Arayacak, soracak olanlara vedası acı olmuştu: Sonsuz zorluklarla baş etmeye karar verdiği gün.
Unvanını, tüm edinimlerini, ailesini, dostlarını ardında bırakıp, bu unutulmuş, dört tarafı açık, sadece verandasında bir salıncağın bulunduğu mekân yeni yuvasıydı.
Kimi geceler bir keman sesinin duyulduğu, loş ışıkları geceye göz kırpan o ahşap bina dışında civarda başka bir ev yoktu.
O evden süzülen ışık huzmelerine ve notalara bırakıyordu kendini.
Beraberinde sadece anılarını getirmişti.
Her gece gökyüzüne bir anısını asıyordu.
“Böyle de yaşarmış insan,” diyordu, “böyle de yaşarmış….”
Bir gece keman sesinin duyulduğu o ahşap eve doğru yürürken buldu kendini.
Kapı açıktı. Usulca içeriye süzüldü. Adımları sıklaştıkça kemanın sesi güçleniyordu.
Korkuluklara tutunarak, basamakları bire birer çıkmaya koyuldu.
Sesin geldiği odaya yöneldi. Tüm kapılardan daha büyük, oldukça görkemliydi.
Elini uzattı.
O an ses kesildi.
Vazgeçmek istedi.
Aklından bu düşünce geçerken kemanın sesini yeniden hatta daha güçlü duydu. Kapıya uzandı. Hafifçe itti. Karanlık koyulaştı. Ses çoğaldı. Ezgi tanıdıktı:
“Bach Suite in d-minor no. 2” İrkildi. Eseri icra eden kimse yoktu.
Hızla merdivenlere koştu. Kan ter içinde verandadaki salıncağa kendini güçlükle bıraktı.
Işıkları yanan eve bakamıyordu.
Hırkasının düğmelerini titreyen parmaklarıyla ilikledi.
İnsan kendisinden kaçamıyordu.
Anladı.
ÜçRenk Blanc