bir
sonbahar akşamı yürümüştük sizinle. baktıkça kabaran bir
denizin
kıyısından. tepemizde gözlerini sımsıkı kapamış bir
gökyüzü
ve arkamızda hayvanlarıyla yürüyen kötürüm ağaçlar.
yanımızdan
sessizce akıp giden zamandan daha uzundu
saçlarınız.
bir
bulut çobanı gibiydiniz. attığınız her adımda biraz daha
havalanırdı
rüzgârın etekliği. kirpiklerinize taktığınız portakal
kokusuyla,
adını bahçelerde kaybetmiş çocukların rüyalarına
uğrardınız.
koynundan içeri köz doldururdu, aramızda
uzayıp
duran tedirgin boşluk.
hiçbir
şey eskisi gibi olmadı o sonbahardan sonra. ağlarını
karanlıkla
yamayan balıkçılar, boyası akmış teknelere binip
uzaklaştılar
kıyıdan. denize koşturan atlar çoktan boğuldu
ayağınızı
şehvetle daldırdığınız suda. rutubetin çürüttüğü bir
ev
gibi kaldım. beni içine alıp kendine dönüştürdü duvarlarıma
vuran
dalgalar. aklımın ayazında yitirdim biriktirdiğim bütün
sözcükleri.
şimdi
usulca kaldırıyorum yeryüzünün üstünü örten şeffaf
örtüyü.
birbirine dolaşıyor parmaklarım. benden uzağa giderken
şu
biçimsiz gölgem, tanımadığım bir el bulandırıyor içimin
solgun
pınarını. kaburgamın arasında gittikçe küllenen bir kor.
bilmiyorsunuz,
adınız rüyalarımı zehirliyor.
Kahverengi