ne
zaman kalkıp sana gelsem
ardımda
belki geri dönerim diye iştahla bekleyen bir uçurum
ve
yağmurun darmadağın ettiği çiğdem tarlaları
sen
bilmezdin ama
yıldızlı
gecelerde gökyüzünü süpüren saçların
rüzgâra
yamalı bir çarşaf gibi açtığım göğsüme batardı
sen
sanıp sarılırdın gördüğüm ilk ağaca
uzak
doğu köylerine yağan ilk kar gibi kokardı saçların
yukarıda
birbirine bakıp duran iki ay gibiydik seninle
karnında
unutmuştum denize bakmaktan henüz dönen ellerimi
parmaklarım
çoktan kurumuş bir ırmağı çizmişti gövdene
ilk
aşk, ilk aşıdır demiştin
kötü
yanlarını da göze almaktır batının
ayaklanıp
içimize yürümüştü bir sabah vakti
ağacın
ve taşın sırtından geçinen yosunlar
ateş
tenekeleri duruyordu seni beklediğim duvarın önünde
ellerimi
daldırıp çıkarmıştım bana dokunduğun ilk günü
şimdi
bir bacağı kırık bir köprü var seninle aramızda
kucağımızda
dağlardan yeni dönmüş yorgun bir aşkın ölüsü
senin
kalbinde şarkılarla çoğalan kalabalık bir yalnızlık
ne
zaman kalkıp sana gelsem
kapısını
aralardın şehvetini esirgemeyen boşluğun
ve
boynuma uğurlardın kendini kesmekten yorulmuş bir bıçağı
güzelliğini
hatırlıyorum; güzelliğin nabzıma sürten şeytantırnağı