Sesler yüreğinde yankılandı; neydi bu neydi? Zihin kontrol edilebilir miydi? Sorular, sorular… Sorgulama öğretilmişti ona: seni, beni, kendini sorgula.. Diğeri neyse sorgulamama.. Sonuç; sorgulayanın, sorgulamayana bakış açısına getirilmesi. Soru: Savaş, tecavüz, ekmek. Sonuç: acı, haykırış, kabulleniş… Bunlara rağmen yaşama, ölümden kaçma, korkuuu, korku. Ötesine geçti; seçim, özgür irade, yalan, acı, büyük bir bombardıman, ezan, namaza davet… Kavruluşun içinde bulabilir miyim arayışı, belki meditasyon, yoga, seks, arayış, bombardıman koyu, dağılmamış, yoğun balçık, tökezleme; savaş, tecavüz, ekmek…
Neresindeydi yaşamın? Seçimse eğer mazoşist olmalıydı. Olmalıydı sorgulamış, isyan etmiş, mücadele etmiş. Eee etmiş de ne olmuş; sorgulamayanın, kabullenişin, derinliğin içine gark olmuş…muş, mış, miş. İlke dönüş: “geçmişi geç, geleceği kes, anı yaşa” teraneleri bir yanda, savaş, tecavüz, ekmek..
Mücadelesinde sürüklenirken yemiş, içmiş, ısınmış, sevişmiş ya, oysa savaş, tecavüz, ekmek… Bir lokma geçmemeliydi boğazından; ısınmamalı, sevişmemeliydi. Ahkâm kesmeye gelince birinciydi mücadele…
Senin aklın ermez. Evet ermez bu daracık, sıkıştırılmış dünya bedeninde uyuşturulmuş zihnin içerisinde asla ermez. Neden? Neden bu acıyla öğrenme? İmtihan ne ki… Huzur nerede, geçiş nerede kukla olduğunun bilincinde… O halde cehennemin ateşi, cennetin hurisi nurisi fark etmez. Ne yaparsa yapsın o oluşunun, olmayışının, kayboluşun, buluşun önemsiz ayrıntısı içinde ne yaparsan yap hepsi uygundur; uygun, sıradan, hep-hiç. Olsun varsın; ne yaparsan yap sarhoşluğunun, acımasızlığının doruğunda; savaş, tecavüz, ekmek… Rahat dur; sana nasıl özgür irade verildiyse sen de kendini, ötekini, onu, bunu özgür bırak, havada asılı kalsın her şey, sen ben - biz siz..
Tünami