Neden bu kadar kalabalık? Ve neden ben, bilmesem de kalabalık olacağını, tahmin ettiğim halde kabul ettim bu kitabevinin önünde buluşmayı? Çoklukla dolu her yanım. Hava çok sıcak, sokak çok kalabalık, ben her zamankinden çok’um; sanırım az sonra başım dönmeye başlayacak. İyi ki, bu masa ve şu bambu sandalyeleri koymuşlar buraya, oturabileceğimden daha az dikkat çekerim. Yine de, evet yine de bu kalabalık benim için hala çok bunaltıcı. İnsan çokluğundan sıkılmaya, başkalarının yanında kendimi kaybolmuş gibi hissetmeye ne zaman başladığımı tam olarak hatırlayamıyorum, gerçi hatırlasam, onu bulup çıkarıversem belleğimin derinliklerinden, bunun bana bir katkısı olacağını da düşünmüyorum. Ondandır ki hatırlamak için herhangi bir çabam da yok. Önünde oturup beklediğim kitabevi hayat gibi. Bir dolu insan girip, çıkıyor kitabevine, burada bulunma nedenim onlardan biri olabilir mi diye, kapıdaki her hareketi dikkatle izliyorum, oysa içerden çıkmayıp, sokağın bir köşesinden görüneceğinden eminim, yine de kapı dikkatimin toplandığı tek nokta ve o gecikti.
Geç kalma korkusuyla yaşayanlardanım, herhangi bir yere geç kalma olasılığı oldum olası aklımı başımdan almıştır. Bu yüzden daima tetikte, tez canlı ve aceleciyimdir. Bir başkasını bekletme olasılığı kadar can sıkıcı bir şey olamaz. Ama bekletilmeye fazla itirazım olmaz, bu kadar kalabalık bir yerde bekletilmemek koşulu ile tabii. Onu görmeyi çok istiyor olmama karşın, bu mekânın böyle bir yer olduğu konusunda önceden bir bilgim olsaydı, sanırım buluşma önerisine yanıtım “evet” olmazdı. İçeri girip, sokağın kalabalığından kurtulma, kitaplara bakarak oyalanma düşüncesi aklımdan geçiyorsa da, vitrin camından kitabevinin içine baktığımda gördüğüm manzaranın sokağı hiç de aratmadığını fark ediyorum. Bu insanlar etrafları bunca insanla doluyken, nasıl oluyor da, kitap sayfaları çevirebiliyorlar aklım almıyor. Bir kitaba elini uzatıp, ona dokunmak, sayfalarını çevirip, sözcükler üzerinde parmaklarını gezdirmek bu kadar kolay ve törensiz nasıl, ama nasıl olanaklı olabilir? Bunu, gelirse elbette, ona sormalıyım. Yoksa gelmeyecek mi? Yok canım, gelir. Bunca sıcak ve kalabalık varken sokaklarda, gecikmesi normal. Peki, ben onun kadar gecikmiş olsaydım, şimdi burada sıkıntıyla bekleyen benim yerime o olsaydı, bu gerekçeleri düşünebilir miydi? Bilmiyorum… Söz konusu o ve yapabilecekleri olduğunda, herhangi bir kurgunun anlamsız olduğunu öğreneli epey zaman oluyor. Bu nedenle soracağım tek soru neden hala ortalarda görünmediği olmalı, başka şeyler için kafa yormayı bir kenara bırakmalıyım. Ama hala gelmedi, çok gecikti. Başına bir şey gelmiş olamaz elbette... Kaygılanmamalıyım, bunun için henüz çok erken. Dikkatimi başka bir şeye, örneğin sokaktan geçen şu kalabalığa yöneltmeliyim. Kalabalıklar hakkındaki düşüncem, uzun zamandır aynı, onları sevmiyorum. Özellikle de böyle daracık bir sokakta, oradan oraya koşturuyorlarsa; nedir bu insanların acelesi? Eskiden ben de böyleydim belki, belki bu insanlara benziyordum, tek istediğim bir an önce gideceğim yere yetişmekti. Sonra bir gün, gidecek bir yer kalmadı. Ya da gidilecek yerlerin hepsini ben tükettim diyelim. Bilinçli bir tercih miydi, şimdi anımsamıyorum. Hatırladığım tek şey bir gün bittiği. İşimden ayrıldım, arkadaşlarımla ilişkilerimi kopardım ve eve kapandım. Sonra? Sonrası hem birbirinin tekrarı olan günler hem de her biri başka bir yolculuğu içeren tuhaf zamanlar. Yaşamın içinde bulamadığım huzuru bu kapanmışlık içinde buldum ve her geçen gün kalabalıklardan daha az hoşlanmaya başladım. Şimdi bu sokağın curcunasına baktığımda hem midem kalkıyor hem de sokaktan uzaklaşmakla ne kadar iyi yaptığımı anlıyorum.
Belki de eve davet etmeliydim onu. Ama ev o kadar zamandır benden başka insan olmadan varlığını sürdürüyor ki, yabancı birinin varlığının kaldırılamaz bir şey olduğunu düşündüm. Zaten o eve girmenin onun için de kaldırılabilir bir durum olmayacağı da öyle aşikârdı ki... Belki de iyi yapmadım sokağa çıkmayı kabul etmekle, eskiden nasıl da inanırdım: “Güzellik sokaktadır”. Değilmiş işte… değilmiş. Hangi sokak, dört duvarın verdiği güvenceyi sunabilir ki insana? Ve bir sokağın nerede son bulacağını kim bilebilir?
Çok gecikti, belki gelmeyecek. Gitsem mi? Evimin güvenli karanlığına sığınsam ve suskunluğu yeniden yakın dostlarım arasına alsam mı?
Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu, bu yüzden telefonda sesini duyduğumda heyecanlanmış, “seni görmek istiyorum” cümlesiyle içimde yeniden dışarıyla buluşma isteği canlanmıştı. Unutmamak için aceleyle buluşma saatini ve yerini not almıştım telefonu kapattıktan sonra. İki gün boyunca kendimi bu buluşmaya hazırlamış, evden çıkma zamanı gelene kadar da defalarca giysilerimi değiştirmiştim. Ama şimdi, yok işte. Yarım saatten fazla oldu, gelmeliydi. Bir sürü gerekçe olabilir gelmemesine, yolda bir aksilik çıkmış olabilir, erteleyemeyeceği bir başka iş gelip onu bulmuş olabilir, bana haber vermeye fırsatı olmamış ya da ulaşamamış olabilir. Belki şimdi, ısrarla evimin telefonunu çaldırıyordur özür dilemek için, gerekçelerini anlatamama sıkıntısıyla, beni burada, bu kalabalık mekânda boşu boşuna bekletiyor olmanın ağırlığıyla... Bu kadar duyarlı mıydı gerçekten? Geçmişte böyle duyarlılıkları olmuş muydu? Tuhaf, hiç anımsamıyorum. Aslında ona dair tek anımsadığım, ben koştururken onun hep yavaş olduğu. Sonra yer değiştirdik. Ben durdum, o da zorunlu olarak hızlandı. Ama bugün hızlı olduğu söylenemez. Sanırım kızmaya başladım. Belki de acele ediyorum kızmakta ama içimde yükselen bu duyguya da engel olamıyorum. Çok anlamlı bir nedeni olabilir gelmemesinin. Şimdi sayamayacağım kadar çok şey olmuş olabilir, çok fazla şey...
Daha ne kadar beklemeliyim? Bu kalabalık yok olana, sokak sakinleşene kadar bekleyebilirim belki ama öyle tedirginim ki bunu da yapmak istemiyorum. Ancak bu insan selinin arasına karışıp, beni evime götürecek yolu bulma konusunda da oldukça isteksizim. Oysa o gelseydi, belki şu masadan kalkmamız bile gerekmeyebilirdi, burada oturup, sokak sakinleşene kadar konuşabilirdik, hatta benim konuşmama da gerek kalmayabilirdi, o konuşur, eski günlerden söz eder, ben de sükûnetle onu dinlerdim. Ama gelmedi. Neden? Binlerce nedeni olabilir..
Yolda başına bir şey gelmiş olabilir, acil bir işi çıkmış olabilir, erteleyemeyeceği başka bir buluşmaya gitmesi gerekmiş olabilir... Ya da belki... O telefon hiç, ama hiç çalmamış olabilir.
ÜçRenk Kırmızı
Vivian Marier