16 Mart 2012 Cuma

YARALI-YERALTI!..,

Tamam, ben divaneyim hatta Salvador Dali'yim! Peki, ya güneş senin teninden, hangi hücrenden ve nasıl dışarı fışkırıyor? Eğer desem ki, "aşk senin yanı başından başladı!", bu kez "çığlık atma, Nazım Hikmet'i uyandıracaksın" diyeceksin. Yolumu tümden kaybettim, bunun altını çiz desem, "Enis Batur daha önce yaraladı harfleri" diyeceksin. Sonra en cılız sesimle “durmayalım düşeriz” diyorum, ‘hiçliğe doğru yol alırken, yere düşen siyah şaldır, oynatan yerinden taşları ve de zarfını yitiren mazruf’ta arasın izlerini’ diyeceksin. Ve ben ancak seninle yaşamın olgunluğunu arayıp duracağım Magritte’in elmasında.


İşte o gördüklerin, hiç dokunamadıklarının bir kısmı yeraltından yazıyorlar. Işığın olmadığı yerde göz bebekleri büyür ve sözcük, sözcüğü yutar. Sözcük, aşkın yerine oturur ve aşkı da yutar. Beş metre, evet "bizler yerin beş metre altından yazıyoruz" diyorlar! Dudak üzerindeki benler yeraltında daha koyu görünürmüş! Işığın olmadığı yerde yılanlar daha da tutkulu olurlar.

Ey uzun boylu Leyla'm, bütüncül yılanım, "birkaç sözcükle zehrini tenime boşalt" desem, "gövdende yer değiştiren sadece sesimdir" diyeceksin. Bak burada birisi var durmadan "Leyla" yaratıyor, olmayan saçlarıyla, iri gözleriyle. Şimdi -sen, aşkın dokunaklı serencamından birkaç sözcük fırlat bana. Bir Mecnun da sen yarat, yeraltında, yerin altında! Tamam, ben bir divaneyim, hatta çöl seyyahıyım, ama sen eğer rüyanda çöl cinlerini görürsen, onlara de ki :


'ışıksızdır kum fırtınasına tutkun olan tüm sözcükler ve de bir kadın daha ne kadar
kanatabilir kendi kalbini'..


Amberli Kahve

                                                                        Magritte