Bir seslenme.
“Adanın en güzel Gönül’ü sensin” dedi yanımdaki bankta
oturan kadına seslenen kadın. Bankta oturan kadının dudağının kenarındaki
kıvrım yumuşadı, gözleri güldü. Hafif bir kımıldanmayla biraz kaydı, boşluk
rahatça oturulacak kadar oldu. “Gel” dedi seslenen kadına, “Çay içelim”.
Önümüzde adam balık tutuyordu. Arada yanına bir kadın
geliyordu. Ayakta konuşuyorlar, gülüşleri ışığa takılıp sağa sola yansıyor,
sonra birlikte gidiyorlar, adam az sonra dönüp geliyordu, sonra yine kadın.
Zamanı balık tutmayla ölçüyorlardı besbelli. Bu gidip gelmelerle, balığı
pişirmeyle, gülüşlerin avare dolaştığı konuşmalarla, denizin kıyısında serseri
yürüyüşlerle, sevişmeyle ölçüyorlardı, uykuyla; besbelliydi. Onların devinimlerini mi taklit ediyordu deniz, çırpıntılı bir
yürekle adaya sokulurken, yoksa onlar mı denizden öğrenmişlerdi bu zamanı ölçme
halini, anlayamadım.
Önümde adam balık tutuyordu. Yanımdaki bankta çay
içiyorlardı.
Tekrarlanan.
Kadınlar ve erkekler, tek başlarına ya da birlikte,
arada yanıma oturuyorlar, sonra kalkıyorlardı. Bir gelen olduğunda ben bankın
üzerindeki dağınıklığımı topluyor, gittiklerinde eski düzenimi kuruyordum.
Kesintiye uğramıyordu. Ben, bakmak ya da duymaktan kimse tarafından
alıkonmuyordum. Gelenlerse zamanlarının akışını benimle kesintiye
uğratmıyorlardı. Benimle konuşmaya kalkışmıyorlardı. Gün usul usul soluyordu.
Tekrarlanan.
Feribot. Bilmem ki kaçıncı kez gelmişti. Feribota
kalkış vaktinden epey önce binenler, sakin ve bazen de dalgın, balık tutan
adama, sulara bakıyorlar, birbirleriyle belirsizce konuşuyorlardı. Bakışlarımız
kesişiyordu, ama bu nerdeyse hepsi için hiçbir şeydi. Arada yanıma oturup,
kalkıyorlardı.
Genç kadın ve genç erkek. Geldiler, gelişlerini
duymadım. Genç erkek doğruca banka yöneldi. O zaman fark ettim onları. Fark
edince toparlandım, oturdu. Genç kadın yengeçlerle oynamak istiyordu, denizin
kıyısında betona oturdu, ayaklarını kayalara doğru uzattı. Genç adam durmadan
telefonlar ediyordu. Arada genç kadına bazı işlerle ilgili bir şeyler
anlatıyor, sabırsızca bu zaman diliminden sıyrılmak, bu
yüzden feribotta beklemek istiyordu; “Hadi gidelim”. Genç kadın
dikkatini yengeçlere, suya, havaya vermişti. O elini uzatıp yakalamak istedikçe
yengeçler kayaların arasında kayboluyordu. Soluduğumuz havada girdaplar
yaratan, ruhunun bilemediği derinliklerinde saklı, sadece sezebildiği bu
zamanın bir parçası olmak istiyordu. Ona söylenenleri yarım duyuyordu.
Anlamlarını belirginleştirmeye kalkışmıyor, cevap vermeyle uğraşmıyordu. Bir
bakış. Benimle konuşmadı ama bana baktı. Beni sezdiği şeyin bir parçası
sanıyordu. Bir yanılgının içinden fark edilmek; bütün bir hayat. Feribot uyarı
düdüğü çalınca, uzaklaşmış olan genç erkeğin ardından o da koşuşturdu. Gün
soluyordu. Gitmek genç kadına hüzün veriyordu. Ömrü sabah sisi kadar olacak bir
hüzün. Yine de bazı ruhlarda, belki bu genç kadının ruhunda da, bu hüznün izi
kalır, gitmez. Sonra, yıllarla, bu iz açık bir yaraya dönüşür. Sonra, bu açık
yaraya keder deriz.
Tekrarlanan. Önümde adam balık tutuyordu. Yanımdaki
bankta çay içiyorlardı.
Deniz ayaklarımın ucundaki kayalarla oynaşıyordu.
Yengeçler hala, ne kadar acayip yürüyebildiklerini herkese gösteriyorlardı. Ben
de usulca kalktım, yürümelerini ilk görüyormuşum gibi baktım, yengeçler acayip
yürüyüşlerine ara vermediler. Dönüp oturdum. Arada usulca kalkıyordum, sonra
oturuyordum. Yengeçler acayip yürüyüşlerine ara vermiyorlardı. Önümde adam
balık tutuyordu, yanımdaki bankta çay içiyorlardı, feribot durmadan geliyor,
gidiyordu. Arada yanıma oturup kalkanlar benimle konuşmaya kalkışmıyordu. Güneş
arkamda epey yüksekteyken, şimdi gitmek için eğilmiş, sulara morlu, eflatunlu,
pembeli bir kızıllık veriyordu. Ben bu hareketlerin, seslerin ve renklerin
oynaşmasının üzerinden anakaraya doğru bakıyordum. Gecenin koyusuna* tutununcaya kadar oturdum.
Ses değildim. Renk değildim.
Sevişme değildim.
Geçirgen bir şeydim belki ya da betondum. Belki bir
kederdim. Benimle konuşmaya kalkışmıyorlardı.
Konuşmalarım hiç sese bürünmedi.
Hiç sese, hiç renge bürünmedim.
Bir tasarım olarak kaldım,
(sonsuzca tasarlanmış olana -herkesin bildiğine- ne eklenebilir?).
*Gecenin koyusu:
Ingeborg Bachmann tamlamasıdır. Alıntıdır.
ten rengi
Edward Weston