1. SEANS
Simbiyoktik ilişkilere öteden beri meylim varmış da, habersizmişim bundan. Böyle açıklıyor kocaman, kalın camlı gözlüklerinin ardından bana gözlerini kırpıştırarak bakan adam . Adam, diyorum çünkü onu hangi sözcükle niteleyebileceğim konusunda kararsızım. Doktor, desem doktor değil; danışman, desem o da değil sanki. Bu belirsizlik yüzünden ona içimden “gözlük” demeye karar veriyorum. Simbiyotik ilişki de ne, diye soracağım sırada lisedeki biyoloji derslerinden bölük pörçük bir şeyler hatırlar gibi oluyorum. Bağlı yaşam ?.. Bağlantılı mı, yok yok buldum, ”bağımlı yaşam”. Tam Gözlük’e bundan söz edecekken, o konuşmasına devam ediyor kaldığı yerden.
“Bu meyil, sizi zayıf, zaaflı ve kırılgan kılıyor” diyor.
“Nasıl yani?” diye soruyorum,sözlerinin yarattığı tokat etkisini geçiştirmeye çalışarak.NASIL YANİ..?
( “Nasıl başladı?” diye soran biri olsa verecek yanıtı yok . Bilmiyor çünkü.
önemsiz, üzerinde düşünülme gereksinimi yaratmayacak basit bir ta-
nışıklık; rastlaştıkça birkaç yüzeysel hal-hatır sorma. Aylarca görülmese
akla gelemeyecek öylesine bir tanıdık. Buydu, böyleydi… Ötesi yoktu.)
“Biyolojiye ait bir kavram aslında bu” diyor Gözlük “hani varlığını başka bir varlığa bağlayarak yaşama “.
“Evet, biliyorum da benim durumumla ilgisini kavrayamadım” diye yanıtlıyorum. Sinirlerim bozuldu bozulacak, sesim titredi titreyecek; boğazımdan bir çığlık yükseldi yükselecek. Sakin kalabilmeye çabalayarak, onu dinlemeye hazırlanıyorum. Mantıklı bir açıklaması olsa gerek.
(Mantıklı bir açıklaması yok. Öylesine oluverdi işte. Her salı öğleden
sonra olanlar oluyordu o salı da. Kitabevinde geçirilecek keyifli bir
saat için çıkmıştı işinden. Kapıdan girerken , her salı aynı masanın
ardında oturmakta olan aynı kıza gülümsemiş ve dinginlikle dolaşmaya
başlamıştı rafların arasında. Sonra o kitabı görmüş, uzanmış; daha
kitaba dokunamadan diğer eli fark etmişti. Kendine ait olmayan o daha
büyük, o daha kararlı eli. Belki her şeyi başlatan o elin fark edildiği andı.
Evet, belki de buydu.)
“Freudyen bir yaklaşım, oral döneme ilişkin takıntınız olduğunu söyleyebilir” soluğunu bıraktı . “Ama bu açıklamanın yeterli olmadığını düşünüyorum. Sanırım sizi de tatmin etmeyecektir”. Sustu, gözlüklerinin ardında kırpıştırıp durduğu gözleri, canımı sıkıyordu.
“Peki sizin görüşünüz nedir*” diye sordum, sabrıma hayret ediyordum bir yandan da. “Nedir beni böyle simbiyotik kılan?”
“Bunu birlikte bulacağız” diye yanıtladı beni. “Adım adım ilerleyeceğiz. Konuyu derinliğine tartışacağız ve göreceksiniz nedeni ya da nedenleri saptadığımızda, ondan kurtulmak çok kolay olacak sizin için”
Duy da inanma!
(O anda elleri birbirine temas etti mi, gerçekten anımsamıyor. Ama
öyle olmalı. O fark edilmeyen ilk temasın ne kadar önemli olduğunu
düşünemezdi elbet. Başını çevirdiğinde o tanıdık yüzü görüyor ve
gayri ihtiyari gülümsüyor. Merhabalar , nasılsınlar alınıp; iyiyimler
seni sormalılar veriliyor karşılıklı. Sonra adam az önce uzandıkları
kitaptan iki tane alı, birini ona veriyor. Açıp bakmıyor her ikisi de
kitaba, çevirip arka kapağına göz atan da olmuyor. Ayaküstü söz
konusu yazar ve yeni kitabı hakkında başlayan konuşma; adamın işaret
ettiği kitabevinin arka bahçesindeki masada çay içerken devam ediyor.)
“Yapacağımız ilk şey..” diyor Gözlük “bağımlılığınızın ilk başladığı anı ve o anın koşullarını saptamak olacak.”
Anlamaktan çok uzak, safça baktığımı fark edince sabırsızca devam ediyor:
“ Yani ilk eylem hanımefendi. Bağımlılığınızın miladına gideceğiz. İlk içişiniz.”
(Birkaç yıldır süregelen tanışıklık boyunca birlikte içilen ilk çay
bu. O anda düşünmüyor tabii bunu. Adamın gözlerindeki parıltıyı
çayının şekerini karıştırırken fark ediyor. Edebiyat, kitaplar ve yazma
eylemi üzerine devam eden sohbet arasında, düşünmeden neden söylediğini
bilmeden, salı geleneğini anlatıveriyor adama. Bundan kimseye söz etmemişti
daha önce. Kendine ve kitabevinin girişindeki masada oturmakta olan
kıza ait bir sırdı bu oysa. Yaptığına şaşırmak aklına gelmiyor.)
“İlk ne zaman ve nasıl içtiğimi anımsamıyorum” diyorum sıkıntıyla. Belleğimi zorladığımı düşünmesi için, hatırlamaya çalışan bir insanın ifadesini takınıyorum. Gözlük için şu anda yapabileceğim bu sadece. İş birliği yaptığımı düşünmesi, kendini iyi hissetmesine neden olur diye düşünmekteyim.
“Hatırlayacaksınız merak etmeyin” diyor beriki “Unutmayın önümüzde sizi sıkıntınızdan kurtaracak on adım var ve bu ilk adım büyük önem taşıyor”
(ertesi salı, adam kitabevindeydi; daha önce çay içtikleri masada
oturmuş, bir kitabı karıştırıyordu . Başını kitaptan kaldırdığında
gördüler birbirlerini. Gülümsediler. Yanına gitmekle, o merhabanın ardından,
sırtını dönüp kitaplara yönelmek arasında ikircikli kaldı. Adamın beklentili
yüzü, ayaklarına sihir yapılmış gibi oraya doğru yürümeye başlamasına
neden oldu. İlk kez o sırada soru belirdi zihninde: bu ne ki şimdi? “)
Gözlük beni kapıdan kış kışlarken bir sonraki seansı unutmamı tembihliyor. Nedense benden çok da haz etmediğini düşünüyorum.
5. SEANS
“Kat ettiğimiz yol ortada “ diyor Gözlük gururla “artık bağımlılığınızın kötülüklerinin ve ona neden yenik düştüğünüzün bilincindesiniz.”
“ Haklısınız” diye onaylıyorum onu sahte olmadığını umut ettiğim bir coşkuyla. Oldukça havaya girmiş durumdayım. Olan biten bana bu denli komik gelmese, işe yarayacak belki.
(duyguların içinden çıkamayacağını fark edip de, neredeyse korktuğu için
salı günleri kitabevine gitmeyi bıraktı. çok da zor olmadı bu başlangıçta.
yapması gerekenin bu olduğuna ikna etmişti kendini ve içi rahattı. Her
ikimiz için de doğru olan bu, diye düşünüyordu. Adamın onu aramayacağını
biliyordu . Nasılsa vazgeçecekti beklemekten. Onun için okunacak daha nice kitap
vardı nasılsa.)
“Vazgeçmeniz için çok geçerli nedenleriniz var, bunun bilincindeyiz değil mi?” diyerek ani sorularından birini daha soruyor Gözlük. Sanki zaman zaman oradan zihinsel bir yolculuğa çıktığımın; onu dinlemediğimin farkında da, beklenmedik sorular sorarak beni yakalamak istiyor.
Başımı sallıyorum yanıt vermek yerine. Üstüme gelmemeye karar veriyor.
“ Son seansımızdan bu yana, ne kadar içmeden dayanabildiğinizi merak ediyorum” diyor.
( Sekiz salı dayandı. Sekiz hafta boyunca her salı kendisiyle mücadele
ederek dayandı. Dokuzuncuya gücü kalmamıştı. Adeta koştuğundan
kapıdan içeri girdiğinde soluk soluğaydı. Bahçeye doğru yöneldiğinde
onu orada görüp göremeyeceğinin merakı ağır bastığından, bir açıklama
isteneceğini düşünmemişti. Açıklaması yoktu ki…)
Gözlük’e yaptığım itirafın ardından arkama yaslanıp, sitemkâr bakışlarını karşılamaya hazırlanıyorum. Durumun o kadar da umutsuz olmadığına dair, benden çok kendini ikna etmeye yönelik konuşmasını sakince dinliyor; bir sonraki seansa zamanında geleceğime söz vererek ayrılıyorum yanından.
10. SEANS
Hangimize acıyacağımı bilemez durumdayım. Hadi ben, iflah olmaz bir simbiyotiğim de, Gözlük kendine ve “sigarayı acısız bırakmanın on pratik aşaması” adlı kitabına duyduğu inancı yitirmek üzere. Son seansımızda, umutsuzluğunu gizlemeye çabalayarak konuşuyor:
“Kendinize neden bunu yapıyorsunuz? Düşünün, lütfen düşünün bir kere, neden? “
(Salılar acı verici olmaya başladı. Adam kırgınlığını acımasızlığın
ardına saklayarak, bulduğu her fırsatta incitiyor onu. Her defasında,
bir daha oraya gitmemek kararı aldığı halde, salı sabahından başlayarak
hazırlıyor kendini olacaklara. Ayakları kendiliğinden buluyor yolunu,
cellada başını sunuyor büyük bir sükunetle. Masum değil o da. İşkenceyi
kabul ederken , işkencecinin zayıflığını yüzüne vurmak da onun zaferi.
egolar çarpışıyor; kim daha çok acıtan sözleri bulduysa, kim kırbacı
daha hızlı indirdiyse haftanın galibi ilan ediliyor. Bunu kendine ve ona
neden yaptığını hiç bilmiyor.)
Suskunluğum, “yapamıyorum, vazgeçemiyorum” diyen bakışlarım çileden çıkarıyor Gözlük’ü. Gerçek zafer, yenildiğini kabul ettiğinde başlar. Biliyormuş Gözlük de bunu. Bu beklenmedik bilgelik şaşırtıyor beni.
“Bu işi birlikte başaramayacağımızı kabul etmek zorundayız ne yazık ki” diyor.
Sırıtıyorum biliyorum, ama elimde değil.
“son bir yol kaldı” diyor istemeye istemeye. On seanstır ilk kez büyük bir merakla bakıyorum yüzüne.
(Günler , haftalar sürdü zaten çoktan alınmış ve haklılığı su
götürmez kakarı uygulama gücünü toplamak . Önceleri adama
bir açıklama yapmanın gerekli olduğuna inandırmıştı kendini;
biliyordu böyle olmazdı. Sonra yüreğinde migren sızılarıyla dolaştı bir süre
başladığı anı ve o ilk teması tekrar tekrar yaşadı zihninde . Sadece
“tanıdık” ya da “aşina” oldukları zamanı özledi durdu. Sonra salı
günlerini kesti, çıkardı yaşamından. Haftanın ikinci gününün tek anlamı
kaldı onun için. O kitabevine gitmek, içeri girmeden büyük cam vitrinin ardından
adamın bir kitaba eğilmiş başını izlemek . Onun orada durduğunu, başı bir
kitaba gömülmüş varlığını bilmek; özlemi hep taze tutmak! )
11. SEANS
Serap hanıma minnettar gülümsüyorum.
“Büyük iş başardınız, biliyorsunuz” diyor. “ ama unutmayın her bağımlılık, zararsız hale getirilse de, yeniden yaşamın merkezine yerleşmek için hazır bekler, dikkatli olmalısınız”
Büyük cam vitrinin ardında kızgın, kırılgan parmakları o kitabı kavramış, gözlerini sayfaların arasında dolaştıran adamın sersemletici görüntüsü beliriyor zihnimin ekranından.
“Biliyorum” diyorum doktoruma “ biliyorum..”
Kadının esmer, ince parmaklı elini sıkıyor ve yanından aceleyle ayrılıyorum.
Günlerden salı….
Lila Gam
Abidin Dino