22 Nisan 2016 Cuma

ZİHN'İ KALP 1



''Ben senin için bahaneler ararken öykülerimi yazdım''

Hızlı adımlarla yürüyor, kalbinin ritmini bastırmak ister gibi. Yağmur, kirpiklerine düşerken; eğilip yerden bir taş alıyor ve avucunda sıkıca kavrıyor.

O eskide kalmış İlk cümleyi yazmasa, ne yağmur olacak ne sıkıca kavradığı taş. Hiçlik içinde adımları devam edip, yağmura bir şemsiye açacak. İflah olmaz bu diye hayıflanıyor. Onu dürtmelerimden hoşlanmıyor.Tahmin ettiğim gibi birinci tekil şahısdan devam edecek.


Düş bedenimi teslim alıyor: Bulanık, sisli, hüzünlü.

Sıradan bir gündü, anlam yüklemediğiniz günlerden biri. Ta ki açılan o kapıya kadar.Bazı kokuların bellekten hiç silinmediğini düşünüyorum, yıllar geçtiğinde o kokuyu tekrar aldınız mı hafıza o güne götürüp size bir sürü ışık yakıveriyor. Açılan o kapının ardındaki koku, o varoluşun kokusu sanırım. Sonra bir resim, üstüne çok yazıldı tekrar bahsetmeyeceğim, sonra bir sürü cevapsız sorular. Sorunun soru olarak kalması gereken durumlar belki de (buna şimdi karar veriyorum). Sadece bir harf, bir sözcük, küçük bir cümle duyabilmek için yazılmış notlar, hikayeler, bahaneler, bahaneler...

Düşten uyandırmak istiyorum onu belli ki bir kurgu yapacak. Kurgu da denmez buna, yaşadıklarını yazıya dökerek hiçleştirmek amacı. Ya da yeni bir bahane arıyor. 


O gün başlıyor uzun yolculuğum, şimdi bilebiliyorum bunu. İnsan uzun süre duygularını kendine bile itiraf edemez. O yolculuğa başladığınızda da tesadüfler peşinizi bırakmaz. Sizi dener durur hayat. Duygunuzu besler; bir yandan hayat, bir yandan kendiniz. Ya da siz bu duyguyla beslenirsiniz. Ve kendinizden bile beklemediğiniz bir anda, karşı tarafa itiraf ediverirsiniz. Ben de öyle yaptım.. Ardından bekleyişler- ah insanı en fazla boğan- hüzünler, sevinçler.. Sonradan baktığınızda bir sürü haller. E hali, de hali,mış miş hali. İşte o mışlar mişler, kendi kendinize oluşturduğunuz varsayımlar. Hem de bunu tamamen içinizde yaşatarak, karşı tarafın haberi bile olmadan kendini yemeler. Sanırım hepsi kokudan!

Biraz sessiz kalayım, kendini sorguluyor anlaşılan. 


Aramızda hiç bir şey başlamadı garip olan hiç de bitmedi. Duygular hiç konuşulmadı. Ben kaçak dövüşmeye devam ettim! Uzağımdayken yazdım, yanımdayken sustum.. Sadece bir keresinde ikimizin de düş mü gerçek mi olduğunu bilemediğimiz; yüksek çok yüksek bir tepede, karanlık bir yolda durduk. Avuçlarımız gökyüzüne açılmıştı, sessizdi çok sessiz. Başımı yerden kaldırdım. gözleri, gözlerim.. Avuçlarımızı tekrar açtığımızda kuşlar uçtu. Tüm sessizliğin ortasında öylece uçtular.

Bu hikayeden kaçmak istedim, baş kahramanı olmak istemediğim, gidişatından hoşlanmadığım bu kurgudan. Benimle başlamıştı hikayeye. Tekrar söylüyorum kirpiklerime yağmur falan düşmedi. Hem hiç ağlamam ben. Zihinim ben, senin savunma mekanizmalarını, susmayan iç dünyanı gayet iyi bilirim.Peki madem hatırlıyoruz, hatırlasana sana yazdıklarını:


''yazar kendi yazma edimine aşıktır sadece diyebilir miyim ki. Bu da bir zorunluluktur belki. Bundandır herhalde şarkı sözü, şiir roman yazanların birinde çok kalamamaları, hep gitmeleri...''


Kuşları bir daha hiç konuşmadık. Ama ben hiç vazgeçmedim, hep bir cevap bekledim. Tanımlar koymak istedim. Şimdi düşünüyorum da ne çok yormuşum onu. Ne kadar kalabalık olmuşum. Aşk biraz da şuurun bulanıklaşması değil mi.

Bu hikayeye başlarken zihnimi kullanmak istemiştim, korktuğunu hissettim: beklemenin dehlizlerine gireceğimden, yine varsayımlar yapacağımdan, iniş çıkışlarımdan. Oysa ben duygularımdan korkmadım. Yağmurdan kaçmadım, sessizliğimizin boşluklarını sevdim, etrafında dolaştığımız cümleleri sevdim. Korkma! senin farkındayım. Farkında olacak kadar büyüdüm…


Yıllar sonra onunla tekrar karşılaşınca korktum, beni yani şuurunu bulanıklaştırmasından korktum. Sadece yüreğinin sesini dinlemesinden yorulmuştum. 


Ne yalan söyleyeyim kuşları ben de hiç unutmadım..

ÜçRenk Mavi