Ruh,
yurt,
aş,
ev,
ve zalimlerin kazdığı
mezar. Ocak…
ruh…
Ataların ruhudur, dedi kadın küçük çocuğun yüzündeki
şaşkınlıkla eğlendiğini belli etmemek için gülümsemesini gizleyerek. Ocak
yandıkça biliriz ki bizledirler ve korumaları üzerimizdedir. Çocuk iri
kahverengi gözlerini ocağın alevine dikmiş, anlamazlığına içerlediğini belli
eden dudaklarını çiğniyordu. Merakı rahat vermedi. Sönerse ne olur, diye sordu
gözlerini ateşten çevirmeden. Kadın da, çocuktaki merakı yıllar önce geride
bırakmış, onun yerini derin bir saygı almış bakışlarını ateşe yöneltti. Ocak,
dedi. Sönmez. İzin vermeyiz.
yurt…
Burası iyi, dedi yaşlı adam.
Yorgun ve bilge gözlerini önlerinde uzanan düzlükte dolaştırırken
ardında bekleyen büyük ailesinin sessiz bir sabırla bekleyişinin esintisini
duyuyordu. Uzakta akan derenin
şırıltısına eklenen esinti yüzüne çarpınca gergin dudakları gevşedi. Arkasına
dönmeden seslendi, bekleyen kalabalığa. Ocağımızdır artık, dedi. Genç, yaşlı,
kadın, erkek, çocuk aynı anda eğildiler, toprağa dudaklarını sürerek kabul
istediler.
aş...
Haber veremedim önceden, dedi adam ocaktaki tencereye
eğilmiş kadına. Tedirgin görünüyordu. Kadın başını kaldırıp baktı. Olsun, dedi.
Allah ne verdiyse yeriz. Ocağımızda ne varsa. Rahatlamış bir tebessüm yayıldı
adamın yüzüne. İçeriden sürpriz misafirin çocukla oynarken attığı kahkahanın
sesi yükseliyordu.
ev…
Havadis beklenmedik bir hızla yayılıyordu ev ev. Feryatlar
bir ocaktan diğerine karartıyordu göğü. Ocaktan ırak, duası daha yaşlı kadınlar
dizlerine vuramadan kötü haber kapılarına ulaşıyordu. Gece, kötülüğün zifiri
boyasına kesmişti. Çünkü bazı ocaklar zalimler tarafından kazılırdı hayatın
haksız döngüsünde…
Üçrenk Kırmızı