Gri 2
II
Mekaniğin yasaları gibi alışkanlıklar da ait oldukları bütüne dahildirler. Devinen yüklemin tekdüzeliğinden fışkıran maluma yazgılı özne misali kendi iliklenmelerini, limitlerini soluyup gerçekleşirler. Ancak, rastlantılar bu özünlülüğü -araya girerek- kendi yazgılarıyla karmaşık hale getirirler. Onları süsler ve türevlerle yalnızlaştırıp, o zarif deneyimden, hakikatten ve ona duyulan saf eğilimden uzaklaştırırlar. Gözlemlediğimiz bir alışkanlık bir süre sonra karakterimizde gedikler açar. Öyle ki; kararlı bir mizacın zaaflarını bile birer erdem olarak, süslemeden içimize eker. Bakınanda şevke gelen ve bakınanı mucizevî inceliklerine boğan bu zarif tutku tam da bu anda bileşimini yitirir ve gözleyenin nazarında işlenip ölgünleşir. Bir evin gözeneklerinden dışarıya kımıldayan bu kurtçul direngenlik; küçüle küçüle dışarının görünmezliğine eklenir, onda eklemlenir ve onun tökezlemelerini ustalıkla kemirir. Evde. Nelere alışılmaz ki. Ne çok alışkanlık.
Bir odanın penceresine patlayan ve içine sırf biçemi üzerinden varlığımızın karanlık, katı dokusunu renk renk desenlerle fısıldayan çizgisiz, anlık kıvılcımlarla bizi hafifliğin ışığına bağlayan... İşaretler renklere, ketum, donuk renkler de örtülü hislerle duygulara sürünür. Bir yaşlıcağız ağır aksak yolalıyor -yeniden bulur gibi- buruşmuş ağırlığınca çıkarımsız, taşmış bir yitişle. Eline asılı bir çanta; uçucu bir kavrayışla sürüklenen, diğer elinde; titrekliğini dikey bir ağırlığa uzuvlayan gri siyah bir şemsiye. Günün sabahında sokağın tozunu alır gibi yalpalayan soluğuyla o anın çakımını, yorgunlukla bitiklik arası bir ucu boşluğa savurur ve gelecekle ilgili taşkınlığı-tebessümle-güvensizliğin sarmalına bırakır.
Sözcüklenmiş bu biçem bizi kederlendirmekle kalmaz; bakışımıza da farkına varmadığımız eğilimlerin yumağını bırakır. Bizi ayartan bu keşif, anlık bir hüzünden; sevince de evrilir. Böylece beklemenin değil, davranmanın esrikliğine olan inancımız pekişir.
Güneş yılgıyla dokunuyordu; kanı alınmış bir uzuv gibi nesneler titreşen yalımlardan kopup kopup başkalaşan, farklılaşan ıssız izlekler ağırlıyordu. Sessizlik. Kulağında çınlayıp duruyordu. Her şeyin çekildikten sonra geride bıraktığı sesti bu. Bu da tekdüze ve mecrasızdı. Israrla belirlemeye çalıştı; hangi nesneden,en çok hangisinden geriye kalandı, diye. Ama çınlama her yerde idi. Ona odaklandığında- ki odaklanamıyordu-sanki onu birarada tutan o sümüksü, elastik doku çözülüyor, dağılıyor gibiydi. Bu çınlama bir gidiş değil de bir yitişti sanki; bir sözcük, bir inleme gibi bir deneyimden fışkırıyor, onu duyumsayacak olanı yoklarken anlaşılmaz bir halde çırpınıyor ve başka bir dokuda patlıyordu. Benliğin kuşadığı, zaptetmeye çabaladığı vahşiliğe koşulu, kapatılmış bir kavram gibi bir ağızdan fırlayıp boşluğa dökülüyor, sonsuzluğun bükülemeyen uçkurunda külleniyordu. Aynı zamanda duyulamayandı da bu çınlama, ona yakalanma, onda yakalanma onu kusturacak ve bu kusma ile bir ilk olacaktı; dağılıp-çözünüp, deneyimlenen zamanın, mekanın ve a priori yasaların yutulduğu boşluk... Boşluk, ''bir''i şeylere çınlıyordu.
Küçük odanın perdesini örttü, ama perde pencereyi tamamen örtecek büyüklükte değildi ve sırf bu yüzden dışarıya bakmaya delil bulmuşçasına gözattı. Sakınan bir bakışla hızla gezindi, karanlığa yedirilmiş ağaçları aynı hızla ürkekçe ama belirsiz korkuyu biraz da çekingenliğe yoracak düşüncelilikle hatta bunu da sıyırıp atan utangaçlığa aralayarak sürdürdü. Ne vardı dışarıda? Bu neydi, başını cama yapıştırmak, ''ben burdayım...'' demenin hangi amaçla sahnelenen oyunuydu? Neyi fark etmişti? İki servi ağacı, bir iki araba sonra, sonra; hiçbirşey. Ama hayır, hayır hayır; bunlar değildi gördüğü esas bunların bir arada durduğu, durmakla gizlediği, gizleyerek belirginleştirdiği, onu gözleyen, onu merkez kılan tetik, katı ve keskin gözler; saplantılı öngörüler idi.
gri günce - 5
Yüzüne yerleşen yenik ruhu yetinmeyip, tüm bedenini de hükmüne eğip onu da odaya hapsetti. Yüzünün alımlı grisi düzensiz, iğreti çillerine gömüldü. Sivrilen her uzuvda büyüdükçe büyüdü ve uykusuzluğun çıldırtıcı yoğunluğuna yedirildi. Bir duygunun bedene yedirdiği bu zehir tüm deneyimlerini belleğinden kopartıyor, bedenine gösterdiği ilgiyi bedenin bu bilince tutkuyla koşmasını bir çeşit hummaya tutuyor, onu ya oburlaştırıyor ya da deneyimin yaşamsal koşuşundan koparıp alıyordu.
Gri