oturup
bakıyoruz, deniz kıyısında üç kişi
hiçbir
şey o gün gördüğümüz kadar kızıl değil, maviler bile
sen
köpüklerle küçümsenmiş bir at çiziyorsun, nefesi yelesinde
ben
sayrısına saklıyorum dünyanın sağırlığını
hayat
işte; içine kargı resimleri çizdiğimiz kareli defter
saatteki
kumun da bir ömrü var, aşktan biliyorlar
bir
nehrin aklından geçenlere tutunuyorsun
hayvanlar
içinde kaybolsun diye yapıyorsun bazı dağları
balıklarını
kıyıya atan bir gölü çiziyorsun boynuma
evren;
devrilmiş bir kağnının havada boşuna dönen tekerleği
herkesin
hatalı bir biyografisi vardır, bir de hatalı kemikleri
yanlış
kaynar bazen, tersine işler döngü
gökyüzü
üstüne düşer durup dururken, binalar içine
yerli
yerinde bulamazsın baktığın hiçbir denizi
uykuna
karışır mağriplinin ölmeden önce gördüğü son rüya
suların
günden güne çürüttüğü bir barınağa benziyor hayat
görmeden
sevilen şehirlerden geçiyorsun
omuzlarında
bir taşra berberinin kederi
peşinde
günlerini ağaçlardan sıyırmış bir yaz
kirli
sarı sularla yıkıyorsun saçlarını
gövden;
güneşi görünce açılan kırağı vurmuş bahçe
saniyelerle
yarışan bir salyangozun bıraktığı izlere bakıp
dokunduğun
taşlardan biçiyorsun rüzgârın yaşını
parmakların,
sazlıkların içinde kaybolmuş bir kulübe
sessizce
dolaşıyor yırtılmış bir kâğıdın kenarında
uyanmayı
unutmuş bir ağaç gibi geç kalıyorum kendime
oturup
bakıyoruz, deniz kıyısında üç kişi
sen
kurumuş kabuklarla çeviriyorsun söndüremediğin ateşi
ben
ateşin üstünden atlıyorum, sakallarımda çıralar
yanımızda,
kâbusunu karnında taşıyan bir ahraz martı
aşk;
kuşların bile dokunmadığı bir canavar yemi
kahverengi