Üzerime iki beden
büyük gelen gri keten paltom ile içinde yaşlandıkça küçülen bedenim, seri
hareketlerim, botumun fermuarını çekerkenki yoruluşum yıldırmıyordu beni.
Apartmanın indikçe çoğalan merdivenlerinden hızlıca inmemi de engellemiyordu. Ara sıra soluklanmak zorunda olduğum
apartmanın koridorunda durarak, sabah dokuz akşam altı mesaisi misali, posta
kutusunu seyrediyorum. Rutin bir şey değil yaptığım dedim ya, arada sıra da
işte. Posta kutusuna konulmuş birkaç
zarfı atıyorum cebime soluk soluğa o kadar.
Sonra bakkala uğrayıp kıpkırmızı olmuş suratımla –soğuktandır- havası
vererek muhabbete koyuluyorum.
Yazları sıcak ve
kurak, kışları yağmurlu ve endamsız bir yüzüm var aslında. O sırada gözlerim
apartmanımızın giriş kapısında. Fatura aşırdığım hiç olmadı ama nadiren
apartmandaki gençlere gelen dergilerden
birkaçını da aldığım oluyordu. Yalan tabii, aslında apartmanların geleni gideni
bile benden sorulur. Necip Fazıl apartmanını kıskanırım en çok. Adından değil de sarışın bi kadının, yarı
çıplak girip çıktığından apartmana, bazen de insan çalasım gelir ama bu yaşımda
mümkün olmadığından ben de evladiyelik ürünlerle yetinmek zorunda
kalıyorum.
Bakkaldan çıkıp
evime doğru ilerlerken apartmandan dört numaradaki Nazmi Bey çıkyor. Ne kadar
da dertli gözüküyor adam oysa o tam bir iç savaşçı. Evdekilere de eminim huzur
vermiyordur. Geçtiğimiz aylarda uzak bir adresten mektup geldi ona; mektubun
dışında, apartmanda oturmayan birinin adı ve daire numarası yazılıydı. İçinden
kendiisine hitaben yazılmış bir mektup çıktı.
Bazen postacıyla karşılaştığımızda sorardı -bu kim, yine yanlış mı
gelmiş- gibisinden. Sonradan anladım ki şifreli mektuplar ona geliyormuş. Zaten bir o,
bir de ben bekliyoruz; demiri pas tutmuş, posta kutusunu. Boşanamayan astsubay bir adam, üzülürdüm karısının çabalarına. Bazen merak
ederdim acaba Nazmi Bey, ne yazıyor, diğer kadına nasıl hitap ediyor? Tükenmez
kalemle mi, dolma kalemle mi yazıyor? Kokular sürüyor mu mektuplarına? Çünkü
ona gelen mektuplar el yazısı, divit kalemle yazılmış oluyordu. Sanki bir kaç
şehir öteden değil de çok yol almış bir mektup havası taşıyordu. Onun
mektuplarını okuduktan sonra birkaç gün kendime gelemiyor hatta kendime cevap
yazdığım bile oluyordu. Bir sonraki
mektupta sanki benim yazdıklarıma cevaben yazılmış satırlar da okuyor, seviniyordum;
bana yazmış gibi. Dört gözle
bekliyordum postacanın gelmesini. Evet
zaten bana yazılıyor bunlar aslına bakarsan, ben bir mektup yazacak olsam; ilk
ağızdan, denizdeki kimsesiz bir sandalın kıyıya vurmaya niyetli yosununun
içinde, kendi kendine üreyen bir su solucanına yazardım. Öyle bakma, ne anlarım
mektuptan.
Bir de on dört
numaradaki Nevres Hanım var. Emekli olduğunu biliyorum ama oturupta muhabbet
etmişliğim yok. Onun mektupları ise yurt
dışından gelirdi. Renkli zarflar, bazen içinden yabancı sözlerle yazılmış aşk
cümleleri olurdu. Yabancı dil bildiğimden değil ama içeriğin ahengi bakımından
öyle duruyordu. Onun tam tamına on mektubunu aldım. Bir kısmını hiçbir zarar
vermeden geri koydum. Postacıya şikayet etmeye başlamıştı. Sonra apartman
toplantısında yönetici, bu konuya da değinerek kilitli posta kutuları
yaptıracağını söyledi ama hala ortak kutuyu kullanıyoruz. Bakkal Selami’den
şüphelendim acaba anladı mı diye, ama yok; o bilmiyordu, bu konu hakkında bir
şey. Bu durumu anlayabilecek bir tek kişi vardı o da evime temizliğe gelen
karımın yakın ahbaplarından birinin yardımcısı. O anlamış olabilirdi. Bazen ona
bütün para verirdim; mark, dolar. Dışarıya pek çıkmadığımdan param olmazdı.
Nevres Hanım‘ın yurt dışından gelen mektuplarından, yabancı paralar çıkardı.
Onları aşırırdım sonra. Zaten para koymayı da bıraktılar. Nevres Hanım da
selamı sabahı kesti herkesle. Ardından
bir dedikodu yayıldı, ağızımı bile açmadığım halde. Bizim yardımcı Nevres
Hanım, şeymiş de adamlar ona yabancı para karşılığı aman ya, daha neler. Kadın
hep aynı yeri temizler dururdu evde. Onun yapacağı işler değil, temiz namuslu
mahalle kadını o. Ramazan vaktinin geldiğini ondan anlardım. Karşı camiye bakan
pencereyi, dört kez üstüste silerdi. Mübarek kadın kendisi.
Apartmana girerken
yine kutuya göz atıyorum yeni bir şeyler var mı diye, öğleden sonra da bazen
uğruyor postacılar, tahmin ettiğim gibi iki numaradaki Selma Hanım‘ın oğlundan
bir zarf var, tam cebime atacakken Nazmi Bey geri dönüyor ardımdan apartmana ve
“ne var, ne yok Kemal Bey” diyor. Elimdeki onca yığın kağıt dökülüyor yere.
Onları toplarken laflıyoruz. Laf arasında “kes şu sakalları” diyerek gülüyor,
“kelin merhemi olsa” diyorum içimden, anlamıyor. Selma Hanım‘a gelen mektubu da alıp
kapılarının önüne bırakıyor, zili çalıyorum, Selma Hanım mektubu görünce
seviniyor ve iyi günler diliyor. Hızla
merdivenlerden çıkıyorum evime doğru, iki numaranın zarfından çıkanları
kaçırmış olsam da en azından yan apartmandaki Adnan Beylerin kızından gelen,
üzerinde –görüldü- damgası bulunan bir zarfın hikayesiyle başbaşa kalacağım
için mutlu oluyorum. Evime çıkıp okuma masama yerleşmek için mektupları
adımlıyorum.
ŞemsAzure