Unuttuğum bir
şarkıyı mırıldanır gibi geçiyorum o sokaklardan. Hep aynı yerden, aynı insan
siluetlerinden. Terk edilmiş şarkılar dönüp dolaşıp aynı yerde tıkanıyor.
"Kader gibi onları mı yaşıyoruz yoksa?" diye soruyorum kendi kendime.
Biliyorum şarkılar fena halde insanlara benzerler. Olmadık yerlerde karşınıza
çıkar, olmadık zamanlarda, üzerini sıkıca örttüğünüz bir duyguyu yeniden
hatırlatırlar. Üstelik bu hayalet duygu bir süre bırakmaz peşinizi, onunla
yalnızsınızdır artık. Siz unutsanız da şarkılar unutmazlar. Çünkü şarkılar
insanların karakutusudur.
Bir dolmuşun arka koltuğunda bir yokuşun en
başındayım. Yanımda sıska, cılız omuzları sönük, yenleri parlak bir çocuk
var. Ellerini dizlerinin arasına
sıkıştırmış oturuyor. Birlikte
bakıyoruz pencereden, kül rengi bir perdeyi andıran kuş ölüsüne. Kanatları
asfaltın örtüsü olmuş, yüreğimizi çiziyor paramparça olmuş tırnakları. Kanatlarını
düşlüyorum; bu çocuğun gözlerine benziyor, narin, yorgun ve buruk. Şoför
soruyor: "Arka beş mi, dört mü?" diye. İşte o an dönüyoruz, mantığın
karanlık saatleriyle masumluğu öldürenlerin dünyasına, gerçek dünyaya.
Babası yanında çocuğun, işçi elleri kocaman,
sesi titrek, utanarak: "Dört" diyor, unutarak buruk bakışlı dostumun
gururunu. Beş demek istiyor elbet titrek sesi, ama işçi ellerindeki çaresizlik
bir kişinin parasını vermeye yetiyor.
Çocuk için de verse belki yarın işten eve yürümek zorunda kalacak, zar zor gelen ay sonu daha da zor
gelecek. Eğer beş diyebilmiş olsaydı babası, çocuğun ezilmişliği biraz
azalabilecekti, beş diyebilmiş olsaydı, belki öğretmenler gününde öğretmenine
hediye alamadığı için bu kadar üzülmeyecekti, beş diyebilseydi şayet küllü
asfaltlar yerine gözlerine bahar dökülecekti. Çocukların gözleri çocuktur elbette
ama yoksul çocuklar gözlerinde bir yetişkin taşırlar. Büyümüş ve anlamış bir
yetişkin. Baktıkça kaçmak gelir içinizden çünkü suçunuzu yüzünüze vuran bir
sadelikle bakarlar yüzünüze ama kaçmazsınız, çocukluğunuzdaki uçurumları kapatma şansınız olduğunu
sandığınız için.
Gök gözlü çocuğun babasının diğer yanında,
ellerini bir saniye olsun birbirlerinden ayırmayan evli bir çift var. Sıkıştıkları
için homurdanmıyorlar, bu kucağa oturamayacak kadar büyümüş, dolmuş parası verilmeyecek
kadar küçük kalmış çocuğun, çocukluğunu burada hep
birlikte
öldürdüğümüzden habersizler. Babası parayı uzatıyor, çocuk ellerini dizlerinin
arasına daha da sıkıştırıyor, küçülmeye çalışıyor ama biliyorum o an yok olmak
istiyor. Çocuk küçülüyor gözleri
büyüyor.
Yine pencereden dışarı bakıyoruz beraber.
Bayraklı yolunda bir an, bir avuç deniz sürüyoruz yıkılmışlığımıza. Bulutlar
dünya atlası gibi açılıyor önümüzde, bulutlarla sinema izlemeye başlıyoruz. Gökyüzü
satın alınamaz bu bizi biraz rahatlatıyor. İkimiz de önce Ejderhaya benzeyen, dolmuş
ve zaman ilerledikçe Aslana, sonra uçurtmaya dönüşen bulutları görüyoruz. Çocukluğum
gömüldüğü yerden çıkıp yanına oturuyor. Unuttuğum şarkı çocukluğummuş meğer. Çocukluk
da şarkılar gibi insanların karakutusuymuş, siz unutsanız da çocukluğunuz unutmazmış.
Babası ve sesini duymadığım çocuk - ki duymaya
dayanamam gözlerindeki hüznün bir parçası da sinmiştir sesine- müsait bir yerde inmeye
hazırlanıyorlar. Çocuk ayağa kalkıyor bir kez daha ölüyor gözlerimin önünde
kuşlar, öyle büyük ki ayakkabıları. Belki ağabeyinin, belki bir komşusunun
ayakkabısı ama mezar kadar büyük, kayalar, dağlar, betonarme apartmanlar kadar
büyük. Nasıl bir kıza aşık olacak bu ayakkabılarla? Nasıl top oynayacak? İnsanların ayakkabılarını göremeyecek
kadar dalgın olmalarını mı bekleyecek hep?
Yalınayak kırık camlar üzerinde yürüyor
insanlığım. Keşke denize götürebilsem ayaklarını, keşke ayakkabılar ayağından
çıkmasın diye sıkıştırdığın pamuklarla sarabilsem yaralarını. Boğazımda küflü
bir ekmek düğümleniyor. Açken yemek zorunda olduğum ama boğazıma takılan küflü
bir ekmeğin anıya dönüşmüş yansıması. Öksürsem geçmeyecek, ağlasam büyüyecek,
bağırsam boğulacağım. Ah çocuk masal dinlemen gerekirken elmada muz tadı
aramakla geçecek çocukluğun. Bir gün hesap sormaya geldiğinde "Orada, o
dolmuşta unutulmuş bir çocukluğum vardı, gören var mı?" diye sorduğunda
nasıl diyeceğiz "biz onu el birliğiyle öldürdük, o günlerden geriye de bir
çift ayakkabı bıraktık ama hala içine sığacak bir ayak bulamadık" diye.
Belleğini mantığın hücrelerine hapsetmemiş gül
bakışlı çocuk sağ yanım seninle birlikte indi dolmuştan, sol yanım benimle
kaldı. Eğer sarabilirsek yaralarını o zaman kavuşabileceğim kendime çünkü hayat seninle tamamlanacak bir şey
artık.
Sırça Sarı
Lal