25 Mayıs 2012 Cuma

KARAKUTU


Unuttuğum bir şarkıyı mırıldanır gibi geçiyorum o sokaklardan. Hep aynı yerden, aynı insan siluetlerinden. Terk edilmiş şarkılar dönüp dolaşıp aynı yerde tıkanıyor. "Kader gibi onları mı yaşıyoruz yoksa?" diye soruyorum kendi kendime. Biliyorum şarkılar fena halde insanlara benzerler. Olmadık yerlerde karşınıza çıkar, olmadık zamanlarda, üzerini sıkıca örttüğünüz bir duyguyu yeniden hatırlatırlar. Üstelik bu hayalet duygu bir süre bırakmaz peşinizi, onunla yalnızsınızdır artık. Siz unutsanız da şarkılar unutmazlar. Çünkü şarkılar insanların karakutusudur.

Bir dolmuşun arka koltuğunda bir yokuşun en başındayım. Yanımda sıska, cılız omuzları sönük, yenleri parlak bir çocuk var.  Ellerini dizlerinin arasına sıkıştırmış oturuyor.  Birlikte bakıyoruz pencereden, kül rengi bir perdeyi andıran kuş ölüsüne. Kanatları asfaltın örtüsü olmuş, yüreğimizi çiziyor paramparça olmuş tırnakları. Kanatlarını düşlüyorum; bu çocuğun gözlerine benziyor, narin, yorgun ve buruk. Şoför soruyor: "Arka beş mi, dört mü?" diye. İşte o an dönüyoruz, mantığın karanlık saatleriyle masumluğu öldürenlerin dünyasına, gerçek dünyaya.
 
Babası yanında çocuğun, işçi elleri kocaman, sesi titrek, utanarak: "Dört" diyor, unutarak buruk bakışlı dostumun gururunu. Beş demek istiyor elbet titrek sesi, ama işçi ellerindeki çaresizlik bir kişinin parasını vermeye yetiyor.  Çocuk için de verse belki yarın işten eve yürümek zorunda kalacak,  zar zor gelen ay sonu daha da zor gelecek. Eğer beş diyebilmiş olsaydı babası, çocuğun ezilmişliği biraz azalabilecekti, beş diyebilmiş olsaydı, belki öğretmenler gününde öğretmenine hediye alamadığı için bu kadar üzülmeyecekti, beş diyebilseydi şayet küllü asfaltlar yerine gözlerine bahar dökülecekti. Çocukların gözleri çocuktur elbette ama yoksul çocuklar gözlerinde bir yetişkin taşırlar. Büyümüş ve anlamış bir yetişkin. Baktıkça kaçmak gelir içinizden çünkü suçunuzu yüzünüze vuran bir sadelikle bakarlar yüzünüze ama  kaçmazsınız,  çocukluğunuzdaki uçurumları kapatma şansınız olduğunu sandığınız için.

Gök gözlü çocuğun babasının diğer yanında, ellerini bir saniye olsun birbirlerinden ayırmayan evli bir çift var. Sıkıştıkları için homurdanmıyorlar, bu kucağa oturamayacak kadar büyümüş, dolmuş parası verilmeyecek kadar küçük kalmış çocuğun, çocukluğunu burada hep

birlikte öldürdüğümüzden habersizler. Babası parayı uzatıyor, çocuk ellerini dizlerinin arasına daha da sıkıştırıyor, küçülmeye çalışıyor ama biliyorum o an yok olmak istiyor.  Çocuk küçülüyor gözleri büyüyor.
Yine pencereden dışarı bakıyoruz beraber. Bayraklı yolunda bir an, bir avuç deniz sürüyoruz yıkılmışlığımıza. Bulutlar dünya atlası gibi açılıyor önümüzde, bulutlarla sinema izlemeye başlıyoruz. Gökyüzü satın alınamaz bu bizi biraz rahatlatıyor. İkimiz de önce Ejderhaya benzeyen, dolmuş ve zaman ilerledikçe Aslana, sonra uçurtmaya dönüşen bulutları görüyoruz. Çocukluğum gömüldüğü yerden çıkıp yanına oturuyor. Unuttuğum şarkı çocukluğummuş meğer. Çocukluk da şarkılar gibi insanların karakutusuymuş, siz unutsanız da çocukluğunuz unutmazmış.

Babası ve sesini duymadığım çocuk - ki duymaya dayanamam gözlerindeki hüznün bir parçası da sinmiştir sesine-  müsait bir yerde inmeye hazırlanıyorlar. Çocuk ayağa kalkıyor bir kez daha ölüyor gözlerimin önünde kuşlar, öyle büyük ki ayakkabıları. Belki ağabeyinin, belki bir komşusunun ayakkabısı ama mezar kadar büyük, kayalar, dağlar, betonarme apartmanlar kadar büyük. Nasıl bir kıza aşık olacak bu ayakkabılarla? Nasıl top oynayacak?  İnsanların ayakkabılarını göremeyecek kadar dalgın olmalarını mı bekleyecek hep?

Yalınayak kırık camlar üzerinde yürüyor insanlığım. Keşke denize götürebilsem ayaklarını, keşke ayakkabılar ayağından çıkmasın diye sıkıştırdığın pamuklarla sarabilsem yaralarını. Boğazımda küflü bir ekmek düğümleniyor. Açken yemek zorunda olduğum ama boğazıma takılan küflü bir ekmeğin anıya dönüşmüş yansıması. Öksürsem geçmeyecek, ağlasam büyüyecek, bağırsam boğulacağım. Ah çocuk masal dinlemen gerekirken elmada muz tadı aramakla geçecek çocukluğun. Bir gün hesap sormaya geldiğinde "Orada, o dolmuşta unutulmuş bir çocukluğum vardı, gören var mı?" diye sorduğunda nasıl diyeceğiz "biz onu el birliğiyle öldürdük, o günlerden geriye de bir çift ayakkabı bıraktık ama hala içine sığacak bir ayak bulamadık" diye.

Belleğini mantığın hücrelerine hapsetmemiş gül bakışlı çocuk sağ yanım seninle birlikte indi dolmuştan, sol yanım benimle kaldı. Eğer sarabilirsek yaralarını o zaman kavuşabileceğim kendime çünkü  hayat seninle tamamlanacak bir şey artık.

Sırça Sarı
                                                                               Lal