12 Kasım 2011 Cumartesi

MELEĞİNİ ARAYAN FİLOZOF İLE FİLOZOFUNU ARAYAN MELEĞİN ŞAŞIRTICI TEĞET GEÇİŞLERİ



“ Dalgaları arıyorsun gövdemde

Ormana gömülmüş güneşini

Ben senin gövdende tekneyi arıyorum

Gece yarısı yiten tekneyi.”

Octavio Paz



Kerelercesinde olduğu gibi, bu kez de tanımamışlardı birbirlerini. Meleğini arayan filozofun meleğine dair önyargılarının; filozofunu arayan meleğin filozoflara ilişkin istikrarlı yanılgısının daimi oluşunun büyük etkisi vardı şüphesiz bu teğet geçişlerin tümünde.

Yorgundular. Melek olmak da kolay değil, filozof olmak da. Statüsel meşakkat, dikkatlerinin aradıkları varlığa değil, arayışın kendisine yoğunlaşmasını sağlamış da olabilirdi. Meselenin bu kısmı türlü tahminlere açık. Bir kısım yorumcunun durumu, bulmaktan ziyade aramayı sevmekle açıklamaya meyilli oldukları bilinen bir olgu. Sonsuza dek aranmaz ki, arada bir bulmak da lazım, itirazlarının kimseye sevimli görünmediğinden söz etmenin ise hiç gereği yok. Filozofun , “ yolda olma “ edebiyatını hoşnutlukla karşılamasının bir tür savunma mekanizması olabileceğinden şüphelenenler yok değilse de; genel kanı, yolda olmak denen eyleme biçiminin, düşünme sanatının doğasına uygun olduğu yönündeydi. Melek ise, bilindiği üzere, bir “ yol açıcı “. Henüz üzerinde ilerlemenin mümkün görünmediği alanları yollara dönüştürme meşguliyeti, onu işlek yollardan ve o yollar üzerindeki yolculardan uzak tutuyordu çoğunlukla. Hem, çoktan açılmış yollarla ne işi olabilir ki?

Yine de tahmin edilenden daha sık rast geldiler birbirlerine. Bihaberlikleri yüzündendir ki, başkalarını heyecana sürükleyen bu rastlaşmaların hemen hepsi düş kırıklığıydı, olayı başından beri takip edenler için. Sabırların taşmasının, “ yolda olmakla yol açmak arasındaki fark” konulu bir açık oturumda meleğin öfkelenerek filozofun kafasına Bertrand Russell’ın iki ciltlik Batı Felsefesi Tarihi’ni indirmeye çalıştığı güne denk geldiğini düşünenler epeyce yanılıyorlardı. Bardağı taşıran damla, filozofun kim bilir hangi zaafın etkisiyle, meleği muhtemel bir ölüme götürecek olan bir takım üniformalı adamlara teslim edişi de değildi aslında. Bu eylemin, sevi tarihine düşmüş pis bir leke oluşu ise tamamıyla konumuz dışı. Sonsuza dek sürecekmiş gibi görünen arayışlarının tahammül sınırlarını zorlayarak, yüksek makamdakileri çileden çıkarması, meleğin henüz açmış olduğu bir yol’un filozof tarafından tahrip edildiği duygusuna kapılıp, ontolojik bir yıkım geçirmek suretiyle işi melekliği bırakmaya vardırmasıyla gerçekleşti. İşte tam bu noktada devreye benim girmem kaçınılmazdı.müdahale etmeyi pek sevmezdim ve kendi kendine oldukça iyi işleyen bir sistem zaten vardı; ama görünen o ki, bu kez iş başa düşmüştü. Görev emrinden çok önce, duruma çözüm getirmek üzere kolları sıvamış olan zihnim çoktan hazırdı. Durumu yorumlamaya heves etmişliğimi, bu güne kadar yeterince yorumlama yapıldığını artık yapılması gerekenin olan biteni değiştirmek olduğu fikrimle yatıştırarak işe koyuldum.

Başarılarla dolu meslek hayatım, bu iki körün iş planıma girmesiyle yerle bir olurken, girişimlerimin sonuçsuz kalışının yarattığı hüsranı dindirecek bir devanın olmayışı bahtsızlığımdır. İkisini bir araya getirdiğim her yerde ya birbirlerinin varlığının farkına varmamakta ısrarcı oldular ya da birbirlerine diş bileyip, varlıklarına tahammül edemediler. Melek tüm bu süre boyunca filozofunu aranırken, filozof da sahici melek dışında her rastladığını meleği sanıp yanıldı. Birbirini kovalayan yüzyıllar boyunca başarının yanına bile yaklaşamayışımın nedenlerini sorgulamaktan hiç vazgeçmedim. Yanı başındaki meleği görmekten aciz filozofun filozofluğundan, filozofla her karşılaştığında onu tanımak bir yana, içindeki filozofa yönelmiş şiddeti bastıramayan meleğin melekliğinden şüphe ettim. En büyük kuşkum ise, gerçek aşkın varlığına ilişkindi aradan geçen zamanın sonunda. Varlığıma dair şüphe içinde kıvranarak bu güne gelişimin asıl sorumluları bu melekle, o filozoftur işte.

Bu teğet geçişlere kafa yormaktan hiç bıkmadım, işi bırakmadım ama hakkıyla da yapmadım. Kendi varlığından emin olamamanın acısını insan soyundan çıkardım. Melek’le filozof’a ne mi oldu? Melek şair sandığı birinin dizelerinde kayboldu, filozof kendisinin de anlayamadığı bir nedenle, Bertrand Russell’ın batı Felsefesi Tarihi adlı eserine tutkuyla bağlandı. İki cildine birden.

ÜçRenk Kırmızı

                                                                         Jim Dine