Ne oldu? Hayırdır neden geldiniz?
Haa, anladım bizi kutlamaya geldiniz.
Yok, inanın biz bir şey yapmadık
Kafelerde oturduk,çaylar içtik.
Oturduk biralar içtik. Birbirimize aynalar tuttuk görünelim diye uzayda.
Sesimizi seslere benzetip birbirimize anlamlar, yeni anlayışlar sunduk
Ama biz yapmadık.
İnanın biz yapmadık.
Yaptığımız ne varsa içimizden bir kopuş tu.
Ölçüsüzlüğün ve zamnasızlığın derinliğinden bir kopuş
Parça
Parça,
Bira bardağına doldurduğumuz bakışlarımız dı.
Yok hayır
Bunları da biz yapmadık. Hem yaptık diyelim
Ne çıkar. Kutlanacak ne var. Biraz aykırıyı, biraz
Yalnızlığı sevdik.
Yalnızlık ise bir yolun en ucunda bizi bekleyen vefalı bir dostumuz du hep
O bizi bekledi. İnanın biz bir şey yapmadık.
Bazen oldu tanrıya biraz yaklaştık. Yaklaşmanın en uzak biçiminde.
Bazen oldu seviştik. Sevişmenin en düşmanca halinde.
Ama derseniz ki biz yaptık hayır. Tüm yaptığımız.
Biraz olsun kendi adımıza yaşamak tı. Yaşamaları birleştirip
Cümleleri biraz inceltmekti.
Biz inceldik..
Bazen de koptuk..ama biz yapmadık. Biraz daha yaklaştık.yaklaştık.
Sonra adlarımızı değiştirdik başka adlar altında başkalarına yaşadık.
Onlar da başkları adına yaşadı.
Ama affedin ne olur biz yapmadık.
Korktuk. Evet, çok korktuk.
Yüksek binalardan, haber bültenlerinden, gazete manşetlerinden.
Belli etmedik. İçimizden korktuk.
Bazen oldu, saklamayalım sizden oldu işte.
Yüzler yüzleri bakışlar bakışları itti karanlığa.
Sözler sözleri itti.
Olanlar olanları itti.
İşte biz hiçliğe karıştık, yeni bir varlık deryasında
Uyanmak için. Fakat zaman bizi itti.
Her şey bir uzun rüyaydı bitti.
Haa, anladım bizi kutlamaya geldiniz.
Yok, inanın biz bir şey yapmadık
Kafelerde oturduk,çaylar içtik.
Oturduk biralar içtik. Birbirimize aynalar tuttuk görünelim diye uzayda.
Sesimizi seslere benzetip birbirimize anlamlar, yeni anlayışlar sunduk
Ama biz yapmadık.
İnanın biz yapmadık.
Yaptığımız ne varsa içimizden bir kopuş tu.
Ölçüsüzlüğün ve zamnasızlığın derinliğinden bir kopuş
Parça
Parça,
Bira bardağına doldurduğumuz bakışlarımız dı.
Yok hayır
Bunları da biz yapmadık. Hem yaptık diyelim
Ne çıkar. Kutlanacak ne var. Biraz aykırıyı, biraz
Yalnızlığı sevdik.
Yalnızlık ise bir yolun en ucunda bizi bekleyen vefalı bir dostumuz du hep
O bizi bekledi. İnanın biz bir şey yapmadık.
Bazen oldu tanrıya biraz yaklaştık. Yaklaşmanın en uzak biçiminde.
Bazen oldu seviştik. Sevişmenin en düşmanca halinde.
Ama derseniz ki biz yaptık hayır. Tüm yaptığımız.
Biraz olsun kendi adımıza yaşamak tı. Yaşamaları birleştirip
Cümleleri biraz inceltmekti.
Biz inceldik..
Bazen de koptuk..ama biz yapmadık. Biraz daha yaklaştık.yaklaştık.
Sonra adlarımızı değiştirdik başka adlar altında başkalarına yaşadık.
Onlar da başkları adına yaşadı.
Ama affedin ne olur biz yapmadık.
Korktuk. Evet, çok korktuk.
Yüksek binalardan, haber bültenlerinden, gazete manşetlerinden.
Belli etmedik. İçimizden korktuk.
Bazen oldu, saklamayalım sizden oldu işte.
Yüzler yüzleri bakışlar bakışları itti karanlığa.
Sözler sözleri itti.
Olanlar olanları itti.
İşte biz hiçliğe karıştık, yeni bir varlık deryasında
Uyanmak için. Fakat zaman bizi itti.
Her şey bir uzun rüyaydı bitti.
düşleri düş gibi bulanık-beyaz-
ruhu bir yangın yeri
şüpheli sözcüklerden sarmaşıklar sarmış tüm bedenini
halbuki bir sözcük sözcük olmadan önce
kaç yıl kaç güz kaç acı yaşamıştır.
bir duruş ki yüreğindeki -tam ordaki-
uçmaya hazırlalanan bir kuş gibi
yaşanmış hayat parçaları bir bütünlük
oluşturmuyorsa
ve daha sessiz günler geçtikçe daha solgun bakıyorsa
nedendir? nedendir? soruları arşa kadar yükselip
geri dönüyorsa
bırak girdabına -o yeninden yeniden doğan anka kuşuna-
sorma daha fazla
üzülme üzülme
ölmek yok bize -ölmek hiç olmadı-
ruhu bir yangın yeri
şüpheli sözcüklerden sarmaşıklar sarmış tüm bedenini
halbuki bir sözcük sözcük olmadan önce
kaç yıl kaç güz kaç acı yaşamıştır.
bir duruş ki yüreğindeki -tam ordaki-
uçmaya hazırlalanan bir kuş gibi
yaşanmış hayat parçaları bir bütünlük
oluşturmuyorsa
ve daha sessiz günler geçtikçe daha solgun bakıyorsa
nedendir? nedendir? soruları arşa kadar yükselip
geri dönüyorsa
bırak girdabına -o yeninden yeniden doğan anka kuşuna-
sorma daha fazla
üzülme üzülme
ölmek yok bize -ölmek hiç olmadı-
'Siyahlı kadın, yanan mumların üzerine uzattı ellerini: (1) ”
Yeryüzündeki bütün kedilerin,
aynı anda ağladığı bir gündü
Ben,
durmus saatime vurdum –kolumdaki-
bir daha vurdum, vurdum –ruhumdaki-
çalışmadı.
Sen
Dönen bir dünyada durdun –şimdideki-
Bir daha durdun durdun –geçmişteki-
Geçmemişteki bir anda
Her şey durdu.
Biz
Kendisiyle yarışmaktan yorulmuş
Ve,
Ölmüş bir kaplumbağanın
Ruhunu kaldırdık işte o zaman
Son
Su
za..
sen ve ben.. bir cenazeyi kaldırdık. “Cenaze Kaldırıcısı Adem (2) ” de
bizimleydi.
(Ben: tam bir ego-ist.
Sen: siyah deri montlu bir yalnız.)
(1:Tehlikeli oyunlar, Oğuz Atay)
(2:Cenaze kaldırıcısı Adem, Edip cansever)
Yeryüzündeki bütün kedilerin,
aynı anda ağladığı bir gündü
Ben,
durmus saatime vurdum –kolumdaki-
bir daha vurdum, vurdum –ruhumdaki-
çalışmadı.
Sen
Dönen bir dünyada durdun –şimdideki-
Bir daha durdun durdun –geçmişteki-
Geçmemişteki bir anda
Her şey durdu.
Biz
Kendisiyle yarışmaktan yorulmuş
Ve,
Ölmüş bir kaplumbağanın
Ruhunu kaldırdık işte o zaman
Son
Su
za..
sen ve ben.. bir cenazeyi kaldırdık. “Cenaze Kaldırıcısı Adem (2) ” de
bizimleydi.
(Ben: tam bir ego-ist.
Sen: siyah deri montlu bir yalnız.)
(1:Tehlikeli oyunlar, Oğuz Atay)
(2:Cenaze kaldırıcısı Adem, Edip cansever)
Dünyanın içindeyim.
Ne kadar da uzağım halbuki dünyaya
Bana bir şiir yaz. Gökyüzünün hüznünü anlatsın.
Bir şeyler yaz sıcaklığı kutupları eritsin..
Odamın içindeyim.
Ne kadar da uzağım aslında buraya
Bana bir şiir yaz, masayı, yatağı, eşyaların sessizliğini anlatsın
Bir şeyler yaz bütün odaları ve koridorları bir yere bağlasın.
Kendimin içindeyim.
Ne kadar da uzağım halbuki kendime
Bana bir şiir yaz. Ruhun ölümsüzlüğü anlatsın
Bir şeyler yaz okuyanlar ağlasın.
Kelimelerin içindeyim.
Halbuki ne kadar da uzağım onlara.
Bana bir şiir yaz. Kelimelerin soluk alıp verişini anlatsın
Bir şeyler yaz, okundukça yen yeni anlamlar kazansın...
(İşte tam o zamanın sonsuzluğa yansıdığı bir anda suların, çağlayanların sesi birleşip birden kayıp düşler ezgisini çalmaya başladılar, bir de belli belirsizi bir keman sesi geliyordu. -Kimin çaldığını asla öğrenemeyeceğimiz, havayı titreştirip ruhu okşayan bir yalnızlık melodisi dedi yanımdaki ağaçlardan biri. Ona inanamadım. Artık nedense kimseye kolay kolay inanamıyordum. Bir şüphe yumağı içindeydim. Tanrım kim doğruyu söylüyor. Kim? Ama artık bunun ne önemi vardı. Kesildi ezgi, çizildi keman. Bitti birden yerden göğe yükselen duman.ve işte yine yalnızım. Yalnızlığın toprak kokusu var her yerde.bu satırları okuyorsunuz ya. İşte orada da var. Ama bir beraberlik de var. Yoksa yalnızlık olmazdı.)
bir şiir böyle mi biter?
hayır şiir olsa öyle bitmez.
olsa olsa bir yalnızlık melodisi
Ne kadar da uzağım halbuki dünyaya
Bana bir şiir yaz. Gökyüzünün hüznünü anlatsın.
Bir şeyler yaz sıcaklığı kutupları eritsin..
Odamın içindeyim.
Ne kadar da uzağım aslında buraya
Bana bir şiir yaz, masayı, yatağı, eşyaların sessizliğini anlatsın
Bir şeyler yaz bütün odaları ve koridorları bir yere bağlasın.
Kendimin içindeyim.
Ne kadar da uzağım halbuki kendime
Bana bir şiir yaz. Ruhun ölümsüzlüğü anlatsın
Bir şeyler yaz okuyanlar ağlasın.
Kelimelerin içindeyim.
Halbuki ne kadar da uzağım onlara.
Bana bir şiir yaz. Kelimelerin soluk alıp verişini anlatsın
Bir şeyler yaz, okundukça yen yeni anlamlar kazansın...
(İşte tam o zamanın sonsuzluğa yansıdığı bir anda suların, çağlayanların sesi birleşip birden kayıp düşler ezgisini çalmaya başladılar, bir de belli belirsizi bir keman sesi geliyordu. -Kimin çaldığını asla öğrenemeyeceğimiz, havayı titreştirip ruhu okşayan bir yalnızlık melodisi dedi yanımdaki ağaçlardan biri. Ona inanamadım. Artık nedense kimseye kolay kolay inanamıyordum. Bir şüphe yumağı içindeydim. Tanrım kim doğruyu söylüyor. Kim? Ama artık bunun ne önemi vardı. Kesildi ezgi, çizildi keman. Bitti birden yerden göğe yükselen duman.ve işte yine yalnızım. Yalnızlığın toprak kokusu var her yerde.bu satırları okuyorsunuz ya. İşte orada da var. Ama bir beraberlik de var. Yoksa yalnızlık olmazdı.)
bir şiir böyle mi biter?
hayır şiir olsa öyle bitmez.
olsa olsa bir yalnızlık melodisi
(Bir yerlerden kopup gelen cümleler) - O kadar umutsuzdu ki konuşmuyor, sanki uçurtmasının ipi elinden kaçan bir çocuk gibi duruyordu, şaşkın ve üzgün. -Yoğunluğu artırılmış kelimeler kullanıyorum artık, yüzlerce sayfalık bir romanı bir iki cümleye sığdırmaya çalışıyorum. Onlarca yıl yaşamamışlığımı birkaç dakika içinde yaşamaya çabalıyorum. İşte orada , ah işte orada –Ölüm neden- Neden saplanmışım böyle sanki Neden? Hayatım doğrulanmak için ölüm istiyor.. Ölümüm doğrulanmak için mutluluk mutluluk, doğrulanmak için acı istiyor, acı doğrulanmak için ne istiyor? Beni mi istiyor benden? -Hangi cümlemi kapatmaya çalıştıysam hep ucu açık kaldı. -Beni bırak, Allah aşkına. Hayatım bir melodram. Kimseye yarananam. Kendime bile.. -korkunç bir çelişkinin çocuğu muyuz biz? ,biraz da erken doğmuş.. -Yüksek! Yüksek! Yüksek! ! binaların üzerinden yere düşen papatyanın havada dönüşü müyüz? Neyiz? -konuşmayı unutmuş yaşlı bir insanın uzaklardan bakıp, bakıp dalıp gittiği şehrin ışıltısı mıyız? –bir anlamamız olmalıydı- -olmamalı mıydı- sorular sordukça hayata ve kendimize üşüyen bir çocuğa mı dönüşüyorduk. Ya da bütün hesapları karışmış, küçük bir ilçedeki bakkal defterinin son sayfasında mı yazılıydı kaderimiz.? –neyimiz? - mutsuzluğa kader ismini mi vermişler? [burası, kopup gelen cümleler bir bütünü oluşturamadıkları için boş bırakıldı.] Hani hep anlatırdın o duvarların arkasında yaşayan bir melek var derdin, bütün gün şarkı söyler, elinde bir tebeşirle halkalar çizip onların içine girer, derdin. Çok defa bir halkadan diğerine geçemediğinde ağladığını da gördüğünü söylerdin. Ben de inanırdım. İnanmak istedim daha doğrusu. Fakat boyum o duvarların arkasını görecek kadar uzun değildi. Ve bize yasak yasaktı orada olmak. Günler geçti. Ben büyüdükçe duvarlar alçaldı. Görmek için gittim. Ölesiye heyecanlıydım. Duvarın önüne gelip aşağıya baktım. -savaşlar vardı, top sesleri.. -Ağlayan anneler vardı.. -İleri geri yürüyüp duran çirkin suratlı, sakallı insanlar vardı.. -Gözlerde, kedilerin, köpeklerin..bütün hayvanların, şekilsiz bir görüntü vardı. - Ama sen yoktun. Melek de yoktu. Halkalar da. - Artık ben de yokum. |
|
Eski bir fotoğraftı. Baktım, baktım
Arkasında bir azı:”kargaların düellosu”
Yazmasam da yazıyordum işte.
Konuşmasam da konuşuyordum,diyordum
silahlar patladı patlayacak.
Ağaçlarından altından, yaprakların ütünden,
Gökyüzünün dokuzuncu köşesinden
Herkes toplanmış fotoğrafı izliyor –hayatın dondurulmuş halini yani-
“Bu bir western filmi değil.” Diye sayıkladım.
Hiçbir şey olamdı
Hiçbir şey olmadı
Bir şey vardı ki hiç olmadı.
Yani aşk diyorlar adına. Olmadı.
silahlar patlamadı.
Arkasında bir azı:”kargaların düellosu”
Yazmasam da yazıyordum işte.
Konuşmasam da konuşuyordum,diyordum
silahlar patladı patlayacak.
Ağaçlarından altından, yaprakların ütünden,
Gökyüzünün dokuzuncu köşesinden
Herkes toplanmış fotoğrafı izliyor –hayatın dondurulmuş halini yani-
“Bu bir western filmi değil.” Diye sayıkladım.
Hiçbir şey olamdı
Hiçbir şey olmadı
Bir şey vardı ki hiç olmadı.
Yani aşk diyorlar adına. Olmadı.
silahlar patlamadı.
“O kadar varım, o kadar da yoğum ki işte
Bir aslanım ya da bir aslan parçalamış beni
Ama istemem bu ölü dalga dokunmasın sana
vurdukça gövdeme gerisingeriye dönen
çünkü ne yaşadın ne de dünyayı tanıdın daha sen
öyle bir başına umursamadan kimseyi
istemem bu ölü dalga dokunmasın sana
vurdukça gövdeme gerisingeriye dönen”
“biz burada iyiyiz, biz burada çok iyiyiz
biz burada kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet yanılmıyorum ben
bir kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor” (Edip USTA)
Orada biz de iyiyiz.
Kız papaz vale,
Kahretsin sinek üçlü mü gene.
Bunun bir açıklaması varsa “kant” bilir.
Biz nerede iyiysek orada iyiyiz.
Her yer bizim evimiz
Mezarlıklar da arka bahçedeki ağaçların altı da
Kimimiz saçma sapan konuşup duruyor –yani ben-
Karşımdaki gölgeme de şiir yazıyor sanki!
Sonra birimiz kabus görüyor.
Yetmezmiş gibi bizi de içine alıyor.
Görünmez oluyoruz –görseler ne olur ki sanki-
Kurtlarla aslanlarla ejderhalarla savaşıyoruz.
Bitkin düşüp “Aristo”ya danışıyoruz.
-bir kestirme yol göster de çekip gidelim şuradan-
cevap vermiyor.
Hiç kimse
Sanki bütün tabiat ve mahlukat susuyor.
Bir yerden “9.senfoni” gelmeye başlıyor. – bir yerden soğuk gelir gibi-
Derin bir uyku.
Ashabı kehf gibi dalıyoruz.
Ama uyanmıyoruz.
Yooo uyanıyoruz.
Uyanık mıyız uyuyor muyuz anlamıyoruz.
Bitti.
Bir aslanım ya da bir aslan parçalamış beni
Ama istemem bu ölü dalga dokunmasın sana
vurdukça gövdeme gerisingeriye dönen
çünkü ne yaşadın ne de dünyayı tanıdın daha sen
öyle bir başına umursamadan kimseyi
istemem bu ölü dalga dokunmasın sana
vurdukça gövdeme gerisingeriye dönen”
“biz burada iyiyiz, biz burada çok iyiyiz
biz burada kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet yanılmıyorum ben
bir kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor” (Edip USTA)
Orada biz de iyiyiz.
Kız papaz vale,
Kahretsin sinek üçlü mü gene.
Bunun bir açıklaması varsa “kant” bilir.
Biz nerede iyiysek orada iyiyiz.
Her yer bizim evimiz
Mezarlıklar da arka bahçedeki ağaçların altı da
Kimimiz saçma sapan konuşup duruyor –yani ben-
Karşımdaki gölgeme de şiir yazıyor sanki!
Sonra birimiz kabus görüyor.
Yetmezmiş gibi bizi de içine alıyor.
Görünmez oluyoruz –görseler ne olur ki sanki-
Kurtlarla aslanlarla ejderhalarla savaşıyoruz.
Bitkin düşüp “Aristo”ya danışıyoruz.
-bir kestirme yol göster de çekip gidelim şuradan-
cevap vermiyor.
Hiç kimse
Sanki bütün tabiat ve mahlukat susuyor.
Bir yerden “9.senfoni” gelmeye başlıyor. – bir yerden soğuk gelir gibi-
Derin bir uyku.
Ashabı kehf gibi dalıyoruz.
Ama uyanmıyoruz.
Yooo uyanıyoruz.
Uyanık mıyız uyuyor muyuz anlamıyoruz.
Bitti.
İyiden iyiye hissediyorum. Bir çay kaşığının
cam bardağa çarpması gibi bir şey bu.
Ya da çok uzun ve güzel bir öykünün son kelimesinde
birikmiş anlamlar ve imgeler denizi.
peki açıklama ya da sonuç?
bir şeyler bekliyorlar -onlar mı? evet işte onlar-
bir şeyler istiyorlar -hep istiyorlar,gene istediler-
bana kalırsa herkes kapatsın gözlerini.
Bugünü yok saysın. Dünü de.
Şu anda bilinmeyen bir gezegenden
ışınlanmış hayaletler ordusuyuz.
-silahlarımız bir demet güldür, silahlarımız bir demet yasemendir-
ve oturup ' dünya tarihi' adlı
bir belgeseli.
sonundan başına doğru seyrediyoruz.
-devreler ve hücreler-
-depremler ve yangınlar-
-buluşlar ve kaybedişler
-ölümler ve doğumlar-
'piyano sesleri- Tank sesleri'
böyle işte, böyle...
cam bardağa çarpması gibi bir şey bu.
Ya da çok uzun ve güzel bir öykünün son kelimesinde
birikmiş anlamlar ve imgeler denizi.
peki açıklama ya da sonuç?
bir şeyler bekliyorlar -onlar mı? evet işte onlar-
bir şeyler istiyorlar -hep istiyorlar,gene istediler-
bana kalırsa herkes kapatsın gözlerini.
Bugünü yok saysın. Dünü de.
Şu anda bilinmeyen bir gezegenden
ışınlanmış hayaletler ordusuyuz.
-silahlarımız bir demet güldür, silahlarımız bir demet yasemendir-
ve oturup ' dünya tarihi' adlı
bir belgeseli.
sonundan başına doğru seyrediyoruz.
-devreler ve hücreler-
-depremler ve yangınlar-
-buluşlar ve kaybedişler
-ölümler ve doğumlar-
'piyano sesleri- Tank sesleri'
böyle işte, böyle...
(Tabutta röveşata filminden bir kare betimlemesi)
Yağmur mu yağıyor –hem evet-hem hayır-
Kara mı döndü yoksa –belki de-
dört kişi yürüyor. Görebiliyorum
çok sisli gibi. Bir kimsesiz
kimsesizler kabristanına götürülüyor.
(bunu seziyorum, çok boyutlu bir sessizlik var çünkü havada)
yeniden gelecekler yeniden gelecekler
herkes farkında,
saçlarını siyaha boyamış bir sarışın gibi güneş.
Bunun da farkında.
Uzaklardan gelen bir piyano sesi. Do Do Re.
Re mi (“mi”ye takıldı kaldı sanki)
Kuşkusuz klarnetler viyolensler de çalıyor
Biri ceviz ağacının altından biri bulutların
Beyazlığından.
Biraz da bağlama sesi.
Bir anda çalıp bir anda susuyorlar.
Herkesin içindeki büyük yenilgiden
Bahsediyor gibiler.
Birazda mezarcılara acele edin, acele edin
Der gibiler…
Yağmur mu yağıyor –hem evet-hem hayır-
Kara mı döndü yoksa –belki de-
dört kişi yürüyor. Görebiliyorum
çok sisli gibi. Bir kimsesiz
kimsesizler kabristanına götürülüyor.
(bunu seziyorum, çok boyutlu bir sessizlik var çünkü havada)
yeniden gelecekler yeniden gelecekler
herkes farkında,
saçlarını siyaha boyamış bir sarışın gibi güneş.
Bunun da farkında.
Uzaklardan gelen bir piyano sesi. Do Do Re.
Re mi (“mi”ye takıldı kaldı sanki)
Kuşkusuz klarnetler viyolensler de çalıyor
Biri ceviz ağacının altından biri bulutların
Beyazlığından.
Biraz da bağlama sesi.
Bir anda çalıp bir anda susuyorlar.
Herkesin içindeki büyük yenilgiden
Bahsediyor gibiler.
Birazda mezarcılara acele edin, acele edin
Der gibiler…
Hayat kılığında ölüm mü? Gerçek kılığında düş mü? Cennet kılığında cehennem mi? Kadın kılığında erkek mi? Sevgi kılığında nefret mi? Düzlük kılığında uçurum mu Kader kılığında kaos mu? Özgürlük kılığında kölelik mi? Bugün kılığında dün mü? [Yaşadığımız..] Meltem kılığında kasırga mı? Şehir kılığında çöl mü? Su kılığında ateş mi? Kimse kılığında kimsesizlik mi? Şefkat kılığında intikam mı? Kahkaha kılığında ağlama mı? Saray kılığında mezar mı? Güvercin kılığında yılan mı? Hedef kılığında başlangıç mı? Bulma kılığında kaybediş mi? Cevap kılığında soru mu? [Karşılıklarımız..] Şeker kılığında tuz mu? Müzik kılığında gürültü mü Şerbet kılığında zehir mi? Lider kılığında kasap mı? Derviş kılığında cellat mı? Yağmur kılında asit mi? Kalp kılığında apandisit mi? Otobüs kılığında cenaze arabası mı? Ayna kılığında ayna mı? [Sabahları banyoda baktığımız..] Şiir kılığında intihar mı? İntihar kılığında şiir mi? Yazdıklarımız.. “Sanki böyle kalmışsak ne çıkar karanlıkta Yaşarız yaşanırsa azıcık ayrıntılarda” (E.C) Bir inşaat işçisinin –pantolonu-gömleği kum,boya, kireç içinde- Bakkal tezgahı önünde cebinden parasını çıkarttığı Sahne: elini cebine götürdü -kurumuş, çatlamış, güneşten yanmış elini- Parmakları hızla cebe Gömüldü. Birkaç beşlik ve birer milyonluk banknotları çıkarttı. [sanki elinde sevgilisine vereceği çiçekleri tutuyordu] biraz düşündü –hepsi hepsi birkaç saniye- uzattı parayı. Bakkal istediklerini verdi. Paranın üzerini de aynı şekilde koydu cebine. Sonra, bir otobüste: Liseli bir genç kız –mavi gözlü,buğday tenli, kumral saçlı- Dönerken evine Birden, can alıcı bir ayrıntı: Saçlarında [küçücük mavi bir toka.] Belki de bu kadarı yeterliydi Her şeyi anlatmaya. |
|
Ne diyordum? Yağmurlar evet Üşümüyorum ürperiyorum sadece Biçimini zorlayan bir kedi gibi Dur biraz Kapı çalındı, hayır telefon Telefon kapı telefon İkisi birden mi yoksa Yoksa ne telefon ne kapı Bir şimşek sesi hiç olmazsa O da değil Ses filan duymadım ki ben Yuvarlandıkça büyüyen Bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki İki sesi taşıyan bir ses Neden olmasın Biraz önceki gibi Üstümden biri kalkmıştı –yok canım- Öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi Yer değiştiren gezgin bir gölge Bahçedeki ceviz ağacından İçeri sürüklenen. (E.C) [45.Sokak karanlık içinde. Kısmi bir elektrik kesintisi. Telefon çalıyor.] -Efendim. (Boğuk, cızırtılı ve cinsiyeti belirsiz bir ses) -Bardayım.-dışarıda yağmur var- İkinci biramı yudumluyordum ve şimdi bir yokluğun sonsuza doğru açılımıydı dünya. (Birkaç saniye süren bir sessizlik.) -İnsanların vücutları arasından –başlar, yüzler, kollar, bacaklar- sigara dumanlarının, bir yükselip bir düşen bira bardaklarının, havada donup kalmış binlerce kedi gibi sözcüklerin, Gitar ve keman sesleri arasından bakıyorum: birisi tek başına oturmuş, hatıralar denizinde yüzüyor. –bıraksan dışarıya, düşen yağmur damlalarını saymaya kalkardı- birileri sol köşede satranç oynuyor – ne garip- (Sessizlik kadar süren birkaç saniye.) - Birkaç masa ötede oturan, genç, bakımlı ve güzel kızın açıkta kalmış yumuşak ve yuvarlak ipeksi ve narin beyaz ve kaygan sessiz ve içten masum ve arzulu omzuydu dünya. (Bir kol saatinin saniyelerinden gelen cılız tiktak sesleri) - Ne varsa işte adlandırılmış- adlandırılamamış yaşanmış-yaşanamamış anlaşılmış-anlaşılamamış Hepsi, Ansızın, Bir zaman kırılması, Konuşulacakların bitmesi. Şekerin çayda eriyip gitmesi Kendi kendine oynayan bir çocuğun uykuya dalıvermesi gibi Anlam ve eşya –yani bir simgeler bütünü- İçinden değişerek bir omuza dönüştü – ben baktıkça beyazlaşan o omuza- (Birden konuşmaya başladım. İstemsizce sözcükler çıktı dudaklarımdan. Sanki başka biri benim içimden konuşuyordu.) - Alo, ne diyorsun? Burada elektrikler kesik.. - Haklısın, 18. yüzyılda Aşk’ı eritip işlettiler... Sonra göklere yükselen işletmeler. - Yalnızım. Evin içinde bir köstebek gibi dolaşıyorum. Karanlığı deştikçe ben... (Evin içinden gelen, nereden kaynaklandığını hiç bilemediğim bir ses: tınnn) - Sorun da burada ya. Karanlıktan söktüğüm karanlık yığınlarını atacak bir yer bulamıyorum. Nereye bıraksam acaba? Balkona mı? -Pencerenin önüne bırak. Gece kuşları gelip konarlar görünce. Ve hep aynı garip şarkıyı söylerler: “ Siz bilmezsiniz Çok iyi bilirsiniz de bilmezlikten gelirsiniz. Biz her gece, ama her gece Kendimizle –gece- Ve kendimizle –gece gece- Ve de kendimizle Sevişiriz. Çünkü Her yerde köstebekler var. Her yerde.” (Tıkla pat arasında bir sesle telefon kapandı yüzüme.) Düşündüm düşündüm: olsa olsa bir yanılsama, dedim. Ya da bir sanrı. Telefon sesi. Telefondaki ses. Genç kızın beyaz ve güzel omuzu. Elektrikler kesik. -Bu doğru- Dışarıya baktım. Her yerin ışığı var. Sigortaya baktım. –atmış- (Öyle ya 18. yüzyılda elektrik mi varmış?) 21.05.1777 Bir Edip Cansever tutkunundan dizeler |
|
Duvarlar sessiz.
O kadar sessiz ki
-Ben de öyleyim-
Hadi söyle.. hadi söyle
kırkıncı ayağı topal kırkayak..
Bu kadar mı zor?
Mum alevinden sigarımı yaktım.
Nigtwish konser veriyor.
Hey duyan yok mu beni?
Orası dünyanın sonu mu?
Sonun, en sondan bir öncekinin yansıması olduğu
Bir dünyadan sesleniyorum.
-bütün kedileri, bütün kedileri...
ne olur bırakın o kedileri
-yürüsünler diye duvarların üzerinde-
Ah işte ben – karanlığın üvey çocuğu- yokluğu böyle yenerim sandım.
Ah Tanrım- ölümü de böyle yenecektim,
Neye yenildim? Kime yenildim.
Hepsi, hepsi bir..
Ve de itiraf ediyorum, bir sevgilim var.
O yalnızca ve yalnızca merdivenleri sakin ve telaşsız çıkarken
O yalnızca iki bina arasında, elinde bir takım kitaplarla yürürken -
dalgın ve gözleri ileride sabit bir noktaya bakarken
O yalnızca simsiyah elbiseleri ile cenazeye giderken
–her gün bir cenazeye gidiyor, ya da bir cenazeden geliyordur-
Görülmüştür.
Nüfusta kaydı yoktur.
Hiçbir yerde ona numara verilmemiştir.
Mahalle Muhtarları da adresini bilmezler.
Ben de bilmem. İşin aslı hiç kimse bilmez.
Anlıyorsunuz ya 'O' yüzden bu haldeyim.
O kadar sessiz ki
-Ben de öyleyim-
Hadi söyle.. hadi söyle
kırkıncı ayağı topal kırkayak..
Bu kadar mı zor?
Mum alevinden sigarımı yaktım.
Nigtwish konser veriyor.
Hey duyan yok mu beni?
Orası dünyanın sonu mu?
Sonun, en sondan bir öncekinin yansıması olduğu
Bir dünyadan sesleniyorum.
-bütün kedileri, bütün kedileri...
ne olur bırakın o kedileri
-yürüsünler diye duvarların üzerinde-
Ah işte ben – karanlığın üvey çocuğu- yokluğu böyle yenerim sandım.
Ah Tanrım- ölümü de böyle yenecektim,
Neye yenildim? Kime yenildim.
Hepsi, hepsi bir..
Ve de itiraf ediyorum, bir sevgilim var.
O yalnızca ve yalnızca merdivenleri sakin ve telaşsız çıkarken
O yalnızca iki bina arasında, elinde bir takım kitaplarla yürürken -
dalgın ve gözleri ileride sabit bir noktaya bakarken
O yalnızca simsiyah elbiseleri ile cenazeye giderken
–her gün bir cenazeye gidiyor, ya da bir cenazeden geliyordur-
Görülmüştür.
Nüfusta kaydı yoktur.
Hiçbir yerde ona numara verilmemiştir.
Mahalle Muhtarları da adresini bilmezler.
Ben de bilmem. İşin aslı hiç kimse bilmez.
Anlıyorsunuz ya 'O' yüzden bu haldeyim.
Başım ağrıyor, başım ağrıyor..Uyku tutmuyor -gece beni istemiyor mu ne? - içimde o kadar çok hayat var ki yaşanmamış, ah içimde o kadar çok ölüm var ki ölünmemiş, hep istenmiş, istenmiş, istendikçe de gecikmiş bekliyorlar beni, hissediyorum –korkmak mı, korku olmasın artık nolur- Dışarıda o kadar çok hayat var ki –biliyorum çoğu için anlamsızım- Günler aynı günlerde- pazartesi, Salı, Çarşamba. Aylardan aynı aylarda –Eylül, Ekim Kasım-Yağmurlar ve şemsiyeler, onlar da aynılar. Sabahlar ve günbatımları- aradaki fark nedir? Şudur işte: anlatıldıkça anlaşılmayan, gösterildikçe görünmeyen,bilindikçe bilinmeyen, söylendikçe söylenemeyecek olan, baktıkça kaybolan, artırdıkça eksilen, korudukça yara alan, sakındıkça incinen bir şey. Öyle küçük bir şey ki bu, küçüldükçe büyüyen... Anlatamıyorum, vazgeçtim. Ben aynı ben de – sebebini söyle- hayır sebepsizim, kendi kendine konuşan, bakmayın siz, işime geldiğinde deliyim, işime gelmezse... Bilmiyorum o kadarını seçemiyorum işte. Neden? –sözcüklerin gizemli labirentlerinde kayboldum.- kendime ne kadar çok kızdım, masaları yumrukladım. –hepsini, hepsini...Yemek masasını, bilgisayar masasını, içki masasını, fakir masasını, öğretmen masasını, komutan masasını, cinayet masasını... Hatta bir ara öyle ileri gittim ki Edip Ustamın masasının önünde buldum kendimi. İşte ancak o zaman sıktığım yumruklarımı gevşettim, koynumda yıllardır sakladığım Menekşeyi bırakıverdim usulca önüne. Ve dedim:Edip ustam bak işte. Acılar büyüyor acıların içinde.Bense yürüdüm hep yürüdüm, yollar yollar yollar... Labirentin yollarıydı bunlar, her an içimde bir çıkışı buldum-bulacağım hissi ile yürüyordum. O yollarda garip şeyler görüyordum, örneğin gövdesi olmadığı halde yürüyen kadın bacakları, üst üste konulmuş bilyeler, bacakları olmayan masaların üzerinde bacakları olmayan sandalyeler, uçan halıların üzerinde pembe renkli el gırgırları, havada asılı duran karpuz kabukları, her yeri kaplayan ters bırakılmış şemsiyeler, hiçbir yere bakmayan göz bebekleri, kuyruksuz uçurtmalar, boş salıncaklar. Karanlığa çakılmış küçücük ayakkabı çivileri, kendi kendine dönüp duran saat çarkları. -hemen ardından bir çığlık duyuyordum- sonra bir yol. Fakat öyle bir yol ki yapayalnız bir yol, küskün bir yol, bir yere götürmeyen, yoldan başka hiçbir şey olmayan bir yol. Bir de bakıyorum ki gökyüzüne doğru yükseliyor. Sanki bütün dünya yok olmuş da sadece bu yol kalmış geride. Karşıdan da atlılar geliyor. Tam yedi atlı. Gökkuşağının renklerinde dolu dizgin bana doğru koşuyorlar. İşte o zaman korkmaya başlıyorum Edip usta. Çılgın bir ressamın tablosu içinde hissediyorum kendimi.
Edip ustam dalgın dalgın bir yerlere bakıyordu. Düşerken sözcükler dudaklarından sanki yüzlerce boyut iç içe giriyordu:
-Ressam da sensin resim de.. Her şeyin içimizdeki resmini türlü renklere boyarız hep. Gördüklerin bundan ibaret. Ve Tragedya ise kaçınılmazdır. Üzülme bu hepimizin trajedisi. (Masanın üzerindeki menekşe sürekli renk değiştiriyordu. bir mor oluyordu, bir kırmızı.)
Siz görmediniz, doğrusu bende pek gördüğümü söyleyemem. Bu satırları yazarken başımı sola çevirdim, -isteyerek değil- Bir şey geçip gitti sanki kapının dikdörtgen buzlu cam bölmesinden belli belirsiz gördüğüm koridordan. Vartuhi olabilir mi acaba? Olabilir belki. Kaç gündür söyleyip duruyorum:
“Bir karanlık gibi geçen Vartuhi
. Ölüme
saplı bir bıçak gibi Armenak.”
Edip ustam dalgın dalgın bir yerlere bakıyordu. Düşerken sözcükler dudaklarından sanki yüzlerce boyut iç içe giriyordu:
-Ressam da sensin resim de.. Her şeyin içimizdeki resmini türlü renklere boyarız hep. Gördüklerin bundan ibaret. Ve Tragedya ise kaçınılmazdır. Üzülme bu hepimizin trajedisi. (Masanın üzerindeki menekşe sürekli renk değiştiriyordu. bir mor oluyordu, bir kırmızı.)
Siz görmediniz, doğrusu bende pek gördüğümü söyleyemem. Bu satırları yazarken başımı sola çevirdim, -isteyerek değil- Bir şey geçip gitti sanki kapının dikdörtgen buzlu cam bölmesinden belli belirsiz gördüğüm koridordan. Vartuhi olabilir mi acaba? Olabilir belki. Kaç gündür söyleyip duruyorum:
“Bir karanlık gibi geçen Vartuhi
. Ölüme
saplı bir bıçak gibi Armenak.”
I
Yanağımdan öptü. Her zamanki ses tonuyla konuştu.
-Öyle yalnızım ki
-Biliyorum, dedim. Her zaman olduğu gibi. Fakat, işte günlerdir korktuğum o korkunç an artık gerçekleşiyordu. Gözlerime baktı.
-Bilemezsin.
II.
Sigarayı dudaklarından aldı. Dumanını yüzüme doğru üflerken bacak bacak üstüne atarak konuştu.
-Hep aynı şey oluyor değil mi?
-Hayır. Aynı şey olmuyor, her an her şey yeniden ve değiştirilerek yaratılıyor, dedim. Her zaman olduğu gibi. Fakat, işte bir gün geleceğinden emin olduğum acı an geliyordu. Pencereden dışarı baktı.
-Boş versene, hepsi aynı şey
III.
Tabağında gezdirdiği çatalını bırakıverdi birden. Masadaki boş bardağa bakarak konuştu.
-Bir gün ansızın benim yerime bir boşlukla yemek yersen ne yaparsın?
-Ne yapacağım, kırmızı renkli mumlarımız yakıp erimelerini izleyeceğim, dedim. Her zaman olduğu gibi. Fakat, bir başkalık vardı çatalı tutuşunda.Gecelerimi kemiren kabus hızla kapladı tüm hücrelerimi. Çatalı tabağa düştü.
- Bizim hiç kırmızı mumumuz olmadı ki.
Yanağımdan öptü. Her zamanki ses tonuyla konuştu.
-Öyle yalnızım ki
-Biliyorum, dedim. Her zaman olduğu gibi. Fakat, işte günlerdir korktuğum o korkunç an artık gerçekleşiyordu. Gözlerime baktı.
-Bilemezsin.
II.
Sigarayı dudaklarından aldı. Dumanını yüzüme doğru üflerken bacak bacak üstüne atarak konuştu.
-Hep aynı şey oluyor değil mi?
-Hayır. Aynı şey olmuyor, her an her şey yeniden ve değiştirilerek yaratılıyor, dedim. Her zaman olduğu gibi. Fakat, işte bir gün geleceğinden emin olduğum acı an geliyordu. Pencereden dışarı baktı.
-Boş versene, hepsi aynı şey
III.
Tabağında gezdirdiği çatalını bırakıverdi birden. Masadaki boş bardağa bakarak konuştu.
-Bir gün ansızın benim yerime bir boşlukla yemek yersen ne yaparsın?
-Ne yapacağım, kırmızı renkli mumlarımız yakıp erimelerini izleyeceğim, dedim. Her zaman olduğu gibi. Fakat, bir başkalık vardı çatalı tutuşunda.Gecelerimi kemiren kabus hızla kapladı tüm hücrelerimi. Çatalı tabağa düştü.
- Bizim hiç kırmızı mumumuz olmadı ki.
Ölümün iç organları eriyor,
Bomboş bir kap gibi kalıyor öylece.
Bir şeyler- hani o ölümsüzlüğün Aşk’la öpüştüğü, hani bir hayaletin başka bir hayaletin içinden geçip gittiği, hani o sağır ve dilsiz kız çocuğunun rüyasında ansızın görünüp kaybolan beyaz yüzlü, mavi bakışlı genç ölen bir ortaçağ Prensesi’nin aleminden bir şey-
huzursuz ediyor sebepsiz yere..
Bir dolup bir boşalıyor ölümle kaplı sözcükler
Umutla- bilmiyorum belki birazcık da sevdayla- yıkanıyor
Düşler.
Az daha, az daha yaşayalım.
Olmazsa biraz daha yaşayalım.
Anlayalım, hiçbir şey anlamasak da
Görelim: İşte, orada Musa Asasıyla
Denizin kalbini arıyor.
İşte orada Nietczhe boşluktan martı heykelleri yontuyor.
Bazen de konuşmayalım öyleyse,
öylesine bir adım atalım, her zaman yürüdüğümüz sokağın
hiç basmadığımız bir yerine –öyle ya bunu da mı anlatacağız-
her şeyi anlatacak mıyız?
-Tamam, biraz da sessiz konuşayım- ama dinleyin,
söz verin dinleyeceğinize- gökyüzü uçarsa kuşlar ne yapardı-
(Dinleyeni olmazsa sözün...)
Bomboş bir kap gibi kalıyor öylece.
Bir şeyler- hani o ölümsüzlüğün Aşk’la öpüştüğü, hani bir hayaletin başka bir hayaletin içinden geçip gittiği, hani o sağır ve dilsiz kız çocuğunun rüyasında ansızın görünüp kaybolan beyaz yüzlü, mavi bakışlı genç ölen bir ortaçağ Prensesi’nin aleminden bir şey-
huzursuz ediyor sebepsiz yere..
Bir dolup bir boşalıyor ölümle kaplı sözcükler
Umutla- bilmiyorum belki birazcık da sevdayla- yıkanıyor
Düşler.
Az daha, az daha yaşayalım.
Olmazsa biraz daha yaşayalım.
Anlayalım, hiçbir şey anlamasak da
Görelim: İşte, orada Musa Asasıyla
Denizin kalbini arıyor.
İşte orada Nietczhe boşluktan martı heykelleri yontuyor.
Bazen de konuşmayalım öyleyse,
öylesine bir adım atalım, her zaman yürüdüğümüz sokağın
hiç basmadığımız bir yerine –öyle ya bunu da mı anlatacağız-
her şeyi anlatacak mıyız?
-Tamam, biraz da sessiz konuşayım- ama dinleyin,
söz verin dinleyeceğinize- gökyüzü uçarsa kuşlar ne yapardı-
(Dinleyeni olmazsa sözün...)
(Mum alevden dansına başlıyor)
“Gecenin üzerinde Ay”
Masanın üzerinde imla kılavuzu
Masanın üzerinde tırnak makası
Masanın üzerinde küllük
Masanın üzerinde sigara paketi
“Masanın üzerinde Kağıt”
Kağıdın üzerinde harf
Kağıdın üzerinde noktalı virgül
Kağıdın üzerinde tükenmiş silgi
Kağıdın üzerinde/ büyü.;
(Mum sönüyor, tüm acılar ve tüm sevinçler imgelerin üzerine düştüğünde
görünmeyen bir kalemle ve görünmeyen harflerle bir şiir yazıyor derviş.
Yalnız kendisi okuyor, yalnız kendisi...)
[
]
kelimelerin üzerinde derviş
Dervişin üzerinde ölüm
Ölümün üzerinde hayat
Hayatın üzerinde derviş
(İçinde bir eziklikle kalkıyor, pencereden dışarı bakıyor:
yeryüzünden gökyüzüne yağıyor yağmur.. Ve cırcır böceklerinin sonsuzluğa bestelediği notasız ezgi.)
Yağmurun üzerinde bulut
Kuşların üzerinde ağaç
Geminin üzerinde deniz
Gözyaşlarının üzerinde yüz –bir çocuk-
(Ruhunun kendisine oluşturduğu girdaplarda derin uykulara dalıyor, bazen düşlerinde geleceği gördüğü de oluyor. Fakat ne yapsa keder bir gölge gibi peşinde. Maddeye ve zamana nüfuz etmenin bedelini ödüyor.)
Ayın üzerinde gece
(Saniyelerin üzerinde saat durmuş, alevlerin üzerinde mum eriyip tükenmiştir artık.)
“Gecenin üzerinde Ay”
Masanın üzerinde imla kılavuzu
Masanın üzerinde tırnak makası
Masanın üzerinde küllük
Masanın üzerinde sigara paketi
“Masanın üzerinde Kağıt”
Kağıdın üzerinde harf
Kağıdın üzerinde noktalı virgül
Kağıdın üzerinde tükenmiş silgi
Kağıdın üzerinde/ büyü.;
(Mum sönüyor, tüm acılar ve tüm sevinçler imgelerin üzerine düştüğünde
görünmeyen bir kalemle ve görünmeyen harflerle bir şiir yazıyor derviş.
Yalnız kendisi okuyor, yalnız kendisi...)
[
]
kelimelerin üzerinde derviş
Dervişin üzerinde ölüm
Ölümün üzerinde hayat
Hayatın üzerinde derviş
(İçinde bir eziklikle kalkıyor, pencereden dışarı bakıyor:
yeryüzünden gökyüzüne yağıyor yağmur.. Ve cırcır böceklerinin sonsuzluğa bestelediği notasız ezgi.)
Yağmurun üzerinde bulut
Kuşların üzerinde ağaç
Geminin üzerinde deniz
Gözyaşlarının üzerinde yüz –bir çocuk-
(Ruhunun kendisine oluşturduğu girdaplarda derin uykulara dalıyor, bazen düşlerinde geleceği gördüğü de oluyor. Fakat ne yapsa keder bir gölge gibi peşinde. Maddeye ve zamana nüfuz etmenin bedelini ödüyor.)
Ayın üzerinde gece
(Saniyelerin üzerinde saat durmuş, alevlerin üzerinde mum eriyip tükenmiştir artık.)
Kayıp Hayatlar Antolojisi (sayfa 99)
Gecenin geç saatleri birbiri ile sevişirken,
Birden, bire hayat bulmuş hücreleri
Yaşanmışlıktan yorgun, bir başka türlü susuyor,
Susuyor artık hiçbir şey istemiyor dudakları
her yerde tutunamamışlığın acısı,
tutunamamışlığının acısı..
artık herkese yabancı. Yabancı kendine bile.
Yosun tutmuş yüreği çoktan, denizler
hep dalgalı. Ne zaman bir kadını sevse, teknesi
kız kulesine çarparak parçalanırdı.
Nasıl? Nasıl nasıl?
Varolmuştu yoktan. Yoktan.
Her şey varoluyordu da o neden, o neden?
Nereden bir hayat? Neredendir bu hüzün.
(Elinden düşürdüğü siyah çizgili, kırmızı plastik topunun peşinden giden bir çocuk kayboldu.
Etrafına baktı, baktı.. İşte o an hayat ölüme eşdeğerdi, ölüm hayata. Acı mutluluğa eş değerdi mutluluk acıya, Her şey her şey..Her şey birbirine eşdeğerdi.. yalnızlık ve yuvasına giren bir karınca.)
Dümdüz bir dünyanın üzerinde dolaşıyordu
Ayaksız ve aylak..
Yokluk: İşte gidiyorsun o karanlık geceye (hayır? bunu yapma.)
Varlık: Ama yapmalıyım? Gücüm yok artık görmeye,
Çünkü beni gece yarattı. Yo hayır, kim demiş, beni
Günahlarından kaçan bir penguen ya da bilmiyorum kırda kopan
bir papatya yaprağı yarattı. İşte öyle bir şeyim
ve
Biliyorum anne, ölüm
Beyaz.
gelinliğini giymiş beni bekliyor,
Yatağımda. Sarılsam sarılsam..
sonsuza dek beyaz olsam.
Gece: Gözyaşlarıyla yıkandı yanaklarım..
Gecenin geç saatleri birbiri ile sevişirken,
Birden, bire hayat bulmuş hücreleri
Yaşanmışlıktan yorgun, bir başka türlü susuyor,
Susuyor artık hiçbir şey istemiyor dudakları
her yerde tutunamamışlığın acısı,
tutunamamışlığının acısı..
artık herkese yabancı. Yabancı kendine bile.
Yosun tutmuş yüreği çoktan, denizler
hep dalgalı. Ne zaman bir kadını sevse, teknesi
kız kulesine çarparak parçalanırdı.
Nasıl? Nasıl nasıl?
Varolmuştu yoktan. Yoktan.
Her şey varoluyordu da o neden, o neden?
Nereden bir hayat? Neredendir bu hüzün.
(Elinden düşürdüğü siyah çizgili, kırmızı plastik topunun peşinden giden bir çocuk kayboldu.
Etrafına baktı, baktı.. İşte o an hayat ölüme eşdeğerdi, ölüm hayata. Acı mutluluğa eş değerdi mutluluk acıya, Her şey her şey..Her şey birbirine eşdeğerdi.. yalnızlık ve yuvasına giren bir karınca.)
Dümdüz bir dünyanın üzerinde dolaşıyordu
Ayaksız ve aylak..
Yokluk: İşte gidiyorsun o karanlık geceye (hayır? bunu yapma.)
Varlık: Ama yapmalıyım? Gücüm yok artık görmeye,
Çünkü beni gece yarattı. Yo hayır, kim demiş, beni
Günahlarından kaçan bir penguen ya da bilmiyorum kırda kopan
bir papatya yaprağı yarattı. İşte öyle bir şeyim
ve
Biliyorum anne, ölüm
Beyaz.
gelinliğini giymiş beni bekliyor,
Yatağımda. Sarılsam sarılsam..
sonsuza dek beyaz olsam.
Gece: Gözyaşlarıyla yıkandı yanaklarım..
Saniyelerin geçişini içimde hissettim
Aynı kutupları karşılıklı konumlandırılmış
Mıknatıslar gibiydi anlar.
Ve birbirlerini itiyorlardı.
Bazı anlar ise
Mutsuzluktan öleceğimi sandım.
Yazdım yazdım: “sözcükler anlamsız”, “sözcükler anlamsız”
Koştum koştum: “sokaklar çıkışsız”, “sokaklar çıkışsız.”
Durdum durdum: “duraklar ıssız”, “duraklar ıssız”
Baktım baktım: “ bebekler kundaksız”, “bebekler kundaksız”
Yalnız, yalnız..
Sözcükler, sokaklar, duraklar ve bebekler
Tanrım bizi kendimize bağışla,
Yağmuru buluta
Yıldızı geceye
Düşü uykuya
Çiçeği bahara
Dakikayı saate
Maviyi göğe bağışla
Sokağı caddeye
Bebeği anneye
Bekleyeni durağa
Anlamı sözcüğe
Hatırlıyorum da o günü; bulutluydu gökyüzü, bir güvercin uçmuştu yan binanın balkonundan
Köşeyi bir seyyar satıcı dönüyordu,
Bir motorun homurtusu kulaklarımdaydı
Dünya dönmekten vazgeçti – bilmiyorum, belki bana öyle söyledi-
Aynı kutupları karşılıklı konumlandırılmış
Mıknatıslar gibiydi anlar.
Ve birbirlerini itiyorlardı.
Bazı anlar ise
Mutsuzluktan öleceğimi sandım.
Yazdım yazdım: “sözcükler anlamsız”, “sözcükler anlamsız”
Koştum koştum: “sokaklar çıkışsız”, “sokaklar çıkışsız.”
Durdum durdum: “duraklar ıssız”, “duraklar ıssız”
Baktım baktım: “ bebekler kundaksız”, “bebekler kundaksız”
Yalnız, yalnız..
Sözcükler, sokaklar, duraklar ve bebekler
Tanrım bizi kendimize bağışla,
Yağmuru buluta
Yıldızı geceye
Düşü uykuya
Çiçeği bahara
Dakikayı saate
Maviyi göğe bağışla
Sokağı caddeye
Bebeği anneye
Bekleyeni durağa
Anlamı sözcüğe
Hatırlıyorum da o günü; bulutluydu gökyüzü, bir güvercin uçmuştu yan binanın balkonundan
Köşeyi bir seyyar satıcı dönüyordu,
Bir motorun homurtusu kulaklarımdaydı
Dünya dönmekten vazgeçti – bilmiyorum, belki bana öyle söyledi-
Sessiz mi sessiz bir gemi
Başları öne eğik yürüyorlardı
Kollarında durmuş saatler
Var - dı
Gemiye doğru yaklaştılar
Arkalarında siyah çizmeli
Melekler
Sessizlik içinde
Notalar yerlerini şaşırmıştı.
Birden bir düdük sesi.
Kırmızı pardösüleriyle
Yırtık sesleriyle
Yeniden diriliş piyesini canlandıran
Oyuncuların
Hepsi başını göğe kaldırdı.
- Ey Tanrım, biz yaşadık mı?
Gerilerden Felluceli bir çocuk koştu, aralarından geçti, tırmandı gemiye
Gördüler onlarda, işte güvertede, diz çökmüş oturuyor.
Nedense bazı şeyler çok hızlı oluyor, mesela gece çöküyor.
Fakat o gözleriyle bir şeyler söylediydi. Biz de orda mıydık?
Onlar da orda mıydılar? Durmuş saatleri ve kırmızı pardösüleri hatırlıyorduk
hayal meyal. Unutmalıydık belki her şeyi...sustuk. Sonra aradan dokuz yıl geçtiğini öğrendik.
İçimizden birisi ben gemiyi hatırlıyorum dedi. Açık maviydi gözleri. Kahverengi oluverdi. O Gemiyi, siyah çizmeli melekleri...hepsini. Çocuk, bir çocuk güvertedeydi.
Hep birden söyledik içimizden –gemi de kalkmak üzereydi-
Peki ne diyordu? Sanki başka bir dilden konuşuyordu. Gerçekten de pek anlaşılmıyordu.
Bir cümle birikmeye başladı içimizde de biz
Biz işte o anda gemiye biniyorduk.
Kalp atışlarımız durmuştu
-
-.
Bir elektro şok, bir daha bir daha..
Anladık artık ne diyordu.
- O sonsuz aşkın yıldızı ne zaman yörüngesinden çıktı?
Harfler artık birbirinden kaçıyordu
-
-
“ Ne çıkar siz bizi anlamasanız da”
Başları öne eğik yürüyorlardı
Kollarında durmuş saatler
Var - dı
Gemiye doğru yaklaştılar
Arkalarında siyah çizmeli
Melekler
Sessizlik içinde
Notalar yerlerini şaşırmıştı.
Birden bir düdük sesi.
Kırmızı pardösüleriyle
Yırtık sesleriyle
Yeniden diriliş piyesini canlandıran
Oyuncuların
Hepsi başını göğe kaldırdı.
- Ey Tanrım, biz yaşadık mı?
Gerilerden Felluceli bir çocuk koştu, aralarından geçti, tırmandı gemiye
Gördüler onlarda, işte güvertede, diz çökmüş oturuyor.
Nedense bazı şeyler çok hızlı oluyor, mesela gece çöküyor.
Fakat o gözleriyle bir şeyler söylediydi. Biz de orda mıydık?
Onlar da orda mıydılar? Durmuş saatleri ve kırmızı pardösüleri hatırlıyorduk
hayal meyal. Unutmalıydık belki her şeyi...sustuk. Sonra aradan dokuz yıl geçtiğini öğrendik.
İçimizden birisi ben gemiyi hatırlıyorum dedi. Açık maviydi gözleri. Kahverengi oluverdi. O Gemiyi, siyah çizmeli melekleri...hepsini. Çocuk, bir çocuk güvertedeydi.
Hep birden söyledik içimizden –gemi de kalkmak üzereydi-
Peki ne diyordu? Sanki başka bir dilden konuşuyordu. Gerçekten de pek anlaşılmıyordu.
Bir cümle birikmeye başladı içimizde de biz
Biz işte o anda gemiye biniyorduk.
Kalp atışlarımız durmuştu
-
-.
Bir elektro şok, bir daha bir daha..
Anladık artık ne diyordu.
- O sonsuz aşkın yıldızı ne zaman yörüngesinden çıktı?
Harfler artık birbirinden kaçıyordu
-
-
“ Ne çıkar siz bizi anlamasanız da”
Yalnızlığın Karanlığı
Seni seviyorum. İşte öyle.
Basit gibi görünür çok zordur.
Karanlık tanılar uyurlarken loş ışıktan
Yastıklarında..Yastıklarınsa göz yaşıysa
Korkunçtur, biliyorsun işte ne demektir korkunç
Görmüşsündür. Görmüşsündür. Biliyorsundur
Ah işte biliyorsun ya..Ne deyim ki..
Ağırlaşıyorsa ruhun bedeninde.
İnanmıyorsan ruha.. işte o beden dediğin her neyse.
Görmüşsündür. Bir yalnızlık diğerinin
İçinde.
İçindeyken bir yağmur damlasının.
İçindeyken. Mahcup bir keşişin
Yüreğiyle kesiyor işte yüreğim.
Biliyorsun ya orasında. Tam orasında.
Bir yangının tam ortasında.
Ölüme iç içe bir...hayatın tam..
Yamıyorsun bir acıyı diğeriyle.
Yırtık dökük üstün başın.
Ne anlatmakla ne yaşamakla.
Yaşamak yamalıklarla..
Seni seviyorum. İşte öyle.
Basit gibi görünür çok zordur.
Karanlık tanılar uyurlarken loş ışıktan
Yastıklarında..Yastıklarınsa göz yaşıysa
Korkunçtur, biliyorsun işte ne demektir korkunç
Görmüşsündür. Görmüşsündür. Biliyorsundur
Ah işte biliyorsun ya..Ne deyim ki..
Ağırlaşıyorsa ruhun bedeninde.
İnanmıyorsan ruha.. işte o beden dediğin her neyse.
Görmüşsündür. Bir yalnızlık diğerinin
İçinde.
İçindeyken bir yağmur damlasının.
İçindeyken. Mahcup bir keşişin
Yüreğiyle kesiyor işte yüreğim.
Biliyorsun ya orasında. Tam orasında.
Bir yangının tam ortasında.
Ölüme iç içe bir...hayatın tam..
Yamıyorsun bir acıyı diğeriyle.
Yırtık dökük üstün başın.
Ne anlatmakla ne yaşamakla.
Yaşamak yamalıklarla..
Gülen Siyah
Ara Güler