“ Okunacak bir metin olarak ben, yazarken senden yavaş yavaş
Varlığını çekip alan tükenişle var kalıyorum.”
Yağmur omuzlarıma damlıyor. Omuzlarım çıplak. Damlalar tenha. Omuzlarımdaki ıslaklığı duyuyor ve bunun enfes bir sabah olduğunu düşünüyorum. Bunu E.’ye de yazdım: Enfes bir sabah, dedim. Bir de günaydın. Yağmur damlacıklarının bedenimde seçtikleri konum yüzünden, daima olduğumdan biraz daha neşeliyim. Hep olduğumdan daha fazla.
Neşemin olduğum şeyle, her neysem, ilgisi olduğunu nicedir biliyordum; bilmediğim ise nedeniydi. Yüzümde nikbin bir tebessümle yaşıyor olmamın, olmadığım bir şeyle ilgisini de az çok seziyordum. Aslında neyim, sorusunu sorabilmem için o enfes sabahın gelmesi ve yağmur damlacıklarının az sonra terk edeceğim şehrin tenha bir sokağında omuzlarıma düşmesi gerekecekti.
Gerçek bir varlık olmayıp, başka bir zihnin kurgusu olduğum fikrini sindirir sindirmez, neşeme sıkıca sarılmış olmamın, çok derindeki o korkuyla ilişkisi olduğunu sananlar yanılıyorlar. Saf neşe’yim ben. Kurgulanmış ve hizmete sunulmuş saflığı garanti bir neşe.
Soru sorabileceğimi söylüyor yaratıcım. İstencim olduğunu, düşünebileceğimi ve hatta neşemi bulaşıcı bir hale getirebileceğimi. O yüzden: Günaydın E.
Varoluş sorunum olup olmadığıma indirgendiğinde, “hallolmayan bir can çekişme “nin boğazıma yapışıp kalacağına ilişkin inancın beni rahatlattığını söyleyebilirdim. Ama oluş, “ bireysel varoluşun akışkan anlamı” imiş. Üzerine gitme, diyor yaratıcım. Oluşunu kabullen. Neşe’yi.
Neden, diyorum. Neden neşe; onca varoluş hali varken arkasına gizlenebileceği. Beni neşe’den ibaret bir giysiye mahkum edişi neden? Çünkü neşe ancak yalnızlıktan ölürmüş, cevabıyla teselli bulmaya çoktan hazırken; neşemin sorumlusunun yanıtıyla burkuluyor içim: “ çünkü kahraman neşelidir”
İşte bu yüzden, neşeli bir sabah. Günaydın E.
Üçrenk Kırmızı
Mustafa Ata