rüzgârla
sevişmeyi düşlüyor elma ağacı, birkaç dalını
kurban
vermeye çoktan hazır. gıcırdayan avlu kapısını
tıklatan
gün ışığı, arıktan akan suyla birleşiyor. adını
söylüyorum,
kaç defa, duvardan sarkan hevenklere
bakarken.
yokluğun, toprağa saplanmış bir çapa gibi
duruyor
gövdemde.
bir
kere deneseydik keşke diyorum, eşikte biriken
karıncalara
bakarak. bir kaya keleri taşlarda temizliyor
ayaklarını.
yularından boşanmış bir at gibi geçiyor
zaman,
birbirine değmeyen gölgelerimizin arasından.
uzakta,
kıyısına hiç inmediğimiz bir denizde, birbirine
dolanan
yosun oluyor parmaklarım.
kim
bilir kaç yıldır başka bir şehirde uyanıyorum,
kargalar
ve kargılarla beraber. boynunu büken
portakaldan
dinliyorum ve yaprağıyla yüzünü örten
incirden.
gözlerin gece vakti aniden sis çöken bir
gemi
ormanı. bir kere dokunsaydım diyorum, uzun
yazlardan
sonra yağmur yağmış gibi olurdu kente ve
güneşin
doğmasını beklemezdik sabahın olması için.
gece
bahçeye iniyor, yatıya kalacağı belli. tarhlarda bir
telaş.
tedirgin çitlerin yalnızlığı, kabuğuna çekilen
salyangoz
ve kuyu ağzında sallanıp duran paslı kova.
gidip
geliyor kalbim, yüklü gidip boş dönen bir vagon
gibi.
korkusuzluğu öğreniyor bir korkuluk, ara sıra
başını
kaldırıp baktığı gökyüzünden.
hiç
mi sevmedin diyorum, ay ışığı terini alırken alnının.
hayat,
bükülmüş bir çivi gibi duruyor bir kenarda.
Kahverengi